5 Mart 2020 Perşembe

Baran

 


İran Yeni Dalgası’nın en önemli temsilcilerinden Majid Majidi’nin başyapıtlarından biri olan Baran (2001), tam da içinde bulunduğumuz süreçte tekrar hatırlanması gereken yapımlardan biridir. Zira ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin ardından yirmi yıl sonra tekrar ülkeyi ele geçirmeye başlayan Taliban nedeniyle yeni bir göç dalgası daha başlamış durumda. Taliban’ın tıpkı Sovyet işgalinin son bulmasının ardından ülkeyi ele geçirmesi ve büyük bir baskı rejimi kurması gibidir şu an yaşanılanlar. “Tarih tekerrürden ibarettir.” diye boşa dememişler ne de olsa. Yalnız yaşananlar her ne kadar bire bir aynı olsa da bazı nüanslar ülkemizdeki göçmen karşıtlığını ayyuka çıkarmış durumda. Çünkü geçmişte Afgan göçü ağırlıklı olarak İran’a yapılmıştı. Fakat İran, bu kez ülkesine gelen Afgan göçmenleri Türkiye sınırına bırakmaktadır. Neredeyse 1.5 milyon Afgan göçmene ev sahipliği yapan İran’ın yerini Türkiye alır mı bilinmez. Ya da bir başka Baran filmi de ülkemizde çekilir mi emin değilim. Ama bu ayki dosya konusu “göçmenlik” olunca Baran’ı tekrar hatırlamakta ve nasırlaşmış yürekleri bir nebze de olsa törpülemekte fayda var diye düşünmekteyim.

Baran, her ne kadar odağına bir aşk hikâyesini almış gibi dursa da aslında çok daha önemli mevzulara ayna tutar. Majidi, bu aşk hikâyesinin arka fonunda Afgan göçmenlerin ülkedeki durumunu, onların nasıl muamele gördüğünü, nasıl sömürüldüğünü gözler önüne serer. Fakat bununla da kalmaz. Keza sorun sadece göçmenlerin durumu ile sınırlı değildir. Ülkenin kendi vatandaşlarının da durumu pek parlak değildir. Majidi, hem ülkesindeki sosyo-ekonomik duruma hem de göçmenlerin yaşadıklarına aynı pencereden bakar. Sonuçta hepsi ezilmiş, ötekileştirilmiş bireylerdir. Zaten hepsini ortak bir alan olan inşaatta buluşturur.



Bir yanda emeğinin karşılığını alamayan, karın tokluğuna çalışan İranlı işçiler diğer yanda aynı işi yapmalarına rağmen İranlı işçiler kadar bile alamayan, büyük bir sefalet içerisinde hayata tutunmaya çalışan Afgan işçiler… Majidi, filmin ilk yarısında kimlik kartına sahip olmanın bile ayrıcalık sayıldığı, insan hayatının hiçbir ehemmiyetinin olmadığı ülkesindeki bu durumu, bir şantiyedeki gündelik hayattan aktarır. İkinci yarıda ise Afgan göçmenlerin yaşadığı yerleşim yerinde geçer genelde hikâye.  Böylece ikinci yarıda göçmenlerin hayatına, yaşadıklarına daha yakından bakmaya başlarız. Majidi, can pahasına ülkelerinden kaçıp başka bir ülkede yaşama tutuna(maya)n göçmenlerin durumunu en saf haliyle asla ajitasyon yapmadan aktarır.

Toplumsal gerçekçi sinemanın en seçkin örneklerinden biri olan Baran, yüreği henüz nasırlaşmamış bir genç üzerinden aşkın da yardımlaşmanın da gönül zenginliğinin de ne olduğunu bir kez daha hatırlatır seyirciye. Tüm bu süreç boyunca Majidi, asla bireylere yöneltmez oklarını. Çünkü film boyunca karşımıza çıkan karakterlerin hepsi uçurumun kenarındaki bireylerdir. Sorun en baştan kaynaklanmaktadır. Zaten o yüzden de Lateef, ne kadar çabalarsa çabalasın kimseye yetemez. Zira sorun bireysel çabalarla çözülemeyecek kadar büyüktür. Ama Lateef’in bakış açısı kesinlikle herkese lazımdır.