Bahçede tören yapan bir okulu, camın arkasından izleyerek
başlıyoruz filme. Fakat bu törende ne yüksek sesle söylenen marşın sesini ,ne
de öğrencilerin uğultusunu duyuyoruz. Sadece bir öğrencinin elinde salladığı
zilin sesi geliyor. Bu ses film boyunca duyacağımız nadir seslerden biri, hatta
duymaya tahammül edeceğimiz tek ses oluyor. Çünkü duyacağımız diğer sesler
keşke duymasaydım diyeceğimiz türden. Filmde herkesin işitme engelli olduğunu
ve işaret dili ile anlaştığını anlıyoruz. Filmde ki bu sessizlik, seyirin ilk
zamanlarında çok rahatsız edici oluyor. Neden işaret dilini bilmiyorum ki ya da
altyazı neden yok gibi sorularla kıvranıyorsun.
Bir süre sonra ise bu sorulardan, yaşadığın rahatsızlıktan hiçbir esame
kalmıyor. Geriye 130 dakikalık sıkıcı biçimsel deneme değil ustalıkla çevrilmiş
bir eseri izlemenin keyfi kalıyor.
Yönetmen Miroslav Slaboshpitsky
kısa filmlerinin ardından çektiği ilk uzun metrajlı filminin arka fonuna tüm
çıplaklığı ile göreceğimiz ülkesi Ukrayna’yı koyuyor. Ukrayna’nın binalarının
yıpranmışlığı ve çürümüşlüğü sistemin durumuna resmen ayna tutuyor. Tıpkı
duvardaki boyalar gibi lime lime dökülen eğitim sistemi ya da bozulmuş hiçbir
işe yaramayan makineler gibi bir güvenlik sistemi işliyor ülkede. Ve tüm
bunlara tıpkı filmdeki karakterlerin sessizliği gibi sessiz kalan bir
alışılmışlık eşlik ediyor.
Film boyunca Ukrayna’da ki çürümüş sistemi anlatmak için
kullanılan okul bu kadarı da olamaz denilecek yaşantılara ev sahipliği yapar.
Bu okulda çeteler, şiddet, hırsızlık, fuhuş, haraç alma hatta kadın ticareti
bile yapılır. En dayanılmaz yanı ise tahmin edileceği gibi bu sayılanlara ya
okul idaresi ve öğretmenler ses çıkarmaz ya da birebir destek olur. En küçük
sakininden en büyüğüne kadar okuldaki herkes bu düzeni benimser görünür. Kimse
halinden şikayetçi değildir. Hatta okula
yeni gelen karakterimiz, sanki yıllardır bu okulda okuyormuş gibi anında ayak
uydurur düzene. Bu da ülkenin tüm kurumlarının aynı işleyişte olduğunu ispatlar
niteliktedir. Bu bozuk çarka itiraz edecek kimse çıkmaz ortaya. Var olan durumu
herkes kabullenmiştir. Var olan durumu
herkes kabullenmiştir. Eğitim dışında her şeyin yapıldığı bu kurumda devam eden
sistematik bir işleyiş vardır. Hatta okul sakinlerini, topluca izlediğimiz bazı
sahnelerde söylenileni koşulsuz yapan zombilere benzetebiliriz.
Bu kadar olumsuzluğun arasında okula yeni gelen elemanın ilk
geldiği zaman onun bir kurtarıcı olduğunu düşünüyoruz. Fakat ilerleyen
zamanlarda tamamen ortama adapte oluyor karakterimiz. Filmi genelde bu karakter üzerinden izliyoruz.
Ama film onu hiçbir zaman özdeşlik kuracağımız biri olarak göstermiyor.
Yaşanmaya başlayan aşk hikayesi de tüm bu kötülüklerin üstesinden gelemiyor ne
yazık ki. Hatta bu ismini bile bilmediğimiz anti kahramanımız filmin sonunda
asıl şiddetin nasıl olacağının dersini veriyor bize.
Seyrine doyum olmayan kamera kullanımı, oldukça uzun
sahneleri, kuzey ülkelerinin soğuk ve rutin hayatına denk düşen mavi ağırlıklı
ortamları, birebir gerçek zamanlı izlenen bazı sahneleri ve tahmin bile edemeyeceğimiz kadar yüksek dozda
şiddet sahneleri ile izlemesi yer yer zor bir film Plemya. Ayrıca Plemya bu kadar çürümüş sistemde
izleyenlerine boş umutlar vaat etmiyor.
Her şeye fazlasıyla gerçekçi yaklaşıyor film. Bu gerçekçi duruş bizi daha
da büyülüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder