Capote ve Moneyball filmlerinin başarılı yönetmeni Bennett
Miller yine yaşanmış bir olayı taşıyor perdeye. Mark Schultz, David Schultz ve John Du Pont’un
trajik hikayesi başarılı oyunculukların da sayesinde perdede devleşiyor ve
Cannes Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülünü alıyor.
Foxcatcher zannedileceği gibi bir güreş filmi değil. Güreş
ile ilgili üç insanın yaşadıkları dramın filmi. Üç erkek, üç farklı hayat ve
hayal kırıklığı demek Foxcatcher Team. Bu üç hayatın merkezinde Steve Carell’in
canlandırdığı John Du Pont var. Amerika’nın en zengin ailelerinden birinin
varisi olan Pont ABD ordusuna silah sağlayan, dünyanın kimya sanayisini de
elinde bulunduran, Amerika Güreş Federasyonuna yardım yapan, milli güreşçileri
maddi olarak destekleyen ve onlara koçluk yapan bir güç. Bu sayılan
meziyetlerinin yanında ise hiç arkadaşı olmayan, annesinden takdir görmeyen,
bir tutku haline getirdiği güreşi bile beceremeyen Pont, çocukluğundan beri mutlu olamamış ve
olamayacak biri.
Biz Pont’un trajik
hayatının çok küçük bir parçasına şahit oluyoruz. Channing Tatum’un
canlandırdığı Mark Schultz ve Mark Ruffalo’nun canlandırdığı David Schultz’un Pont’un hayatına girmesi ile başlar film.
John çok sevdiği güreş ile ilgili önemli atılımlar yapıp mutluluğu
tadabilecekken tam aksi olur. Pont
çekilmez hayatına tahammül etmektense ona çomak sokmayı tercih eder. Ya da
beyni ona bunu emreder. Ve maalesef
kurunun yanında yaş da yanar misali Mark ve David gibi küçük hayatları ve makul
istekleri, yaşayışları olan adamlar da yanmaktan kurtulamazlar. Pont’un bu
sürecinin kurbanlarıdır Mark ile David.
Foxcatcher Team’de Pont ile Mark arasında dostluğa dayalı baba
oğul, David ile Mark arasında sevgiye ve güvene dayalı abi kardeş, Pont ile
annesi arasında ise nefrete dayalı anne oğul ilişkisi vardır. Bir erkek
hikayesi olan filmde sadece birkaç sahnede bulunmasına rağmen Pont’un annesi
kilit bir roldedir. Birkaç replik ile filme oldukça katkı sağlar. Pont
aracılığı ile bize aristokrasinin bakış açısını, değer yargılarını gösterir.
Maalesef Pont, bu değer yargılarına tamamen uymaz. Pont annesi gibi soylulara
yakışan sporlar ile ilgilenmez. Tam aksine alt sınıfın eğlencesi olan güreş ile
gönül bağı geliştirir, annesinin sevgisinden mahrum kalma pahasına. Mark ile
David arasındaki ilişki ise üst sınıfın ilişkileri gibi kurallı değildir.
Karşılıksız severler birbirlerini hiçbir beklenti içerisine girmeden. Ama arada
bir de içten içe çekişme hissedilir ilişkilerinde. Mark ile Pont arasında ise
tanrı ile İsa arasındaki gibi bir ilişki vardır. Babası olmayan Mark sürekli
sırtını sıvazlayan Pont’u baba, Pont ise Mark’ı kendisine itaat eden bir oğul
hem de kendisine yarenlik edecek bir dost olarak görür. Ama bu ilişkide her şey
menfaatlerin gittiği yere kadardır.
Bir Hollywood yapımı olan Foxcatcher Team izleyenleri ters
köşe yapar. Amerikan burjuvasını eleştiren, boyundan büyük tiradları olmayan,
minderde güreşçilerini devleştirmeyen, uzun kutsama sahnelerine başvurmayan bir
film. Ne seyirci ile özdeşleşme kurdurup duygu sömürüsü yapan sahneler, ne de
duygusal anlarda devreye girerek tüyleri diken diken eden müzikler var. Her
Hollywood filminin olmazsa olmazı aşk ve cinsellik de yok. Bu kadar hileden
uzak durarak resmen Hollywood vahasında Don Kişot’luk yapmıştır Bennett Miller.
İki saatten uzun süresine rağmen zevkle izlenilen Foxcatcher
Team Oscar’da en iyi film dalında değil ama en iyi erkek oyuncu, en iyi
yardımcı erkek oyuncu, en iyi özgün senaryo ve en iyi makyaj ve saç tasarımı dallarında
ödüle aday oldu. Özellikle bugüne kadar komedi filmlerinde izlemeye alışık
olduğumuz Steve Carell’in John Du Pont
rolüyle oscar heykelciğini kaldırması bekleniyor. Steve Caroll’a yapılan makyaj
ile ise film makyaj dalında ki en güçlü adaylardan biri olarak görülüyor.
Önemli oscar adaylıklarını alan film törene kısa bir zaman kala perdede
izlenmeyi bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder