29 Haziran 2020 Pazartesi

MUSEO



2016 yapımı “Hoş geldin Lenin” belgeselinde denizde Lenin heykelini bulan kişi: “Ben buldum bunu, kimse sahiplenemez” der. Sonrasında ise yöre halkından başkaları: “Ganimet değil ki bu! Dünyaya aittir heykel.” diyerek aksini savunurlar. Son tahlilde Akçakoca Belediyesi’nin sahiplendiği heykelin açtığı tartışma elbette çözüme kavuşmaz.



Prömiyerini yaptığı Berlin Film Festivali’nden En İyi Senaryo ödülünü kazanan “Müze”de ise başkarakter Juan ile bir İngiliz sanat simsarı arasında benzer bir tartışma cereyan ediyor: Sömürgecilik döneminde batan İspanyol gemisinden çıkan Maya altınlarının kime ait olduğu üzerine İngiliz simsar, yağmayı haklı çıkarmaya çalışacak kendince büyük laflar ediyor.  Karşısında olan kişi ise ülkesinin ulusal müzesini soyan ve bunları bir İngiliz’e satmaya çalışan bir genç! 1985 yılında Mexico City’deki Ulusal Antropoloji Müzesi’nden Maya, Aztek ve Zapotek uygarlıklarından kalan çok önemli 140 eseri çalan iki üniversite öğrencisinin gerçek hikâyesinde Alonso Ruizpalacios’un “Bu film aslının bir reprodüksiyonudur.” cümlesiyle bizi uyarması boşuna değil. Ruizpalacios, böylece değinmek istediği meselelere yer açıyor: Dünya üzerinde yaratılmış eserlerin gerçekten kime ait olduğundan tut da orijinal olduğunu zannettiğimiz eserlerin kaçının kopya olmadığına kadar birçok soruyu” Müze” sürekli kafamızın içinde döndürüyor. Bununla da kalmıyor; yaptığı oyunbaz hamlelerle soru işaretlerini derinleştiriyor. Mesela korunaklı cam kafeslerin içerisinde tutulan eserlere hissedilen adeta bir tapınma haliyken Juan ve Benjamin sayesinde çıkarıldıkları yere toprağa tekrar bulanmalarına ne demeli? Müze, bir nevi yeraltından çıkarılıp –çalınıp mı demek lazım yoksa?- itinayla temizlenip müzede sergilenen eserlerin tekrar asıl ait olduğu yerle buluşturuyor bir anlık olsa da. Fakat ne yazık ki bu hamle filmin sonuna taşınamıyor.



Seksenli yılların ruhunu bile mevzusunu derinleştirmek için kullanan filmde özellikle üzerinde Duran Duran yazılı tişörte müzedeki eserlerden birinin sarınarak korunması çok önemli bir detay aslında. Kutsalı olarak gördüğü tarihi eserlerini bile bir İngiliz müzik grubunun isminin yazılı olduğu tişörte sarıp koruyan karakterleriyle milli değer denilen şeyin artık bir yanılgıdan başka bir şey olmadığından da dem vuruyor Ruizpalacios.

Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Aralık sayısında "Arka Pencere Mecmua"da yayınlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder