10 Şubat 2015 Salı

FOXCATCHER TEAM: BABA, OĞUL VE KUTSAL KOÇ


Capote ve Moneyball filmlerinin başarılı yönetmeni Bennett Miller yine yaşanmış bir olayı taşıyor perdeye.  Mark Schultz, David Schultz ve John Du Pont’un trajik hikayesi başarılı oyunculukların da sayesinde perdede devleşiyor ve Cannes Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülünü alıyor.
Foxcatcher zannedileceği gibi bir güreş filmi değil. Güreş ile ilgili üç insanın yaşadıkları dramın filmi. Üç erkek, üç farklı hayat ve hayal kırıklığı demek Foxcatcher Team. Bu üç hayatın merkezinde Steve Carell’in canlandırdığı John Du Pont var. Amerika’nın en zengin ailelerinden birinin varisi olan Pont ABD ordusuna silah sağlayan, dünyanın kimya sanayisini de elinde bulunduran, Amerika Güreş Federasyonuna yardım yapan, milli güreşçileri maddi olarak destekleyen ve onlara koçluk yapan bir güç. Bu sayılan meziyetlerinin yanında ise hiç arkadaşı olmayan, annesinden takdir görmeyen, bir tutku haline getirdiği güreşi bile beceremeyen  Pont, çocukluğundan beri mutlu olamamış ve olamayacak biri.

 Biz Pont’un trajik hayatının çok küçük bir parçasına şahit oluyoruz. Channing Tatum’un canlandırdığı Mark Schultz ve Mark Ruffalo’nun canlandırdığı David Schultz’un  Pont’un hayatına girmesi ile başlar film. John çok sevdiği güreş ile ilgili önemli atılımlar yapıp mutluluğu tadabilecekken tam aksi olur.  Pont çekilmez hayatına tahammül etmektense ona çomak sokmayı tercih eder. Ya da beyni ona bunu emreder.  Ve maalesef kurunun yanında yaş da yanar misali Mark ve David gibi küçük hayatları ve makul istekleri, yaşayışları olan adamlar da yanmaktan kurtulamazlar. Pont’un bu sürecinin kurbanlarıdır Mark ile David.

Foxcatcher Team’de  Pont ile Mark arasında dostluğa dayalı baba oğul, David ile Mark arasında sevgiye ve güvene dayalı abi kardeş, Pont ile annesi arasında ise nefrete dayalı anne oğul ilişkisi vardır. Bir erkek hikayesi olan filmde sadece birkaç sahnede bulunmasına rağmen Pont’un annesi kilit bir roldedir. Birkaç replik ile filme oldukça katkı sağlar. Pont aracılığı ile bize aristokrasinin bakış açısını, değer yargılarını gösterir. Maalesef Pont, bu değer yargılarına tamamen uymaz. Pont annesi gibi soylulara yakışan sporlar ile ilgilenmez. Tam aksine alt sınıfın eğlencesi olan güreş ile gönül bağı geliştirir, annesinin sevgisinden mahrum kalma pahasına. Mark ile David arasındaki ilişki ise üst sınıfın ilişkileri gibi kurallı değildir. Karşılıksız severler birbirlerini hiçbir beklenti içerisine girmeden. Ama arada bir de içten içe çekişme hissedilir ilişkilerinde. Mark ile Pont arasında ise tanrı ile İsa arasındaki gibi bir ilişki vardır. Babası olmayan Mark sürekli sırtını sıvazlayan Pont’u baba, Pont ise Mark’ı kendisine itaat eden bir oğul hem de kendisine yarenlik edecek bir dost olarak görür. Ama bu ilişkide her şey menfaatlerin gittiği yere kadardır.

Bir Hollywood yapımı olan Foxcatcher Team izleyenleri ters köşe yapar. Amerikan burjuvasını eleştiren, boyundan büyük tiradları olmayan, minderde güreşçilerini devleştirmeyen, uzun kutsama sahnelerine başvurmayan bir film. Ne seyirci ile özdeşleşme kurdurup duygu sömürüsü yapan sahneler, ne de duygusal anlarda devreye girerek tüyleri diken diken eden müzikler var. Her Hollywood filminin olmazsa olmazı aşk ve cinsellik de yok. Bu kadar hileden uzak durarak resmen Hollywood vahasında Don Kişot’luk yapmıştır Bennett Miller.


İki saatten uzun süresine rağmen zevkle izlenilen Foxcatcher Team Oscar’da en iyi film dalında değil ama en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi özgün senaryo ve en iyi makyaj ve saç tasarımı dallarında ödüle aday oldu. Özellikle bugüne kadar komedi filmlerinde izlemeye alışık olduğumuz Steve Carell’in  John Du Pont rolüyle oscar heykelciğini kaldırması bekleniyor. Steve Caroll’a yapılan makyaj ile ise film makyaj dalında ki en güçlü adaylardan biri olarak görülüyor. Önemli oscar adaylıklarını alan film törene kısa bir zaman kala perdede izlenmeyi bekliyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder