Caner Erzincan ilk uzun metrajlı filmi Mar ile dikkat
çekmeyi başarmıştı. Haliyle ilk filmin eli yüzü düzgün olunca ikinci filmde
beklenti biraz yükselmişti. Ne yazık ki Yeni Dünya beklentileri karşılamak bir
yana kocaman bir hayal kırıklığı…
Film, köyden kente göç, kentsel dönüşüm, down sendromu, bürokrasinin
çıkmazı, cinsel açlık, az gelişmişlik toplumsal sorunlara değinmek niyetiyle
yola çıkıyor. Film elde ettiği gelirlerin bir kısmını down sendromlu çocuklara
gideceğini açıklayarak sosyal sorumluluk örneği de gösteriyor. Ama ne bu kadar
önemli konuları dile getirme niyeti, ne de sosyal sorumluluk film yapmak için
yeterli olamıyor. Zira hepsi başlı başına bir sorun teşkil eden konuları birkaç
söz ya da görüntü ile geçiştirmek her şeyi yarım bırakıyor. Çünkü ne köyden
kente göç, köprüyü görme isteği ile ne de kentsel dönüşüm, birkaç yıkılmış
bina, boşaltılmış ev ile verilemiyor.
Köyden kente göç eden
anne, baba ve çocuktan oluşan bu aile İstanbul’da kentsel dönüşümün olduğu
Fikirtepe’de oturmaya başlarlar. Aile down sendromlu çocuklarını özel eğitim
okuluna göndermeyi ve devlet tarafından bağlanacak aylığı almayı amaçlar.
Buraya kadar her şey anlaşılır. Ama film hikayeyi anlatmaya başladığında
klişelerden kurtulamaz ve yolunu hızlıca kaybeder.
Annenin ve çocuğun yaşlarındaki uyumsuzluk, kırsaldan kente
gelen kadının giyim kuşam olarak hızlıca değişip dönüşmesi, anne ile babanın
çocuklarına karşı tutarsız anında değişen davranış tarzları, seyirciye
aktarılamayan zaman atlamalarını filmdeki mantık hatalarından bazıları. Bu
kadar toplumsal sorunlara duyarlı gözüken filmin, kadına erkek egemen toplumun bakış
acısıyla bakması ve kadın mağdur olmalıyken suçlu pozisyonuna sokulması ise
cabası. Ha, bir de her şeyi tek bir filme sığdırırım, bütün problemleri
anlatırım derdi var ki, bir film için en tehlikeli şeylerden biri de bu galiba.
Filmin iyi yanları da var tabii; Erkan Petekkaya’nın
gelişmemiş erkek rolünün hakkını fazlasıyla vermesi, Şükran Ovalı’nın canlandırdığı
anne karakterinin çocuğunun öğretmenleri ile konuştuğu sahnede çizdiği
bilinçsiz veli profili çok gerçekçi. Zaten Ovalı’nın canlandırdığı rolde tek
gerçekçi sahne de burası oluyor ne yazık ki. Son olarak, yönetmenin ilk filmi
Mar’da başrolü verdiği, benim de çok başarılı bulduğum Volga Sorgu Tekinoğlu’nu
neden o kadar vasıfsız bir rolde izliyoruz merak ettim.
Yönetmenin down
sendromlu kardeşi Soner Erzincanlı’nın
kendisini oynadığı Soner rolünü izlemek filmin en keyifli anları. Ama bu
da tek başına filmi kurtarmaya yetmiyor. Keşke yönetmen kardeşini de oynattığı
bu filme daha çok kafa yorsa, daha çok emek harcasaydı diye düşünmeden edemiyor
insan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder