Jeanne Dielman (1975), ana akım sinemanın genellikle özne olma şansı tanımadığı; duruşu, bakışı, amacı, görünüşüyle bir arzu nesnesi olarak çizdiği kadına esas konumunu teslim eder. Böylece Chantal Akerman, henüz yirmi beş yaşındayken eril düzenin zapturapt altına aldığı sinema sanatının kodlarını alaşağı eder. Laura Mulvey’in “Görsel Haz ve Anlatı Sineması” adlı makalesinde dile getirdiği “erkek bakışıyla bakılan ve arzulanan kadın” konumunu yapıbozuma uğratır. Filmimizin başkarakteri Jeanne, yine bakılan, takip edilen konumdadır ama bu kez erk bakışına hizmet edecek şekilde değildir. Jeanne, dönemin filmlerindeki ve reklamlarındaki kadın figüründe önemli bir kırılma yaratır. Her şeyden önce hikâyesine tanık olduğumuz karakter, seyirciye sürükleyici bir hikâye, olağanüstü yaşanmışlıklar, çıplaklık, seks, duygusallık, gözyaşı, ihtiras sunmaz. Zira Jeanne, oldukça rutin ilerleyen, yaşam çizgisinde asla zikzaklara izin vermeyen bir hayat yaşar. Üstelik film, tüm bu rutini iki yüz bir dakika gibi konvansiyonel sinemanın pek de alışık olmadığı bir süreye yayar.
Hem bir ev
işçisi hem de seks işçisi olan Jeanne, aynı zamanda anneliği de büyük bir
profesyonellikle sürdürmektedir. Karakterimiz adeta kutsadığı sıradan hayatını,
patriyarkal düzenin kadını sıkıştırdığı domestik alanda yaşar. Kadın için “steril”,
“güvenli” olan ev, aslında düzenin kadına biçtiği alanın (hapishanenin) bir temsilidir.
Ki Jeanne’nin film boyunca kadraj içinde kadrajlara hapsedilmesi de bu
tutsaklık durumunu açık etme amacı taşır. Akerman, bu domestik alana hapsedilen,
gündelik işlerin yükü altında ezilen, seks aracı gibi kullanılan ama sinemada
bambaşka bir şekilde çizilen kadının gerçek hayatına ortak eder seyirciyi. Eril
bakışa yönelik filmler izlemekten kendi özgün bakışını bile kaybetmiş bireye hiç
alışık olmadığı şeyleri; kadının gündelik hayatını izlettirir. Akerman,
feminist bakışı filme nakış nakış işlerken sıradan olanın gücünü kullanır. Ki
bu sıradanın göz alıcı cazibesi, fazlasıyla dingin akan hikâyeyi oldukça
politik bir noktaya taşır. Keza bu politik duruşu, gereksiz süsten azade olan senaryo
ve minimalist tercihler de fazlasıyla destekler. Gerçek zamanlı kurgu, sabit
kamera, uzun plan sekanslar, doğal ışık, azami diyalog ve statik akış ile film,
sadece anlattığı meseleyle değil aynı zamanda teknik anlamda da baskın
anlayışın dikte ettiğinin tersini yapar.
Örneğin konvansiyonel sinemanın kurguda
genelde kırptığı ya da tamamen kestiği, çöp diye tabir edilen detayları neredeyse
gerçek zamanlı olarak izleriz. Kadının hayatının büyük bir parçası olmasına
rağmen hâkim bakış açısının perdede görmeyi asla tercih etmeyeceği detaylardır
tüm bunlar. Erk bakışına sahip seyirci, her ne kadar gerçek hayatta kadından
temizlik ve yemek yapmak, annelik görevini icra etmek gibi görevler beklense de
perdede bambaşka bir kadın profili görmek ister. İşte Akerman, çıplaklığıyla,
entrikaları ve seksapalitesi ile ön plana çıkan kadın beklentisine adeta nanik
yapar. Tüm bunların yanında perdede asıl izlenmeye değer görülen sahnelerin ise
fazlasıyla sıradan, heyecandan yoksun ve yapay bir şekilde verilmesiyse ayrıca
takdire şayandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder