20 Aralık 2014 Cumartesi

2014' EN İYİ 10 FİLMİ LİSTEM

2014'ün EN İYİ 10 FİLMİ

  • Inside Llewyn Davis(Sen Şarkılarını Söyle)

  • The Grand Budapest Hotel(Büyük Budapeşte Oteli)

  • La grande bellezza(Muhteşem Güzellik)

  • En duva satt på en gren och funderade på tillvaron(İnsanları Seyreden Güvercin)

  • Kış Uykusu(Winter Sleep)

  • Frank

  • Deux jours, une nuit(İki Gün Bir Gece)

  • Only Lovers Left Alive(Sadece Aşıklar Hayatta Kalır)

  • Weekend(Haftasonu)

  • Sivas
NOT: FİLMLER ARASINDA SIRALAMA YOKTUR.

15 Aralık 2014 Pazartesi

BÜYÜYEN LEŞ KARGALARI


İlk filmi Geriye Kalan ile 48. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü alan Çiğdem Vitrinel, bu yıl Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku filmi ile aynı ödülü alamasa da festival izleyicisinin gönlünü fazlasıyla kazandı.

Üretim sıkıntısı yaşarken aşık olan, daha sonra aşık olduğu kadın tarafından terk edilen  erkek hikayesi gibi son derece klişe bir hikaye  Vitrinel’in elinde  bambaşka bir hale dönüşüyor. Tabi ki hikaye son zamanlarda ülkemizde de örneğini çok gördüğümüz (İncir Reçeli, Karışık Kaset) filmlerde ki gibi erkeğin tarafından anlatılıyor. Fakat bu kez hiçbir şekilde ilahlaştırılmayan karakterler var karşımızda. Kararlı, özgür, ne yaptığını bilen bir kadın gibi gözüken Müzeyyen’in aslında birçok kadın gibi zaaflarının olduğunu kısa bir süre sonra anlıyoruz. Gayet cool görünen Arif’in ise kendi kendine yetemeyen, ilgi ve şefkat bekleyen bir erkek olduğuna şahit oluyoruz. Tabi bu da izlediğimiz karakterleri çok daha gerçekçi ve bizden birileri yapıyor. Ve filmi diğerlerinden ayıran en önemli nokta da burası.



Kitabını yazma aşamasında olduğu görülen Arif’in bir yandan da kendi iç sesinden kitabından pasajlar duyarız. Duyduğumuz bu pasajları ekranda yazı olarak da görürüz. Hatta bu gördüğümüz ve duyduklarımızın filmde yaşananların ta kendisi olduğunu anlarız.  Bir yandan Arif’in Müzeyyen ile tanışıp sevgili olduğunu görürken diğer taraftan da Müzeyyen’in Arif’in kafasında yarattığı hayali olduğundan şüpheleniriz. Kitap yazıldı mı? Yoksa Kitap hiç bitmeyecek mi? Müzeyyen gerçek mi? Yoksa sadece bir hayal kahramanı mı? Film çok uzun bir süre bu sorularla izleniyor. Bu da tabii ki ilgi ve alakayı sürekli diri tutuyor.

Vitrinel bu güne kadar maço, küfürbaz erkek olarak izlenen  çok sevilen, hatta bu karakter ile özdeşleşen bir oyuncuyu tam tersi bir rolde oynatarak çok büyük bir cesaret örneği gösteriyor. Ülkemiz sinemasındaki genel geçer kuralları rol seçiminde de yerle bir ediyor. Ve bu seçim Erdal Beşikçioğlu gibi başarılı bir oyuncudan yana olduğundan, cesaret olumlu sonuç veriyor. Beşikçioğlu bu kez de tanıdığımızın tam tersi bir kişi olarak gönlümüzü kazanıyor.



Arif’in gittiği bir kahvede bir erkek korosunun  erkeklerin  kadınlar hakkındaki genel geçer düşüncelerini mizahi bir dille dinler ve filmin en keyifli sahnelerinden birini izleriz. Bu koro sesleniş halinde iken Arif hiçbir düşünce beyan etmez.  Zaten Arif insanlarla karşılıklı konuşmaktan pek haz etmez. Onun tercihi kendisine karşılık veremeyen eşyalardır. Tüm duygularını onlarla paylaşmaktan haz alır. Hatta eşyalarla konuşmaları o kadar içten ve samimidir ki hep eşyalarla konuşsun isteriz. Fakat kendisi ve eşyalarla konuşan, sürekli ilgi ve şefkat bekleyen çocuk Arif büyür ve bizi terk eder. Ama tabi ki Arif gibiler hep olacaktır. Bize bu Arif’ler den birini başarılı bir şekilde izlettiren bu film asla es geçilmemeli derim.

Filmle ilgili bence çok büyük ve tek sıkıntı Harun Tekin’in filmde oynaması olmuş. Sırf müziklerini yaptı diye havada kalan bir rol ile filmde oynattırılması film için de Harun Tekin için de büyük talihsizlik olmuş ne yazık ki.



FAKAT MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU
YÖNETMEN:ÇİĞDEM VİTRİNEL
SENARYO:ÇİĞDEM VİTRİNEL, CEYDA AŞAR
YAPIM:TÜRKİYE/2014
OYUNCULAR:ERDAL BEŞİKÇİOĞLU, SEZİN AKBAŞOĞULLARI





































6 Aralık 2014 Cumartesi

İYİLEŞİR Mİ Kİ BU KESİK İZİ?


Dikkat bu yazı spoiler içerir!

Her yeni  filminİ merak ve heyecan ile beklediğimiz Fatih Akın, bu kez tarzından çok uzak bir filmi mercek altına aldı. Fatih Akın ‘Duvara Karşı’ ve ‘Yaşamın Kıyısında’ filmlerinden sonra ‘The Cut’ filmi ile üçlemesini tamamlıyor. Üçlemedeki filmler sırasıyla benim Türkiye ile olan ilişkilerimin sürecidir diyor Akın. Bildikleri ve öğrendikleri arttıkça, ülkesini tanıdıkça senaryosu da ona göre biçimlenmekte gerçekten de. Çok daha butik bir olay çevresinde dolaşan Duvara Karşı’dan daha geniş topraklara yayılan Yaşamın Kıyısı’na oradan da neredeyse bir dünya yapımı The Cut’a uzanmakta Akın’ın filmografisi. Elbette anlatılmak istenen konu büyüdükçe, bütçede ona göre büyüyor. Bütçe ile birlikte özgürlüğün ve özgünlüğünde ona göre azalmaktadır. Bu her büyük bütçeli iddialı filmler de yaşanılan bir kaderdir.

Bu nedenlerden dolayı filmin tahmin edileceği gibi eleştirilen bir çok noktası var. Ve bu eleştiriler daha film gösterilmeden başladı. Defalarca söylendi, tartışıldı. Bunları tekrardan bende söylemek istemiyorum. Ki zaten bazı eleştirileri de çok gereksiz görüyorum. Bu filmin Türkiye için çok önemli bir misyonunun olduğunu ve bu önemli misyonundan dolayı  bile kucaklayıcı bir yaklaşımda bulunmamız gerektiğini düşünüyorum.



Bu kadar ön açıklamadan sonra filme geçecek olursak; Film iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm, 1915 yılında yaşanmış Ermeni soykırımından dolayı suçluluk duymak ve özür dilemek temeline göre işlenirken  İkinci bölümde  ise Ermeni diasporası üzerinden ilerler. Tabi ki Sorun Ermeni meselesi olunca bu ikisi birbirinden ayrı düşünülemez. Filmin birinci bölümünde Mehmet(Bartu Küçükçağlayan) karakteri filmin en önemli metaforu.  

Nasıl mı? Şöyle ki; Mehmet, Nazeret’in (Tahar Rahim) boğazını keserek onu boynundaki kesik izi ile birlikte ömür boyu sessizliğe mahkum eder. Sonrasında ise onun yaşaması için elinden geleni yaparak af diler. Ama tabiî ki hep böyle gitmiyor film.  Göç eden Ermeni kadınlara tecavüz eden eşkiyalar, anne ve babasından ayrı düşüp vahşetin ortasında çaresiz kalan Ermeni çocuklar, Ermenileri öldürsünler diye dışarı salınan mahkumlar… Yani o dönemde  Mardin toprakları tam bir keşmekeş içinde , Nazeret’in ailesini bulmak için gittiği topraklarda da devam ediyor bu keşmekeş.  Bedeviler tarafından satın alınan Ermeni kızları, kamplarda ölüme mahkum olan kadın ve çocuklar…



Mardin’de Nazeret’e yardımcı olan asker kaçaklarından sonra Halep’de de bir Arap sabun imalatçısı bu görevi üstleniyor. Halep’de geçen hikaye de Akın metaforları yine devreye sokuyor. Hikayenin Halep kısmında sabun imalathanesini mekan olarak seçerek sabun üzerinden soykırım olduğuna işaret ediyor.  Ama aynı zaman da imalathanenin sahibi tıpkı ‘Schindler’s List’ filmindeki Schindler gibi savaşın kaybedenlerine imalathanesinde kucak açıyor.  Ve sessiz  Charlie Chaplin filminde Chaplin’in derdini hareketlerle anlatmaya çalışması bazen de yanlış anlaşılması, Nazeret’in durumuna bire bir uyuyor.

 Film izlerken karşılaştığı çırağından kızlarının yaşadığını öğrenmesi ile The Cut bir yol hikayesine dönüşüyor. Ve tabiri caizse bizi umuda ulaştırma azmiyle  kıta kıta dolaştırıyor. Lübnan’dan Küba’ya, Küba’dan Amerika’ya, oradan da daha kuzeye giden Nazeret’i takip ediyoruz. Ve kızlarını bulması için inanılmaz bir istek duyuyoruz. Çünkü eğer kızlarını ya da kızını bulursa umudun hiç tükenmediğine dair hissimiz devam edecek. Biliyoruz ki Nazeret’in mutluluğu yüreğimize birazcık da olsa su serpecek. Dileğimiz tam olmasa da gerçekleşiyor. Kızlarından birini sakat bir halde buluyor. Dilsiz baba ve sakat kızı, sessiz ve sakat bırakılmış Ermeni  milletini temsil ediyor.



Akın filmde ermeni bir demirci ustasının bu süreçte yaşadıklarını,onun gözünden gördüklerini göstermek istedim diyor. Gerçekten de o günlerde yaşanılanlara Nazeret ‘in gördüğü ve yaşadığı kadar şahit oluyoruz. Ve en önemlisi Ermeni halkının değil, Nazaret’in bakış açısını, olaylar karşısındaki tepkilerini izliyoruz. Kendi halkından olan zengin tüccara yardım etmeye çalışmaması  aralarındaki sınıf farkından dolayı . Savaşın bitmesiyle Halep’i terk eden Türklere bir türlü taş atamaması ise kendi yaşadıklarını hatırlattığı içindir.

Son dönem filmlerinde izlemekten büyük keyif aldığımız Tahar Rahim’in oyunculuğu, Ermeni asıllı Amerikalı senarist Mardik Martin’in başarılı kalemi, Alexander Hacke’in filmle büyük bir uyum yakalayan müzikleri , başarılı sanat ve kostüm yönetimi söylenmeden geçilmemeli.
Akın önemli bir misyonu üstlenerek, tabiri caizse taşın altına elini koyarak zorlu ve meşakatli bir yola girmiş. Ve bu zorlu işin altından elbette eksikleri ve yanlışlarıyla da olsa kalkıyor. Tarafsız bir gözle, kimseyi yargılamadan söyleyeceğini söylüyor.

THE CUT (KESİK)
YÖNETMEN:FATİH AKIN
SENARYO:MARDİK MARTİN
OYUNCULAR:TAHAR RAHİM, SİMON ABKARIAN, MAKRAM KHOURY, BARTU KÜÇÜKÇAĞLAYAN
YAPIM: 2014 / ALM-TUR.-FRA.-POL.-KAN.-RUS. / 138 DK.