25 Haziran 2015 Perşembe

SEKİZ BUÇUK: BANA BİR RÜYA ANLAT, İÇİNDE FELLİNİ OLSUN


Federıco Fellini ‘La Dolce Vita’ filmi ile ülkesinde ve yurt dışında çok büyük üne kavuşur ve birçok ödül kazanır. Bu durum Fellini’ye çok büyük rahatlık, para ve özgürlük sağlar. Bu rehavet içerisinde bir sonraki Sekiz Buçuk filmini çeker. Tüm filmleri kendinden izler taşısa da Sekiz Buçuk tam olarak Fellini’nin kendisidir. Özellikle çocukluğuna bir saygı duruşu niteliğindeki bu film yeni filmini çekme hazırlığında olan bir yönetmenin üretememe sancılarını anlatır. Fellini son filminde büyük başarı elde edince diğer birçok sanatçının yaşadığı onun kadar iyisini ya da ondan iyisini bir daha yapamayacağına dair korkularla baş başa kalır. Bu sancılarını perdeye aktarmaya karar veren Fellini filmde bir türlü tamamlanamayan yapıma atfen de adını Sekiz Buçuk koyar. İşte bu bir türlü dokuz olamayan film Fellini’nin faşizm ve Katoliklik ile derdini ortaya koyduğu ama en önemlisi annesi de dahil olmak üzere kadınlarla kurduğu hayal dünyasının perdedeki yansıması olur.
Film, yönetmen Guido’nun rüya sekansı ile başlar. Ama ne rüya… İster misiniz bu rüyanın derinlerine bir yolculuk yapalım? Bir tünelde sıkışmış trafikte arabaların ulaşmak istedikleri istikamete ilerlemeye çalıştıklarını görürüz. Bu arabaların birinde de Guido vardır. Bu tüneli vajina, arabaları da sperm olarak düşünürsek döllenmeyi başaran spermin Guido olduğunu anlarız. Çünkü Guido bir süre sonra bulunduğu arabanın içerisinden çıkmaya çalışır. Zaten derinden gelen kalp atışı seslerinin dışında mutlak sessizliğin olması da bunun kanıtıdır. Fakat bir türlü fetüs şeklinde ki duruşu ile rahmin duvarlarını itelese de çıkmayı başaramaz Guido.  Neyse ki tüm bebeklerde olduğu gibi hayata çıkış yolunu bulur nihayet. Arabanın üst penceresinden önce başını sonra da vücudunu yavaş yavaş çıkarır. Bu zorlu yolculuktan sonra dışarı süzülüşü görülmeye değerdir. Kollarını iki yana açarak tıpkı bir melek gibi göklere süzülür. Fakat unuttuğu bir şey vardır Guido’nun. Göbek bağı hala kesilmemiştir. Doğar doğmaz melek olmaya izin verilmez öyle. Gerçek hayatta kene gibi ona yapışacak insanlar tarafından göbek kordonundan çekilerek yaşamın tam da ortasına bırakılır.  
Sekiz Buçuk, geleneksel sinemanın hiçbir kuralını uygulamaz. Her ne kadar doğrusal ilerleyen bir kurgusu olsa da gerçek hayat ile rüyalar birbirine girdiği için takip etmesi kimi zaman oldukça zor olur. İlk izlenildiğinde pek bir şey anlaşılmayan, yer yer izleyenin sıkıldığı ama sonraki izleme deneyimlerinde hakkı verilecek filmlerden.  Zaten Fellini ne filmlerini anlaşılmasını ister ne de seyirci olarak özdeşlik kurmamızı. Elinden geldiği kadar seyirciyi filme yabancılaştırmaya çalışır; sesli film teknolojisi başlamasına rağmen ısrarla filmlerini dublajlı-dudak hareketleri ile ses uyumlu değildir- çeker, ortam sesini neredeyse hiç kullanmaz. Ayrıca filmlerinde en çok imge kullanan yönetmenlerden de biridir.
Fellini’nin kendisinin bir yansıması olarak yarattığı Guido karakteri aracılığıyla tabiri caizse duygusal stripriz yapıyor.  Zira Fellini konuşmak istiyor. Bunu Guido’ya söylettiği ‘Söylemek istediğim bir şey yok, ama yine de konuşmak istiyorum’ sözlerini söyletmesinden de anlıyoruz. Kendi iç dünyasını bize tüm samimiyetiyle aktaran Fellini’nin bu filmi yıllar boyunca eskimeyen bir klasik olarak kalacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder