28 Haziran 2015 Pazar

DARK PLACES: 25 YIL SONRA…


Gillian Flynn’nin Gone Girl romanı geçen yıl David Fıncher tarafından sinemaya uyarlanmış ve oldukça sevilmişti. Gone Girl’in bu kadar sevilmesi üzerine yazarın bir diğer romanı Dark Places, Gilles Paquet- Brenner tarafından neredeyse Gone Girl kadar başarılı bir şekilde uyarlanmış. Bu her iki yapımın da başarısının ilk sırrının çok iyi kurguya sahip Flynn romanları olduğunu söylemek gerekiyor.  Romanların kalitesine ihanet etmeyen özenli yönetmenler ve başarılı oyunculukları da unutmamak lazım.

Belli aralıklarla gazetelerin üçüncü sayfalarında cinnet getirme sonucunda tüm ailesini katleden aile bireylerinin kan dondurucu haberlerini okuruz. İnanılır gibi değildir bu duyduklarımız. Fakat bu tüyler ürpertici cinayetleri gerçekleştiren kişi suçunu itiraf eder, cezasını alır ve çok kısa süre sonra her şey unutulur. Bu cinnet vakaları sinemaya da sık sık konu olur geçmişten bu yana. Dark Places filminin ilk başlangıcı tam da böyle bir olay ile başlar.  Katledilen bir aile ve katliamdan kurtulanlar üzerinden ilerleyen bir hikaye vardır perdede. Tesadüf eseri kurtulan kız çocuğunu(Libby) ve ondan üstünkörü alınan ifade sonucu suçlu kabul edilen abisini (Ben) ana karakter olarak izleriz. Kağıt üzerinde, Ben, 25 yıl hapiste yatmış, suçlular cezasını çekmiş, adalet yerini bulmuştur?  Peki her şey bu kadar basit midir? En azından bu film için bu sorunun sorulması gerekecek. Zira Flynn’nin tarzını az çok tanıyorsanız hiç bir şeyin o kadar basit olmayacağını tahmin etmeniz gerekir. Dark Places’de unutulmaz cinayet vakaları ile ilgilenen gizemli bir grup olan Kill Club ile Libby’nin yolları kesişir. Ve asıl yaşananlar bilinçaltından, gizli mektuplardan, sahte adreslerden kurtularak gün yüzüne çıkar.
2003-2010 yılları arasında yayınlanmış Cold Case tv dizisinde yıllar önce çözülememiş ve rafa kaldırılmış dosyaları yeniden açıp çözmeye çalışıyorlardı. Ve çoğu zamanda suçlu olduğu sanılan kişinin aslında masum olduğu, olayın sanılanın tam da aksi bir seyir izlediği anlaşılıyordu. İşte Kill Club’nın yönlendirmesi ve ısrarı ile Libby’nin araştırmaları esnasında bu dizi aklıma geldi. Tıpkı bir matruşka gibi sır perdesi kat kat aralanıyor. Flashbackler ile geçmiş Libby’nin hafızsında tekrar yaşanıyor.  28 yıl sonra hukuken olmasa da tekrardan bir cinayet araştırması yapılıyor.

Satanizm, sınıf meselesi,  aile kurumu gibi konulardan da beslenen film aynı zamanda Amerika’nın adalet sistemini de inceden sorgular. Her ne kadar bunu açık açık dile getirmese de hukukun, büyük bir sansasyona neden olan cinayeti aydınlatmak için gereken hassasiyeti göstermemesi yeterince durumu açıklar.  Neyse ki bu tarz konularda kanun adamlarından daha özverili bir kamuoyu vardır. Libby yaşadığı ağır travmadan sonra aradan yıllar geçmesine rağmen hala hayatla barışamayan, kendine ait düzenli bir hayat yaratamayan biridir. Çünkü kafasında aslında hiç bir şey tam çözülmemiş, yanıtsız sorular olarak bekler.  Ne zaman ki sorular cevaplarını bulmaya başlayıp olay çorap söküğü gibi çözülür Lippy kendi ile barışmaya o zaman başlar. Tıpkı doktorun hastasını hipnoz yapması gibi Kill Clup üyeleri de Libby’i bir nevi hipnoza tabii tutarlar. Libby’e sorular sorarak onu yönlendiren club üyeleri onun unutmak istediği gerçekleri hatırlamasına ve olayı çözmesine vesile olurlar. Ve Libby tedaviye olumlu cevabı verir. Hayata umutlu bakan, yeni bir yolda ilerlemeye karar alır. Tabii Libby ile birlikte izleyici olarak bizler de onunla kurduğumuz katharsis sonucu rahatlar, huzura ereriz.
Önceki filmlerine göre çok daha başarılı bir iş çıkaran Gilles Paquet-Brenner geliştiğini bu filmle ispat ediyor.  Mükemmel bir atmosfer, başarılı oyunculuklar, sağlam bir hikaye ve senaryo Dark Places’i hakkı asla yenmemesi gereken bir filme dönüştürüyor. Cinayet filmlerini, bulmaca çözmeyi seviyorsanız bu film tam size göre.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder