18 Haziran 2020 Perşembe

GREEN BOOK


PEKİ, NEYİM BEN?


Amerika Birleşik Devletleri’nde 1968 yılına kadar Jim Crow Yasaları geçerliydi. Demiryolları ve tramvaylarda “Sadece beyazlar için” ya da “Sadece siyahlar için” yazan bölümler vardı. Otellerde, kütüphanelerde, asansörlerde, tuvaletlerde bile bu durum geçerliydi. Martin Luther King’in ölümüne kadar yürürlükte kalan bu yasalar Deep South’da (Georgia, Alabama, Güney Carolina, Misissippi, Louisiana, Texas gibi eyaletlerde Afro Amerikalıların tüm haklarından mahrum olduğu, bir nevi köleliğin hâlâ varlığını sürdürdüğü bölge) ise çok daha katı uygulanıyordu. Bu koşullar altında yaşamaya çalışan siyahîlerin ise orta sınıfa mensup kesimi kendi araçlarını alarak en azından toplu taşımadaki aşağılanmadan kurtulmaya çalışmışlardır. Fakat seyahatlerini kendi arabalarıyla yapmaları başka zorlukları ortaya çıkarmış, keyfi tutuklamalardan tut da yeme-içme, tuvalet ihtiyaçlarının karşılanmaması gibi sorunlarla baş başa kalmışlardır bu kez de. İşte böyle bir zamanda Afro Amerikalıların hangi yolları kullanmaları gerektiğini, hangi otellerde konaklayıp hangi restoranlarda karınlarını doyurup nerelerden alışveriş yapabileceklerini detaylı bir şekilde anlatan, Negro Motorist Green Book adlı bir rehber yayınlanır.  Postane memuru olan Victor Hugo Green tarafından 1936’da ilki yayınlanan rehberin her sayısında mekânlar güncellenip hâkim olduğu ağ genişlemiştir.


İşte Negro Motorist Green Book, “Ay Işığı” filmindeki performansıyla Oscar ödüllünü kucaklayan  Mahershala Ali ile “Şark Vaatleri” ve “Kaptan Fantastik” filmlerindeki performanslarıyla iki kere Oscar’a aday gösterilen Viggo Mortensen’nin başrollerini paylaştığı, prömiyerini yaptığı Toronto Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü alan “Yeşil Rehber” filmine ismini vermekle kalmıyor aynı zamanda karakterlerimizin yolculuklarında onlara rehberlik de ediyor. 1927 ile 2013 yılları arasında yaşamış olan siyahî piyanist Dr. Don Shirley ile İtalyan asıllı Amerikalı Tony Lip’in sekiz haftalık yolculuğuna odaklanan “Yeşil Rehber”, gerçek bir hayat hikâyesine dayanıyor.  Üç yaşında dinleyici karşısına çıkan, on sekiz yaşında ilk konserini veren, iki kere Beyaz Saray’da olmak üzere birçok üst düzey mekânda konser veren, farklı birçok alanda (müzik, psikoloji, litürji sanatı) doktora yapan, akıcı olarak sekiz dil konuşan piyanist Don Shirley’in Deep South’a yaptığı turne esnasında şoförü hatta bir nevi koruması Tony Lip ile birbirlerini değiştirip dönüştürmeleri ve son tahlilde dost olmalarını odağına alan “Yeşil Rehber”, bir kez daha Amerika’da yaşanmış ve yaşanmakta olan ırkçılık meselesine kapı aralıyor. Sadece kapı aralamakla kalmıyor önümüze koca koca sorular da bırakıyor.


Yeterince siyah, yeterince beyaz, yeterince erkek değilsem peki, neyim ben?

Don Shirley’in bu haykırışlarına şahit olduğumuz filmde gerçekten de kimin siyah, kimin beyaz olduğuna karar vermek oldukça güç. Siyah görünümlü ama tam anlamıyla bir aristokrat olan Don Shirley mi yoksa beyaz görünümlü ama çoğu siyahîden daha siyah olan Tony Lip mi daha siyahî? Aslında filmin bu en çarpıcı sorusu Tony tarafından cevaplanıyor: Tony, Shirley’e “Ben senden daha zenciyim.” diyor. Zira film boyunca siyahîlere özgü olduğu düşünülen birçok özelliği Tony Lip’de görüyoruz: Kızarmış tavuk yemekten tut da birçok klişe davranışa kadar. Don Shirley ise asla elle yemek yemeyen, temizliğinden şüphe ettiği tuvalete girmeyen, sigara içmeyen, hırsızlık yapmayan, yere çöp atmayan, klasik müzik hayranı biri. Peki, her siyahî jazz müzik sevip suç işleme potansiyeline mi sahip olmalıdır? Bunun cevabını da Don Shirley veriyor: Shirley, Tony’e “Beni çok dar açıdan değerlendiriyorsun.” diyor. Shirley, kalıplara kolay kolay sığdırılacak bir karakter değil gerçekten de. Ki Don Shirley, sadece ırkçılığıyla değil aynı zamanda muhafazakârlığıyla da öne çıkan bir ülkede cinsel yönelimini de yaşamaya çalışmaktadır.

Büyük bir kısmı turkuaz renkli bir cadillac içinde geçen filmde hiçbir zaman Don Shirley’i Tony Lip’in gözünden yani dikiz aynasından görmüyor, bir anlamda Don Shirley’i günlük rutini içinde Tony’nin nasıl gördüğünü bilemiyoruz. Don Shirley sahnedeyken ise onu hep Tony’nin gözünden tam bir hayranlıkla izliyoruz. Fakat dürüst, disiplinli, sözünün eri biri olmasının yanında izole edilmiş bir dünyada yaşayarak kendisiyle aynı renge sahip insanlardan ne kadar uzak olduğu yadsınamayan Shirley’e Tony’nin bakışı için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir.  Aslında Shirley’in kendine bakışı da çok farklı değildir: Tarlada çalışan siyahîlerin Don Shirley’e bakışındaki şaşkınlık, Don Shirley’de utanca karşılık gelmektedir zira. Neyse ki turnedeki son konserini oturup yemek bile yemesine izin verilmeyen bir kulüpte değil de bir Afro Amerikalıların eğlendiği bir barda vererek o utancı bir nebze de olsa telafi ediyor.  Peki, bu kısmi dönüşümün mimarı kimdir? Elbette filmin başında ilk olarak tanıdığımız ve aslında oldukça da ırkçı olduğunu gördüğümüz şoförü Tony sayesinde oluyor her şey. Fakat film boyunca iki taraflı bir dönüşüm cereyan ediyor aslında. Tony aslında ırkçı olmadığını sadece yaşadığı çevreden edindiği hazır şablonlara uygun davranmış olduğunu, Shirley de içinde bulunduğu dünyadan ne kadar kopuk olduğunu ve bazı şeylerden kaçmasının mümkün olmadığını anlıyor.


Bu dönüşümün tam anlamıyla gerçekleşmesi ise filmin sonlarına doğru iyiden iyiye kendini hissettiriyor. Don Shirley’in Tony Lip’i Noel yemeğine yetiştirmek için şoför koltuğuna geçmesi ve Tony’nin arka koltukta uyuması bu kırılma anlarından biridir. Fakat Don Shirley’in evinde bulunan tüm objeler arasında büyük bir yalnızlık içerisinde gördüğümüz sahnenin (Sean Porter’in kusursuz sinematografisinin sahnenin etkileyiciliği noktasında çok önemli katkısı var.) ardından Tony Lip’in ailesinden birçok insanla bir arada olduğu sahnenin gelmesi bu dönüşümü tam anlamıyla pekiştiriyor. Peter Farrelly, grafik eşleme ile bu çarpıcı farkı perdeye yansıtıyor önce. Sonra da Farrelly, Don Shirley’i objelerle dolu cansız, ruhsuz tablodan alıp Tony’nin capcanlı tablosuna yerleştiriyor.
 Amerika’nın uçsuz bucaksız yollarında cereyan eden karşılıklı kendini bulma, iyileşme sürecinin senaryosunda Tony Vallelonga’nın (Lip) oğlu Nick Vallelonga’nın yazdığı hikâyeden yola çıkılmasının filme çok önemli bir noktada özellikle katkı sağladığı söylenilebilir: Filmde Tony’nin karısı Dolores’e yazdığı mektuplarda gerçekten de Nick, gerçek mektupları bire bir kullanmıştır. Bu mektup mevzusu filmin önemli detaylarındandır. Don Shirley ile Tony Lip arasında daha naif bir ilişkinin başlamasının en önemli nedeni de Shirley’in Tony’nin karısına yazdığı mektuplara yardım etmesidir zira. Shirley ile Tony gibi iki zıt karakter arasında katalizör görevi gören Dolores (Linda Cardellini) ikilinin birlikte mektup yazmasını, böylece bir olmalarını sağlıyor. Bu mektuplarla Dolores’e Shirley ile Tony’nin olumlu yönlerinden oluşan bir kocanın mektubu gidiyor diyebiliriz.

1994 yapımı ilk filmi “Salak ile Avanak” hariç “Ah Mary Vah Mary”,” Ben Kendim ve Sevgilim” gibi ta on bir filme kardeşiyle birlikte imza atan Peter Farrelly “Yeşil Rehber”de istemeyerek de olsa koltuğma tek başına oturuyor. Zira Peter Farrell, verdiği bir röportajda Bobby Farrelly’in 2012 yılında henüz yirmi yaşında oğlunu kaybetmenin acısını atlatamadığını ve biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu söylüyor. İlk filminden bu yana hep slapstick ve tuvalet mizahından beslenen filmlerin mimarlarından olan Peter Farrelly’in Amerika’nın en önemli sorununa değinen bir film ile seyircisinin karşısına çıkması elbet şaşırtıcı. Lakin “Yeşil Rehber”in de komediden içten içe beslendiğini görüyoruz. Fakat bu kez karşımızdaki mizah, yüzde tebessüm, yürekte ince bir sızı bırakıyor. Farrelly bu kadarla da kalmıyor: Meselesini anlatırken ne büyük büyük laflar etmekten ne de duygusallığın dibine vurmaktan medet umuyor. Oldukça sakin, olgun bir üslup ile çıkıyor karşımıza. Bir an bile olsun gözyaşlarından beslenmek gibi bir kolaycılığa kaçmadığı gibi ne ihtişamlı sahnelere ne de müziğin aldatıcı hissiyatına ortalığı emanet ediyor. Farrelly, her ne kadar ırkçılık meselesinin asıl müsebbibinin sınırlarına pek fazla girmemeyi tercih etse de bu konuda bir İllüzyon da yaratmıyor.       

    

Kutu

Irkçılığa karşı omuz omuza.

1-Savaştan Sonra (Mudbound)-2017

İkinci Dünya Savaşı’ndan evlerine dönen beyaz adam Jamie ile siyahî Ronsel’in sadece dost olup savaşın yıkımını birlikte atlatmaya çalışmaları bile oldukça ağır bedeller gerektirir.

2-The Defiant Ones (Kader Bağlayınca)  - 1958


Birbirlerine zincirle bağlı siyahî Noah ile beyaz John’un firarı, onları daha zorlu bir sürece mahkûm eder. Zira hem firaridirler hem de içlerinden biri siyahîdir.

3- To Kill a Mockingbird (Bülbülü Öldürmek ) – 1962


Bu kez işler daha karmaşıktır: Beyaz bir kadına tecavüz ile suçlanan siyahî bir adamı beyaz bir avukat savunur. Elbette sorgusuz sualsiz suçlu addedilen siyahî adamın da böyle bir davada ısrarla devam etmek isteyen beyaz adamın da işi çok zordur.

                                                                                                                                                                    Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Aralık sayısında "Arka Pencere Mecmua"da yayınlanmıştır.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder