Roman
Polanski’nin apartman üçlemesinin ilk filmi Repulsion (diğer ikisi Le locataire ve Rosemary’s Baby) psikolojik gerilim
filmlerinin başyapıtlarından biri kesinlikle. Zaten çok iyi düşünülmüş bir
senaryo ve başarılı yönetmenliğe ek olarak Catherine Deneuve’nin muhteşem
oyunculuğu filmin etkileyiciliğini daha da arttırıyor.
Repulsion,
Carol adındaki genç kızın bastırılmış cinsel duyguları ile başa çıkmaya
çalışmasını anlatıyor. Bu alışılagelmiş konu metaforlar kullanarak ve gerilim
ortamı yaratarak bambaşka bir havaya bürünüyor. Polanski daha film başında
Carol’un gözünden jeneriği düzensiz bir şekilde akıtarak film boyunca
izleyecekleriniz tıpkı bu jenerik gibi oradan oraya savrulacak, hiçbir şey bir
düzen içerisinde olmayacak diyor.
Film başladığında
biraz durgun, dalgın bir genç kız olarak tanırız Carol’u. Carol bir kuaförde
manikürcü olarak çalışır. Ablası ile birlikte yaşar. Ablasının erkek arkadaşından
pek de hoşlanmaz. Aslında her şey normaldir. Zaten film süresince Carol’un
nevrozları artacaktır. Şizofrenin katotanik yönünde seyir gösteren Carol bizi
istemeyeceğimiz kadar zorlu sahneler izlememize sebep olacaktır. Ama Carol’un
biz izleyiciler çok da umurunda değilizdir. O kendi nevrozların da kaybolmuştur
artık. Ablasının tatile çıkması ile artan nevrozları ablasının gelmesi ile en
azından bizim için bitecektir. Daha
Carol’u çok çözemediğimiz sıralarda neden kendisinden hoşlanan yakışıklı ve
centilmen çocuğa yüz vermez, ablasının sevgilisinden bu kadar rahatsız olur pek
bir anlam veremeyiz. Ta ki ilk ipucumuzu aile fotoğrafından alana kadar. Aile
fotoğrafında abla babanın dizine başını koymuş ve gayet mutlu iken Carol asık
suratlı ve objektiften farklı tarafa bakmaktadır. Burada en azından Carol’un
mutlu bir çocuk olmadığını, ailesi ile bir problemi olduğunu fark ederiz.
Ablasının seks yaparkenki sesi, yolda yürürken işçilerin ona laf atması,
kendisinden hoşlanan çocuğun öpmesi onu fazlasıyla rahatsız ediyor. Öpüşmeden
sonra eve gelip hemen dişlerini fırçalıyor. Kaldırımda ona laf atan işçilerin
olduğu yerde ertesi gün derin bir çatlak görüyor ve uzun süre bu çatlağa dalıp gidiyor.
Ablasının geceleri seks yapma sesinin gelmesi ile gece 12 gibi kilisenin
çanının çalar ve yatakta orta yaşlı bir erkek ona tecavüz etmeye kalkışıyor.
Evet, ipuçları artık arat arda gelmektedir ve büyük bir problem olduğu
anlaşılmaktadır. Biz ciddi bir şeyler var derken ablanın sevgilisi ile tatile
çıkmasına tıpkı Carol gibi bizim de gönlümüz el vermez. Fakat abla maalesef
bizim kadar Carol’un dengesizliklerini fark etmemiş ya da gereken önemi
vermemiştir.
Evet
abla gider ve bastırılan duygular Carol’u sıkıştırdıkça Carol intikam almaya da
başlar. Zaten sadece işe gitmek için dışarı çıkan Carol, iş yerinde de tuhaf
davranışlar sergilediği için işe de gitmez. Ve artık tamamen eve, aslında
rahmin içine kapanır. Çünkü ne olduysa o rahmin dışına çıkmasıyla başlamıştır.
Ve Carol kendini tekrar tamamen tehlikesiz olan rahme hapsetmiştir. Film
boyunca onu bu rahmin içinden çıkarmaya çalışanları ya da rahmin içine girmeye
çalışanları cezalandırırken izleyeceğiz. İşte gerilimin dozu da zaten buradan
sonra artar.
Zavallı
Carol için kendini hapsettiği rahim de çok rahatsız edicidir. Çünkü gördüğü her
şey ona penis ve vajinayı, seksi, bakireliği hatırlatmaktadır. Bu da onu
sürekli nevrozlarına sürüklemektedir. Bardağı vajina diş fırçasını penise
benzettiği için ablasının erkek arkadaşının diş fırçasını sürekli bardaktan
çıkarır. Carol’un diktiği beyaz elbise gelinliği bekareti, evin penceresinden
görünen manastır bekareti, televizyon haberlerinde belediye başkanının
lavabosundan çıkan yılan balığı penisi, dolaptaki tavşan (cinselliğe düşkün bir
hayvandır) cinselliği, taşan küvet taşan arzuları, duvardaki çatlaklar rahimde
doğum esnasında oluşan gerilmeleri de bize hatırlatılanlardır.
Polanski
rahmin içindeki gerilim ortamı için ise müziktense kuş sesleri, tavşana gelen sinek vızıltıları,
rahibe gülüşmeleri, saat tik tak’ları kullanır. Carol’un bu seslere ve mabedine
zorla girenlere asla tahammülü olmayacaktır. Onlara gereken cezayı verecektir.
Polanski bu cezalandırma sahnelerin de de bizi Hitchcock özellikle Psycho filmine
götürmektedir. Ama tabi ki çok daha
şiddetlidir Polanski’ninki.
Filmin sonunda ise çok büyük bir paradoks vardır. Ona
bunları yaşatan babasının yerine koyduğu ablasının sevgilisi rahmin içerisinden
bir baba şefkati ile kucaklayarak çıkarır. Son görüntü olarak da ekranda aile
fotosunda ki baba ile Carol’un silüeti kalır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder