15 Mart 2015 Pazar

YENİ DÜNYA


Caner Erzincan ilk uzun metrajlı filmi Mar ile dikkat çekmeyi başarmıştı. Haliyle ilk filmin eli yüzü düzgün olunca ikinci filmde beklenti biraz yükselmişti. Ne yazık ki Yeni Dünya beklentileri karşılamak bir yana kocaman bir hayal kırıklığı…
Film, köyden kente göç, kentsel dönüşüm, down sendromu, bürokrasinin çıkmazı, cinsel açlık, az gelişmişlik toplumsal sorunlara değinmek niyetiyle yola çıkıyor. Film elde ettiği gelirlerin bir kısmını down sendromlu çocuklara gideceğini açıklayarak sosyal sorumluluk örneği de gösteriyor. Ama ne bu kadar önemli konuları dile getirme niyeti, ne de sosyal sorumluluk film yapmak için yeterli olamıyor. Zira hepsi başlı başına bir sorun teşkil eden konuları birkaç söz ya da görüntü ile geçiştirmek her şeyi yarım bırakıyor. Çünkü ne köyden kente göç, köprüyü görme isteği ile ne de kentsel dönüşüm, birkaç yıkılmış bina, boşaltılmış ev ile verilemiyor.

 Köyden kente göç eden anne, baba ve çocuktan oluşan bu aile İstanbul’da kentsel dönüşümün olduğu Fikirtepe’de oturmaya başlarlar. Aile down sendromlu çocuklarını özel eğitim okuluna göndermeyi ve devlet tarafından bağlanacak aylığı almayı amaçlar. Buraya kadar her şey anlaşılır. Ama film hikayeyi anlatmaya başladığında klişelerden kurtulamaz ve yolunu hızlıca kaybeder.  
Annenin ve çocuğun yaşlarındaki uyumsuzluk, kırsaldan kente gelen kadının giyim kuşam olarak hızlıca değişip dönüşmesi, anne ile babanın çocuklarına karşı tutarsız anında değişen davranış tarzları, seyirciye aktarılamayan zaman atlamalarını filmdeki mantık hatalarından bazıları. Bu kadar toplumsal sorunlara duyarlı gözüken filmin, kadına erkek egemen toplumun bakış acısıyla bakması ve kadın mağdur olmalıyken suçlu pozisyonuna sokulması ise cabası. Ha, bir de her şeyi tek bir filme sığdırırım, bütün problemleri anlatırım derdi var ki, bir film için en tehlikeli şeylerden biri de bu galiba.

Filmin iyi yanları da var tabii; Erkan Petekkaya’nın gelişmemiş erkek rolünün hakkını fazlasıyla vermesi, Şükran Ovalı’nın canlandırdığı anne karakterinin çocuğunun öğretmenleri ile konuştuğu sahnede çizdiği bilinçsiz veli profili çok gerçekçi. Zaten Ovalı’nın canlandırdığı rolde tek gerçekçi sahne de burası oluyor ne yazık ki. Son olarak, yönetmenin ilk filmi Mar’da başrolü verdiği, benim de çok başarılı bulduğum Volga Sorgu Tekinoğlu’nu neden o kadar vasıfsız bir rolde izliyoruz merak ettim.
Yönetmenin down  sendromlu kardeşi Soner Erzincanlı’nın  kendisini oynadığı Soner rolünü izlemek filmin en keyifli anları. Ama bu da tek başına filmi kurtarmaya yetmiyor. Keşke yönetmen kardeşini de oynattığı bu filme daha çok kafa yorsa, daha çok emek harcasaydı diye düşünmeden edemiyor insan.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder