16 Ağustos 2018 Perşembe

Hayvanlara Yapılan Katliamı Açık Eden, Vegan Olmaya Sevk Edecek 10 Çarpıcı Film



1)Wake in Fright ( Korkuyla Uyan) – 1971

Yönetmen: Ted Kotcheff

Avustralyalı yazar Kenneth Cook’un aynı adlı romanından uyarlanan Wake in Fright, aşırı şiddet sahneleri nedeniyle sansürlenmiş, yıllarca aslına ulaşılamamış kısacası büyük badireler atlatmış, gelmiş geçmiş en dehşetli filmlerden biridir. Kült mertebesinin, alnının teriyle en üst basamaklarında kendine yer bulan bu film, modern hayata eli kolu bağlı olan insanın çıkışsızlığını, beyaz insanın istila ettiği topraklarda yaptığı katliamların dayanılması güç çarpıcılığına bizi ortak ediyor. Noel tatili sebebiyle öğretmenlik yaptığı taşradan Sidney’e gidecek olan John’un aktarma durağı olarak kullandığı – bir nevi sırat köprüsü olarak da düşünülebilir- Yabba’dan çıkamayışı filme Kafkaeks bir hava katıyor. Zira Sidney’e ulaşmaya çalışan fakat Yabba’nın içinde sıkışıp kalan John’u, Franz Kafka’nın romanı Şato’daki K.’dan pek de farkı yok. Üstelik filmde John, bu girdaptan kurtulamadığı gibi içindeki şeytanın da uyanmasına maruz kalır. Şehre gelen öğretmen, halkı aydınlatıp, dönüştüremediği gibi kendi de o potada erir, en karanlık yanlarının uyanmasına engel olamaz. Hatta John, ilk olarak kıyafetlerinden, silahından değil de kitaplarından (kültüründen) vazgeçer.

Gelmiş geçmiş en dayanılmaz sahneleri bünyesinde taşıyan Wake in Fright, özellikle kangurulara yapılan katliam görüntüleri (gerçek görüntü) nedeniyle insan türünün rezilliğini gözler önüne seren, çok güçlü bir belge aynı zamanda. Sömürgeci beyaz insanın gerçek yüzünün dehşet verici portresi olan filmin iç bulandırıcı yeşil renkten, tekinsiz kamera kullanımından da asla vazgeçmeyerek, sarsıcılığını sağlamlaştırdığını da söylemek gerek.



2) Safari – 2017

Yönetmen: Ulric Seidl

Ulric Seidl’in beyaz insanın sömürgeci, faşist ve katliamcı yanını gözler önüne serdiği Safari, oldukça çarpıcı bir belgesel.  Avusturya’dan Afrika’ya av sporu adı altında hayvan katletmeye giden katil insanlığı perdeye yansıtan Seidl, izlerken kanımızı donduracak sahnelerle bizleri buluşturmaktan kaçınmıyor asla. Bir anlık zevk uğruna hayvanları katleden insan müsseddelerinin aynı zamanda yaptıklarını güzelledikleri konuşmalar adeta katliamın yapıldığı ve cesetlerin parçalandığı sahneler kadar insanın kanını donduracak cinsten.

Tam anlamıyla hayvan türüne karşı bir faşizm söz konusu oluyor ne yazık ki. Beyaz insan ile katledilen hayvanlar arasındaki bu münasebete siyah insanın da dâhil olmasıyla sadece şekil değiştiren fakat aynen devam eden sömürgeciliğin de altı çizilmiş olan belgesel, eğer hayvan düşmanı, faşist ya da sömürgeci değilseniz alt-üst edecek cinsten.




3) Gorge coeur ventre (Sakatat) – 2016

Yönetmen: Maud Alpi

Maud Alpi’nin ilk uzun metrajı olan Sakatat, hayvanlara yapılan sistemli katliamı perdeye aktaran bir film. Üstelik Alpi, bunu yaparken kör göze parmak sokmaktan özellikle imtina ediyor. Kan ve vahşet görüntülerindense hayvanların mezbahada katledilmeden önceki son zamanlarına, hissettiklerine odaklanan kamera, kimi zaman korkudan ayrılan gözlere, kimi zaman ne olduğunu anlamak için dikilen kulaklara kimi zaman da hızla atan bir kalbe uzun uzun bakarak, ne hissettiklerini anlamamızı, empati kurmamızı istiyor.

Hayvanların yürek parçalayan haykırışları dışında ne diyaloglara ne de müziğe yer verilmeyen filmin, kasvetli havası, sarı rengin hâkimiyetindeki görüntüleri ve şahit ettikleri ile seyircinin suratının ortasına tokat gibi indiği inkâr edilemez bir gerçek. İnsan türünün hayvanlara yaptığı katliamın oldukça çarpıcı anlatıldığı Sakatat, Tarkovski’ye selam çakan final sahnesiyle de etkileyiciliğini ket be kat arttıran bir doküdrama.




4) Raw – 2017

Yönetmen: Julia Ducournau

Raw için, en sert büyüme hikâyelerinden biri olduğu söylenilebilir. Üstelik bu büyüme hikâyesi vejetaryenlikten vampirliğe, yamyamlığa kadar gidebilen bir rota izleyerek büyük bir dönüşüme ev sahipliği yapmakta. Raw, bu dönüşüm sırasında ise kan ve vahşet görüntüleri izleterek sadece sertliğe oynamıyor. Alt metninde insanlığın hayvanlara yaptığı katliama dair önemli sözler barındırıyor.

Korku janrının birçok türünden beslenen, aşırılık, kan, şiddet konusunda elini korkak alıştırmayan, en önemlisi ise güçlü bir feminist damardan beslenen Raw, tanıştığınız için mutlu olacağınız bir armağan. Tartışmasız yılın en iyilerinden.




5) Teströl és lélekröl (Beden ve Ruh) – 2017

Yönetmen: Ildikó Enyedi

Bir film hem dişlerinizi sıkıp, ekrana bakamayacağınız kadar sert hem de içinizin yağlarını eritecek denli pamuk şeker tadında naif olabilir mi? Olurmuş. Zira Macar yönetmen Ildiko Enyedi harikası, Berlin Film Festivali'nden Altın Ayı'yı kazanan Beden ve Ruh, tüm varlığıyla tam da böyle bir film. Hikâyesinin çoğunun bir mezbahada geçmesinden dolayı hayvan türüne yapılan katliama tüm çıplaklığıyla şahit oluyoruz. Lakin aynı zamanda burada çalışan iki insanın tarifi mümkünsün aşkına da aynı çıplaklıkla şahit oluyoruz. Zira kahramanlarımızın gördükleri rüyalar bile her daim bizimle birlikte.

Zaten filmin en dingin, en baş döndürücü sahneleri de rüyalar oluyor. Absürd komedinin sularından ayrılmayan ama yer yer tam bir melodramın klişeliğine de sığınan, yüzümüzden gülücük ile hüznü, kahkaha ile gözyaşını bir arada harmanlayan bir başyapıt Beden ve Ruh. Hayvanlarla insanları birçok yönden aynı potada eriten filmin, bir yandan ormanda özgürce yaşayan ceylanları bir yandan da mezbahada ırzına geçilen hayvanları perdeye taşıması gerçekten etkileyici. Tabii anlamak isteyene…




6)Pokot (İz) – 2017

Yönetmen: Agnieszka Holland

Tek başına hayvan katliamına karşı dur demeye çalışan adeta bir Don Kişot misali yılmadan, savaşına devam eden Janina Duszejko ile bizleri tanıştıran Pokot, muhteşem bir gerilim sunuyor aynı zamanda bizlere. Kahramanımız Janina, kapitalist düzenin tüm getirilerini reddetmiş, doğada yaşayan, feminist duruşuyla takdire şayan ve en önemlisi de hayvan dostu bir vegan olmasıyla kendine hayran bırakıyor.

Böylesi bir karakterin peşine takılmamak, yaptıklarına ve inandıklarına sahip çıkmamak bana kalırsa imkânsız. Üstelik savaş verdiği hayvan ve doğa düşmanlarının tek tek cezalarını bulması da Janina’nın böylelikle ona inanan seyircinin doğru yolda olduğunun ispatı değil de nedir?


7) Hungry Hearts (Aç Kalplar) – 2014

Yönetmen: Saverio Costanzo

Hamileyken bir medyumdan çocuğunun seçilmiş çocuk olduğunu öğrenen Mina, bunu fazlasıyla önemser. Zira Mina, duygularıyla hareket eden, hislerine her şeyden daha çok güvenen bir kişilik sergiler. Jude ise tam tersi yaşadığımız çağın insanlarından; tıbbın her söylediğine gözü kapalı inanan, duygularının sesine kulaklarını tıkamış her şeyi akıl ve mantık sınırlarında yorumlayan biri. Bir de bu kişilik farklılıkları yetmezmiş gibi beslenme farklılıkları da üstüne eklenir; Mina, vegandır. Bu kadar büyük farklılıklar eşler arasında problemlerin yaşanması için yeterli bir sebepken bir de bebeğin bu zıt kutupların arasına düşmesi çatışmayı daha da güçlendirir.

Çocuğunu vegan besleyerek büyütmek isteyen annenin özverisi, çocuğu için yaşadığı sıkıntılar, önyargılarını bir tarafa bırakan seyirci için fazlasıyla anlamlı. Zira hadsizce bebeğini hayvansal ürünlerle besleyen ebeveynlerden çok daha bilinçli, fedakâr ve hisli bir anne var karşımızda. Belki de Mina’nın yaptıklarını anlamaya çalışıp, onu takip etmek daha mantıklıdır ne dersiniz?




8)Kosmos – 2010

Yönetmen: Reha Erdem

Her yönetmenin bir zirve noktası varsa şayet, Erdem’in ki Kosmos’dur kuşkusuz. Yerli sinemanın önemli kilometre taşlarından olan Kosmos, bir nevi distopik bir evrende geçiyor. Kars gibi büyüleyici atmosferiyle her yönetmenin radarına giren şehir, Erdem’in filmine de tüm maharetini gösterecek kadar misafirperver davranıyor. Sermet Yeşil gibi başarılı bir oyuncunun bedeninde adeta şahlanan Kosmos karakteri, meczup bir gezgin. Kosmos, modern insanın koyduğu ahlak kurallarını hatta ve hatta iletişim şekillerini bile reddeden bir ermiş bir nevi. Hayvanlara hükmettikten sonra medenileştiğini zanneden insanlığın karşısına yerleştirdiği Kosmos ile mükemmel bir çatışma yaratan
Erdem, Kosmos üzerinden insanlığın tüm kokuşmuş davranışlarını hedef seçiyor filmine. Yemek yeme adına hayvan ırkını katletmelerinden tut da, hiç sorgulamadan kabul edip geldikleri ahlaki kurallara kadar… 

Filmde özdeşlik kurduğumuz Kosmos ise insanın özüne dönüşü temsil ediyor adeta. Hayatta tek önemli olan şeyin aşk olduğuna inanan Kosmos, aşkını bulduğunda onunla olan iletişim şekli ile kuşkusuz filmi izleyen herkesi derinden etkilemiştir. İnsanın modernleşmeden önceki özüne saygı duruşu niteliğindeki bu film önünde saygı ile eğilmeyi hak ediyor sanırım.




9)Noah (Nuh: Büyük Tufan) – 2014

Yönetmen: Darren Aronofsky

Darren Aronofsky’nin dini referanslardan çokça yararlandığı fakat hepsini de kendi özgün sürecinden geçirdiği filmi olan Noah, veganlığı yüzyıllar öncesine taşıyan bir yapım aynı zamanda. Bilinen Nuh hikâyesini perdeye taşıyan Aronofsky, tufandan sonra yaşama devam edip, hayatı devam ettirecek tür olarak hayvanları görüyor. Zira dünyanın yaşanamaz hale gelmesinin tek sebebinin doğayı ve hayvanları hunharca kullanan insanlık olduğunu her fırsatta dile getirmekten çekinmiyor film. Öyleyse yeniden üremeyi, yaşamı devam ettirme gibi bir hakkın sahibi asla insanlık olamaz. Bu görev artık hayvanların olmalıdır.

Et yememeyi, doğayı ve hayvanları katletmemeyi hatta ve hatta insanlıktansa kurtarılması, hayata devam etmesine ön ayak olunacak olan türün hayvanlar olduğunu vurgulayan, bol aksiyonlu, büyük bütçeli ama bir o kadar da kocaman kalpli film oaln Noah’ın söyledikleri sizce de çok değerli değil mi?




10)Fehér isten (Beyaz Tanrı) – 2014

Yönetmen: Kornél Mundruczó

Yönetmen açılış sahnesi ile başlar seyircisini rahatsız etmeye. Son zamanlarda birçok filmde kullanılan mezbaha görüntüsüyle insanoğlunun sırf beslenmek için yaptığı ya da ortak olduğu vahşeti en ince ayrıntısıyla gözler önüne sererek, seyirciyi sorgulatır. Bu muhteşem sahneden sonrada çok ara vermeden devam eder anlatmaya yönetmen. Macaristan da uygulanmaya başlayan ırkçı yasayı, hayata olan öfkesini çocuklarına yönelten ebeveyni, öğrencilerini anlamaya çalışmayan sadece suçlayan öğretmeni, çöpe attığı artıkları bile hayvanlar ile paylaşmaktan aciz insanları, para kazanmak ya da egolarını tatmin etmek için hayvanlara işkence yapan zavallıları nefes almadan izleriz.

İzlerken de yer yer duymaya bile tahammül edemeyeceğimiz sertlikte gerçeklere tanık olur, net bir şekilde safımızı belli ederiz.  Evet, izleyici olarak artık insanlığın varoluşundan itibaren itilip kakılmış, kötü emellerine alet edilmiş, kullanılıp atılmış olan köpekler özelinde tüm hayvanlar için atmaya başlar kalbimiz.




Dinlere Olan Bakış Açılarıyla Ateizmi Destekleyen Filmler

2001: A Space Odyssey


Adams æbler


Agora


Bad Boy Bubby


Black Death


Contact


Creation


Crimes and Misdemeanors


Det sjunde inseglet


Dogma


God on Trial


Inherit The Wind


Jesus Camp


Journal d’un curé de campagne


Le tout nouveau testament


Letting Go Of God


Life Of Brian


Mary And Max


Naked


Ordet


Paul


Persepolis


PK


Planet of the Apes


Religulous


Sex, Death and the Meaning of Life


Sleeper


Smultronstället


Stalker


Takva


The Broken Circle Breakdown


The Invention Of Lying


The Ledge


The Man From Earth


The Seventh Seal


The Stoning Of Soraya M.


The Sunset Limited


 The Tree of Life


Whatever Works


You Don’t Know Jack