İran Yeni
Dalgası’nın en önemli temsilcilerinden Majid Majidi’nin başyapıtlarından biri
olan Baran (2001), tam da içinde
bulunduğumuz süreçte tekrar hatırlanması gereken yapımlardan biridir. Zira
ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin ardından yirmi yıl sonra tekrar ülkeyi ele
geçirmeye başlayan Taliban nedeniyle yeni bir göç dalgası daha başlamış
durumda. Taliban’ın tıpkı Sovyet işgalinin son bulmasının ardından ülkeyi ele
geçirmesi ve büyük bir baskı rejimi kurması gibidir şu an yaşanılanlar. “Tarih tekerrürden ibarettir.” diye boşa
dememişler ne de olsa. Yalnız yaşananlar her ne kadar bire bir aynı olsa da
bazı nüanslar ülkemizdeki göçmen karşıtlığını ayyuka çıkarmış durumda. Çünkü
geçmişte Afgan göçü ağırlıklı olarak İran’a yapılmıştı. Fakat İran, bu kez
ülkesine gelen Afgan göçmenleri Türkiye sınırına bırakmaktadır. Neredeyse 1.5
milyon Afgan göçmene ev sahipliği yapan İran’ın yerini Türkiye alır mı
bilinmez. Ya da bir başka Baran filmi
de ülkemizde çekilir mi emin değilim. Ama bu ayki dosya konusu “göçmenlik”
olunca Baran’ı tekrar hatırlamakta ve nasırlaşmış yürekleri bir nebze de olsa
törpülemekte fayda var diye düşünmekteyim.
Baran, her ne kadar odağına bir aşk
hikâyesini almış gibi dursa da aslında çok daha önemli mevzulara ayna tutar. Majidi,
bu aşk hikâyesinin arka fonunda Afgan göçmenlerin ülkedeki durumunu, onların
nasıl muamele gördüğünü, nasıl sömürüldüğünü gözler önüne serer. Fakat bununla
da kalmaz. Keza sorun sadece göçmenlerin durumu ile sınırlı değildir. Ülkenin
kendi vatandaşlarının da durumu pek parlak değildir. Majidi, hem ülkesindeki
sosyo-ekonomik duruma hem de göçmenlerin yaşadıklarına aynı pencereden bakar.
Sonuçta hepsi ezilmiş, ötekileştirilmiş bireylerdir. Zaten hepsini ortak bir
alan olan inşaatta buluşturur.
Bir yanda
emeğinin karşılığını alamayan, karın tokluğuna çalışan İranlı işçiler diğer
yanda aynı işi yapmalarına rağmen İranlı işçiler kadar bile alamayan, büyük bir
sefalet içerisinde hayata tutunmaya çalışan Afgan işçiler… Majidi, filmin ilk
yarısında kimlik kartına sahip olmanın bile ayrıcalık sayıldığı, insan
hayatının hiçbir ehemmiyetinin olmadığı ülkesindeki bu durumu, bir şantiyedeki
gündelik hayattan aktarır. İkinci yarıda ise Afgan göçmenlerin yaşadığı
yerleşim yerinde geçer genelde hikâye. Böylece ikinci yarıda göçmenlerin hayatına,
yaşadıklarına daha yakından bakmaya başlarız. Majidi, can pahasına ülkelerinden
kaçıp başka bir ülkede yaşama tutuna(maya)n göçmenlerin durumunu en saf haliyle
asla ajitasyon yapmadan aktarır.
Toplumsal
gerçekçi sinemanın en seçkin örneklerinden biri olan Baran, yüreği henüz nasırlaşmamış bir genç üzerinden aşkın da
yardımlaşmanın da gönül zenginliğinin de ne olduğunu bir kez daha hatırlatır
seyirciye. Tüm bu süreç boyunca Majidi, asla bireylere yöneltmez oklarını.
Çünkü film boyunca karşımıza çıkan karakterlerin hepsi uçurumun kenarındaki
bireylerdir. Sorun en baştan kaynaklanmaktadır. Zaten o yüzden de Lateef, ne
kadar çabalarsa çabalasın kimseye yetemez. Zira sorun bireysel çabalarla
çözülemeyecek kadar büyüktür. Ama Lateef’in bakış açısı kesinlikle herkese lazımdır.