Federıco Fellini ‘La Dolce Vita’ filmi ile ülkesinde ve yurt
dışında çok büyük üne kavuşur ve birçok ödül kazanır. Bu durum Fellini’ye çok
büyük rahatlık, para ve özgürlük sağlar. Bu rehavet içerisinde bir sonraki
Sekiz Buçuk filmini çeker. Tüm filmleri kendinden izler taşısa da Sekiz Buçuk
tam olarak Fellini’nin kendisidir. Özellikle çocukluğuna bir saygı duruşu
niteliğindeki bu film yeni filmini çekme hazırlığında olan bir yönetmenin
üretememe sancılarını anlatır. Fellini son filminde büyük başarı elde edince
diğer birçok sanatçının yaşadığı onun kadar iyisini ya da ondan iyisini bir
daha yapamayacağına dair korkularla baş başa kalır. Bu sancılarını perdeye
aktarmaya karar veren Fellini filmde bir türlü tamamlanamayan yapıma atfen de
adını Sekiz Buçuk koyar. İşte bu bir türlü dokuz olamayan film Fellini’nin
faşizm ve Katoliklik ile derdini ortaya koyduğu ama en önemlisi annesi de dahil
olmak üzere kadınlarla kurduğu hayal dünyasının perdedeki yansıması olur.
Film, yönetmen Guido’nun rüya sekansı ile başlar. Ama ne
rüya… İster misiniz bu rüyanın derinlerine bir yolculuk yapalım? Bir tünelde
sıkışmış trafikte arabaların ulaşmak istedikleri istikamete ilerlemeye
çalıştıklarını görürüz. Bu arabaların birinde de Guido vardır. Bu tüneli vajina,
arabaları da sperm olarak düşünürsek döllenmeyi başaran spermin Guido olduğunu
anlarız. Çünkü Guido bir süre sonra bulunduğu arabanın içerisinden çıkmaya
çalışır. Zaten derinden gelen kalp atışı seslerinin dışında mutlak sessizliğin
olması da bunun kanıtıdır. Fakat bir türlü fetüs şeklinde ki duruşu ile rahmin
duvarlarını itelese de çıkmayı başaramaz Guido. Neyse ki tüm bebeklerde olduğu gibi hayata
çıkış yolunu bulur nihayet. Arabanın üst penceresinden önce başını sonra da
vücudunu yavaş yavaş çıkarır. Bu zorlu yolculuktan sonra dışarı süzülüşü
görülmeye değerdir. Kollarını iki yana açarak tıpkı bir melek gibi göklere
süzülür. Fakat unuttuğu bir şey vardır Guido’nun. Göbek bağı hala
kesilmemiştir. Doğar doğmaz melek olmaya izin verilmez öyle. Gerçek hayatta
kene gibi ona yapışacak insanlar tarafından göbek kordonundan çekilerek yaşamın
tam da ortasına bırakılır.
Sekiz Buçuk, geleneksel sinemanın hiçbir kuralını uygulamaz.
Her ne kadar doğrusal ilerleyen bir kurgusu olsa da gerçek hayat ile rüyalar birbirine
girdiği için takip etmesi kimi zaman oldukça zor olur. İlk izlenildiğinde pek
bir şey anlaşılmayan, yer yer izleyenin sıkıldığı ama sonraki izleme
deneyimlerinde hakkı verilecek filmlerden. Zaten Fellini ne filmlerini anlaşılmasını
ister ne de seyirci olarak özdeşlik kurmamızı. Elinden geldiği kadar seyirciyi
filme yabancılaştırmaya çalışır; sesli film teknolojisi başlamasına rağmen
ısrarla filmlerini dublajlı-dudak hareketleri ile ses uyumlu değildir- çeker,
ortam sesini neredeyse hiç kullanmaz. Ayrıca filmlerinde en çok imge kullanan
yönetmenlerden de biridir.
Fellini’nin kendisinin bir yansıması olarak yarattığı Guido
karakteri aracılığıyla tabiri caizse duygusal stripriz yapıyor. Zira Fellini konuşmak istiyor. Bunu Guido’ya
söylettiği ‘Söylemek istediğim bir şey yok, ama yine de konuşmak istiyorum’
sözlerini söyletmesinden de anlıyoruz. Kendi iç dünyasını bize tüm
samimiyetiyle aktaran Fellini’nin bu filmi yıllar boyunca eskimeyen bir klasik
olarak kalacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder