Uzakdoğulu yönetmen Ang Lee’nin 2005 yılında çektiği
Brokeback Mountain, beklenenin üstünde başarı göstermişti. Oscar başta olmak
üzere birçok festivalden eli kolu dolu dönen film, Lee’nin de yükselişinin sinyallerini
vermişti. Ayrıca sadece yönetmen olarak değil oyunculuklar anlamında da yıldızlar
geçidi niteliğinde olmuş bir film Brokeback Mountain. Özellikle Jake Gyllenhaal
o günkü oyunculuk performansı ile vaat ettiği umudu boşa çıkarmadı; son
yılların en iyi aktörleri arasına yerleşti. Ki Oscar’ı kazanması da çok uzak
olmasa gerek. Maalesef ki filmin bir
diğer başrol oyuncusu Heath Ledger, 2008 yılında aramızdan ayrılarak serüvenine
devam edemedi. Şayet yaşasaydı Ledger’in yolu da fazlasıyla açıktı, tıpkı
Michelle Williams ve Anne Hathaway gibi.
Amerika’nın Brokeback dağlarında iki erkeğin kendini bulma
hikayesi olan film aynı zamanda western türünden de beslenir. Ennis ve Jack’in
yolları mevsimlik iş için çıktıkları Brokeback dağlarında kesişir. İkisinin az
çok planlanmış bir hayatları vardır. Ne var ki içinde bulundukları uçsuz
bucaksız, dingin doğa onları planlarından hariç yollara saptırır. Özellikle
Ennis gibi suskun, içe kapanık, yeniliğe asla açık olmayan, fazla erkeksi bir
kişiliği bile yoldan çıkarmayı başaracak bir büyüye sahiptir Brokeback dağları.
Jack ise hayatı boyunca yeniliğe açık olmuş, çılgın, gözü kara bir karakter
olduğundan dolayı zaten doğaya ve hayatın akışına kendini hemencecik bırakır.
Dağda çobanlık ve bekçilik yapan Ennis ve Jack her ne kadar erkeksi tavırlar
takınsalar, at üstünde marifetlerini sergileyip, atar yapınca kavga etmekten
çekinmeseler de duygularının sesine kulaklarını tıkayamazlar. Aşkın ne zaman ne
yer ne de cinsiyet tanıdığını, aşkın bunların hepsinin üstünde yer alan bir
gerçek olduğunu yaşayarak tadar ve anlarlar. Ve bu sürpriz aşk ilk başlar da
kabulleniş noktasında özellikle Ennis’i zorlasa da direnmenin âlemi olmadığını o
da anlar.
Her ne kadar film bize Ennis ve Jack’ın hayatını göstererek
ilerici bir şey yapıyor gibi algılansa da alt metinde söyledikleri pek de hoş
değil. Jack ile Ennis ilk birbirleri ile seviştikleri gecenin sabahı sürüdeki
koyunlardan birinin kurt tarafından yenilmesi ya da aşkını özgürce yaşamak
isteyen Jack’in cezalandırılması; yanlış yollara sapanların sonu böyle olur
demek istiyor. Oldukça ilerici bir film yapıyormuş gibi gözükerek alttan alta
farklı mesajlar veren bir film Brokeback Mountain. Lee, sağ gösterip sol
vuruyor tabiri caizse. Ayrıca Jack ve Ennis’in eşlerini mağdur olarak çizmesi
de cabası. Burada da yine bunu yapan erkeklerin kadınlara da üzüntü yaşattığını
onları zor duruma soktuğunu dile getirir. Son olarak daha muhafazakâr karakter
olan Ennis’in hayatının öncelikli olarak izlenmesi filmin aslında onun hikâyesiymiş
gibi gösterilmesi de çok kasıtlı bir hareket; şayet yönetmen Ennis ile özdeşlik
kurmamızı istiyor. Özgürlükçü, daha rahat davranan Jack ile katharsis yaşatmak
istemez Lee. Görüldüğü gibi Lee’nin dili çok sıkıntılıdır bu açıdan. Aslında
şaşırmamak gerek; Hollywood’a transfer olmuş bir yönetmenden tam da Hollywood
tarzı hareketlerdir bunlar.
Çatışmasını toplumsal değer yargıları ile Jack ve Ennis
asındaki aşk arasında kuran film doğayı muhteşem sunumu, başarılı
oyunculukları, türler arası mükemmel uyumu ile çok başarılı bir yapım. Ayrıca
film özellikle Ennis üzerinden sınıf meselesine de değinir. Ennis’in ekonomik
olarak yaşadığı sıkıntılar hep var olur. Jack’in ise zengin kayınbabası
karşısında uzun yıllar sinmek zorunda olması ise oldukça sinir bozucu. Ne var
ki oldukça sıkıntılı olan dili her şeyi eksik bırakıyor gibi.