Film, kentsel dönüşümün yaşandığı Fikirtepe’de yaşayan genç
bir çift üzerinden anlatıyor hikâyesini. Kamil ile başladığımız yolculuk Remziye
ile devam ediyor. Beyaz ve siyahın temsili gibidir ilk başta bu iki karakter. Sonrasında
ise siyah ile beyaz arasındaki sınır bulanıklaşıyor. Kamil karakteri aşırı iyi,
yardımsever bir insan olarak görünse de içinde her an patlamaya hazır olan
kötücül yanıyla yaşayan biridir. Remziye ise kurnaz biraz da işgüzar bir
karakter yapısı çizse de kötücül yanına daha iyi söz geçirebilmektedir. Fikirtepe
ise iş makineleri, derin çukurları ve yüksek kuleleriyle adeta doymak bilmez
bir canavarı andırıyor. Bu canavar, en saf görünen insanın bile içindeki
kötülüğü salıvermesine, dönüşmesine sebep oluyor.
Lakin mahalle sakinlerinin amacının evlerini vermemek,
mahallelerine sahip çıkmak değil daha yüksek meblağlara evlerini satmak
olduğunu görünce aslında Fikirtepe dönüşmeden insanların çoktan dönüşmüş
olduğunu da anlıyoruz. Bu dış etkenin yanında mahalle sakinlerinin tehdit
olarak gördüğü bir diğer etken de yine dışarıdan gelen Suriyeli göçmenlerdir.
Ucuza çalışarak piyasayı düşüren Suriyeliler, Fikirtepe’nin tabiri caizse ırzına
geçmiş inşaat şirketlerinden bile daha büyük tehdit olarak görülüyorlar. Tüm
öfke, müsebbibine değil de gücün yeteceği Suriyeli mültecilere yöneltiliyor bu
nedenle. Asıl suçlu da tüm bu karmaşadan yararlanarak şehri yutmaya, hanemize
tecavüz etmeye devam ediyor.
İşsizlik, göçmen sorunu, kentsel dönüşüm gibi sosyal
meseleleri kendine dert edinen “Saf”taki en büyük dönüşüm meyve-sebze üreterek
topraktan hayat çıkaran bir karakterin son tahlilde yaşam alanlarını yok eden
canavarın kollarından biri olmasıdır sanırım. Neyse ki film, toprak ile olan
bağı asıl hayat verici olan kadına emanet ederek umudu diri tutmayı tercih
ediyor.
Bu yazı ilk olarak 2019 yılı Mayıs sayısında "Sinema Se7en"da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder