Dikkat bu yazı spoiler içerir!
Her yeni filminİ merak ve heyecan ile beklediğimiz Fatih Akın, bu kez tarzından çok uzak bir filmi mercek altına aldı. Fatih Akın ‘Duvara Karşı’ ve ‘Yaşamın Kıyısında’ filmlerinden sonra ‘The Cut’ filmi ile üçlemesini tamamlıyor. Üçlemedeki filmler sırasıyla benim Türkiye ile olan ilişkilerimin sürecidir diyor Akın. Bildikleri ve öğrendikleri arttıkça, ülkesini tanıdıkça senaryosu da ona göre biçimlenmekte gerçekten de. Çok daha butik bir olay çevresinde dolaşan Duvara Karşı’dan daha geniş topraklara yayılan Yaşamın Kıyısı’na oradan da neredeyse bir dünya yapımı The Cut’a uzanmakta Akın’ın filmografisi. Elbette anlatılmak istenen konu büyüdükçe, bütçede ona göre büyüyor. Bütçe ile birlikte özgürlüğün ve özgünlüğünde ona göre azalmaktadır. Bu her büyük bütçeli iddialı filmler de yaşanılan bir kaderdir.
Her yeni filminİ merak ve heyecan ile beklediğimiz Fatih Akın, bu kez tarzından çok uzak bir filmi mercek altına aldı. Fatih Akın ‘Duvara Karşı’ ve ‘Yaşamın Kıyısında’ filmlerinden sonra ‘The Cut’ filmi ile üçlemesini tamamlıyor. Üçlemedeki filmler sırasıyla benim Türkiye ile olan ilişkilerimin sürecidir diyor Akın. Bildikleri ve öğrendikleri arttıkça, ülkesini tanıdıkça senaryosu da ona göre biçimlenmekte gerçekten de. Çok daha butik bir olay çevresinde dolaşan Duvara Karşı’dan daha geniş topraklara yayılan Yaşamın Kıyısı’na oradan da neredeyse bir dünya yapımı The Cut’a uzanmakta Akın’ın filmografisi. Elbette anlatılmak istenen konu büyüdükçe, bütçede ona göre büyüyor. Bütçe ile birlikte özgürlüğün ve özgünlüğünde ona göre azalmaktadır. Bu her büyük bütçeli iddialı filmler de yaşanılan bir kaderdir.
Bu nedenlerden dolayı filmin tahmin edileceği gibi
eleştirilen bir çok noktası var. Ve bu eleştiriler daha film gösterilmeden
başladı. Defalarca söylendi, tartışıldı. Bunları tekrardan bende söylemek
istemiyorum. Ki zaten bazı eleştirileri de çok gereksiz görüyorum. Bu filmin
Türkiye için çok önemli bir misyonunun olduğunu ve bu önemli misyonundan
dolayı bile kucaklayıcı bir yaklaşımda
bulunmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu kadar ön açıklamadan sonra filme geçecek olursak; Film
iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm, 1915 yılında yaşanmış Ermeni soykırımından
dolayı suçluluk duymak ve özür dilemek temeline göre işlenirken İkinci bölümde ise Ermeni diasporası üzerinden ilerler. Tabi
ki Sorun Ermeni meselesi olunca bu ikisi birbirinden ayrı düşünülemez. Filmin
birinci bölümünde Mehmet(Bartu Küçükçağlayan) karakteri filmin en önemli
metaforu.
Nasıl mı? Şöyle ki; Mehmet,
Nazeret’in (Tahar Rahim) boğazını keserek onu boynundaki kesik izi ile birlikte
ömür boyu sessizliğe mahkum eder. Sonrasında ise onun yaşaması için elinden geleni
yaparak af diler. Ama tabiî ki hep böyle gitmiyor film. Göç eden Ermeni kadınlara tecavüz eden
eşkiyalar, anne ve babasından ayrı düşüp vahşetin ortasında çaresiz kalan
Ermeni çocuklar, Ermenileri öldürsünler diye dışarı salınan mahkumlar… Yani o
dönemde Mardin toprakları tam bir keşmekeş
içinde , Nazeret’in ailesini bulmak için gittiği topraklarda da devam ediyor bu
keşmekeş. Bedeviler tarafından satın
alınan Ermeni kızları, kamplarda ölüme mahkum olan kadın ve çocuklar…
Mardin’de Nazeret’e yardımcı olan asker
kaçaklarından sonra Halep’de de bir Arap sabun imalatçısı bu görevi üstleniyor.
Halep’de geçen hikaye de Akın metaforları yine devreye sokuyor. Hikayenin Halep
kısmında sabun imalathanesini mekan olarak seçerek sabun üzerinden soykırım
olduğuna işaret ediyor. Ama aynı zaman
da imalathanenin sahibi tıpkı ‘Schindler’s List’ filmindeki Schindler gibi
savaşın kaybedenlerine imalathanesinde kucak açıyor. Ve sessiz Charlie Chaplin filminde Chaplin’in derdini
hareketlerle anlatmaya çalışması bazen de yanlış anlaşılması, Nazeret’in
durumuna bire bir uyuyor.
Film izlerken
karşılaştığı çırağından kızlarının yaşadığını öğrenmesi ile The Cut bir yol
hikayesine dönüşüyor. Ve tabiri caizse bizi umuda ulaştırma azmiyle kıta kıta dolaştırıyor. Lübnan’dan Küba’ya,
Küba’dan Amerika’ya, oradan da daha kuzeye giden Nazeret’i takip ediyoruz. Ve
kızlarını bulması için inanılmaz bir istek duyuyoruz. Çünkü eğer kızlarını ya da
kızını bulursa umudun hiç tükenmediğine dair hissimiz devam edecek. Biliyoruz
ki Nazeret’in mutluluğu yüreğimize birazcık da olsa su serpecek. Dileğimiz tam olmasa
da gerçekleşiyor. Kızlarından birini sakat bir halde buluyor. Dilsiz baba ve
sakat kızı, sessiz ve sakat bırakılmış Ermeni
milletini temsil ediyor.
Akın filmde ermeni bir demirci ustasının bu süreçte yaşadıklarını,onun
gözünden gördüklerini göstermek istedim diyor. Gerçekten de o günlerde
yaşanılanlara Nazeret ‘in gördüğü ve yaşadığı kadar şahit oluyoruz. Ve en
önemlisi Ermeni halkının değil, Nazaret’in bakış açısını, olaylar karşısındaki
tepkilerini izliyoruz. Kendi halkından olan zengin tüccara yardım etmeye
çalışmaması aralarındaki sınıf farkından
dolayı . Savaşın bitmesiyle Halep’i terk eden Türklere bir türlü taş atamaması ise
kendi yaşadıklarını hatırlattığı içindir.
Son dönem filmlerinde izlemekten büyük keyif aldığımız Tahar
Rahim’in oyunculuğu, Ermeni asıllı Amerikalı senarist Mardik Martin’in başarılı
kalemi, Alexander
Hacke’in filmle büyük bir uyum yakalayan müzikleri , başarılı sanat
ve kostüm yönetimi söylenmeden geçilmemeli.
Akın önemli bir misyonu üstlenerek, tabiri caizse taşın
altına elini koyarak zorlu ve meşakatli bir yola girmiş. Ve bu zorlu işin
altından elbette eksikleri ve yanlışlarıyla da olsa kalkıyor. Tarafsız bir
gözle, kimseyi yargılamadan söyleyeceğini söylüyor.
THE CUT (KESİK)
YÖNETMEN:FATİH AKIN
SENARYO:MARDİK MARTİN
OYUNCULAR:TAHAR RAHİM, SİMON ABKARIAN, MAKRAM KHOURY, BARTU KÜÇÜKÇAĞLAYAN
YAPIM: 2014 / ALM-TUR.-FRA.-POL.-KAN.-RUS. / 138 DK.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder