Daha önce belgeseller çeken (Galata Kulesi Sokak No:23,
Selahattin’in İstanbul’u) nadir kadın yönetmenlerimizden Aysim Türkmen, aslında
bu projeyi de belgesel olarak çekmek için yola çıkıyor. Ne var ki yolunda
gitmeyen sebeplerden dolayı kurmaca olarak çekiyor filmi. Ama filmi izlerken
keşke belgesel olarak çekilseymiş dedirttiriyor maalesef.
Gönül meselesi nedeniyle gençliğini tutsak olarak geçirmek
zorunda kalan, müzik yarışmasına katılarak hayatlarını renklendirmeye çalışan,
Almanya’dan aileleri tarafından ceza olarak ülkelerine gönderilen, para için
sevgisini harcayan gençlerin hayatlarını izliyoruz Çekmeköy Underground’da...
Filmin arka fonunda aslında kentsel dönüşüm meselesi
irdeleniyor. Bu nedenle kentsel dönüşümün uygulandığı bu semtte de tıpkı
diğerlerinde olduğu gibi gecekondu mahallelerinin dibinde biten yüksek
güvenlikli sitemleri ile plazalar boy gösteriyor. Ama isminin dışında filmde Çekmeköy’ü
göremiyoruz neredeyse. Zaten film Çekmeköy’de çekilmiyor, Göktürk semtinde
çekiliyor. Peki ama filmine ismini bile
veren bu semti, daha çok görsek, o atmosferi biraz teneffüs etsek, seyirci
olarak fena mı olurdu?
Bunun yanında didaktik söylemler bas bas bağırıyor. Bir de 98 dakika olan filmde son 15-20
dakikasında kendini tekrar eden olaylar, gereksiz diyaloglar izleyeni koltukta kıvrandırıyor
ne yazık ki. Hatta film sonlara doğru birkaç tane çok daha mantıklı son
barındırmasına rağmen uzadıkça uzayarak en olmadık son ile bitiyor. Tamam,
anlatılan hikaye sona ulaşmak zorunda değil. Ama hikaye kurgusunun hiçbir
mantıksal zemine dayanmaması düşündürücü.
Birçok karakter üzerinde derinlemesine düşünülmemiş olduğunu
görüyoruz filmde. Çoğu karakterin içi boş kalıyor. En derinlikli çizilen Tarık (Can
Sipahi) karakteri oluyor. Diğerlerinin çoğu ne karakter derinliği olarak ne de oyunculuk
olarak sınıfı geçemiyor. Zaten Fero karakerini canlandıran Barış Gönenen daha
önce oynadığı Firak filminde de vasat bir oyunculuk sergilemişti. Almancı
gençler çok gerçekçi ama onların da canlandırdıkları karakter çok havada
kalıyor. Almanya’nın aykırı sokaklarından gelen zengin gençlerinin Türkiye’nin
varoş gençliğini sırf aynı tür müziği dinledikleri için böylesine kucaklayacakları
pek inandırıcı değil. Filmdeki en güzel şeylerden biri Tülin Özen ve Selen Uçen
gibi başarılı oyuncuları az da olsa görebilmek oluyor.
Bu kadar olumsuz şey sıraladıktan sonra tabii ki söylenecek
iyi şeyler de var: Her ne kadar senaryo, karakterler, kurgu sıkıntılı olsa da
biçim olarak tatmin edici bir film. Kamera kullanımı gayet başarılı. Bazı
karakterlere attırılan tiratlar çok yerinde. Gençlerin ot içtikleri sahnelerde
biz seyircilerin de kafası tıpkı onlar gibi oluyor. Onlar gibi duyuyor, onlar
gibi görüyoruz. En etkileyici sahneler de bunlar oluyor... Bir de filme apaçi gençliği olarak tanıdığımız
gençlerin icra ettiği arabesk rapi yerleştiriyor yönetmen. Bu film aslında
varoşların arabesk kültürünü yeni sosyolojik duruma uyarlayarak kıyafet,
internet, eğlence ve müziğin evrimleşerek arabesk rap kültürüne dönüşmesini
işliyor aynı zamanda.
Yüksek güvenlikli site duvarında yazan (Çekin Lan Duvarı
Teli, İnsan Gibi Yaşayın) bir yazı ile karşılaştıktan sonra yazıyı kimin
yazdığını araştırması ile başlayan süreç Aysim Türkmen’i Çekmeköy Underground
filmini çekmeye kadar götürmüş. Ve duvarların ardındaki öfkeyi, ihaneti, terk
edilmişliği, karşılıksız aşkı, umudu filmine konu etmiş. Çekmeköy Underground özgün fikri olan ama bu fikri tam olarak
değerlendiremeyen bir film. Yine de fikri için bile izlenmenye değer diye
düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder