10 Ekim 2019 Perşembe

Hunger

 


IRA’lı (İrlanda Cumhuriyet Ordusu)Bobby Sands’in hapishanede gerçekleştirilen açlık grevinde hayatını kaybetmeden önce günlüğüne yazdığı son cümle “Bizim de günümüz gelecek.” olur. Sands, kendisinin bunu göremeyeceğini bilse de bu yolda mücadelesini inançla sürdüren ve direnişinin 66. gününde hayata veda eden bir gençtir.  Dünya direniş tarihinin en genç ve sembol isimlerinden biri olan Sands’in ve IRA’lı siyasi tutsakların 1981 yılında yaptığı açlık grevi o zamanlar bir çocuk olan Steve McQueen’i derinden etkiler. Ve McQueen, kariyerine bu direnişe odaklanan Hunger (2008) ile başlar.

McQueen, Hunger’ı üç bölüm halinde tasarlar. İlk bölüm açlık grevinden önceki süreci ele alır. Margaret Thatcher’ın iktidarda olduğu ve ülkenin adeta demir yumrukla yönetildiği yıllarda özgür bir İrlanda için mücadele veren IRA direnişçilerinin, “Hapishanelerde siyasi tutsak olarak tanınmak” gibi oldukça makul istekleri vardır. Fakat talepleri kabul edilmeyen tutsaklar tek tip elbiseyi giymemek için battaniyelerle yaşarlar, yıkanmaz ve tıraş olmazlar. En önemlisi ise tüm kişisel bakım ihtiyaçlarını reddettikleri gibi yerlerini terk etmemek adına tuvalet ihtiyaçlarını da koğuşta giderirler. Uzun yıllar süren bu eylem sürecini hapishaneye yeni giren bir tutsak üzerinden aktarmayı tercih eder McQueen. İzlemesi oldukça zorlu sahnelerden oluşan bu bölümde gardiyanlar tarafından tutsaklara yapılan işkenceler de cabasıdır. Hunger, bu ilk bölümde hapishanedeki koşulları, tutsaklara yapılan muameleyi, oldukça net ve seyirciye konforlu bir alan yaratmadan gösterir. Her bir anı fazlasıyla rahatsız edicidir. McQueen, seyirciyi duygusal olarak ele geçirme niyetinden özellikle uzak durur. Amaç seyirciyi duygusal açıdan manipüle edip gelip geçici bir duygu geçişi yaratmak değil yaşanan sürecin dayanılmaz koşullarını gözler önüne sermektir zira.



Bu süreçte bir sahnede işkenceye karşı gösterdiği net tavrıyla dikkat çeken Bobby Sands (Michael Fassbender) filmin diğer iki bölümünün kahramanı olacaktır. Öncelikle ilk ve son bölüm arasında köprü görevinde yer alan 22.5 dakikalık bir sahne (17.5 dakikası tek çekimden oluşmaktadır.) gelir perdeye. Sands, İrlandalı bir papazla açlık grevi kararını paylaşır. Ve iki karakter arasında açlık grevinin doğru bir eylem şekli olup olmadığı gibi aslında yıllardır çokça tartışılan mesele detaylıca ele alınır. Genel olarak oldukça ketum olan filmin bu sahnede bolca gevezelik ettiği söylenebilir bu nedenle. Lakin diyaloglar o kadar itinayla yazılmıştır ki Sands’ın bedenini ortaya koyarak yaptığı direniş, çok daha anlaşılır olur bu sahne sayesinde.

Final bölümde ise tutsakların son bir çare olarak ellerinde kalan tek şey olan bedenlerini açlığa yatırmaları Sands gibi kararlı bir direnişçinin son günleriyle gelir perdeye. Sands’ın dünya direniş tarihine ışık tutan kararlılığını tek bir kelam edilmeyen sahnelerde küçük nüanslarla verir McQueen. Örneğin artık ayakta duracak gücü kalmamış olan Sands’in parmaklarında *UDA* dövmesi olan gardiyandan yardım almamak için gösterdiği gayreti izlediğimiz kısacık bir sahne binlerce sözden daha çarpıcıdır.

Ülkemiz tarihinde de birçok kez hapishanelere uğramış olan **açlık grevleri ve ölüm oruçlarını** perdeye yansıtan McQueen, bir nevi sadece IRA tarihine değil dünyanın birçok yerindeki direniş tarihine de ışık tutmuştur bu ilk gözbebeği ile.

 

*UDA (Kuzey İrlandalı Protestanlar) İngiltere’ye bağlılık yemini etmiş bir gruptur.

**1984, 1996, 2000 yıllarında yapılan ve yüzlerce tutsağın hayatını kaybetmesine neden olan eylemler yine siyasal tutsak statüsü talebinin tanınması, tek tip elbise reddi ve F tipi hapishanelerin reddi gibi sebeplerle yapılmıştır. Ülkemizde çok defa açlık grevi yapılmıştır. Fakat 1984, 1996 ve 2000 açlık grevleri ölüm orucuna dönüştürülmüştür. Ayrıca birçok kez içerideki siyasi tutsakların serbest bırakılması için dışarıda da tutsak yakınları (TAYAD) tarafından ölüm oruçları yapılmış ve çokça kişi hayatını kaybetmiştir.