22 Şubat 2015 Pazar

LOVE İS STRANGE: YAŞ YETMİŞ İŞ BİTMEMİŞ


Forty Shades Of Blue ve Keep The Lights On filmleriyle çeşitli ödüller alan yönetmen Ira Sachs’ın son filmi Love is Strange etkileyici bir minimalist sinema örneği. Amerikan bağımsızlarından olan  yönetmen İf İstanbul Film Festivaline son filmiyle ikinci kez konuk oluyor.
Bugüne kadarki eşcinsel filmlerinde ya karakterlerin kendilerini keşfetme ya da birbiriyle karşılaşma, tanışma ve aşık olma süreçlerinin birbirini izlediği hikayeler izlemişizdir. Hatta karakterler genç, çiçeği burnunda ve  eşcinselliği tam olarak içselleştirememiş kişiler olur. Love is Strange ise bu alışılagelmiş durumu yerle bir ediyor. Filmde Ben ile George bu söylenen süreçleri çoktan atlatmış bir çift. İzleyici olarak hiçbir fikrimizin olmadığı 39 yıllık beraberliklerini evlilikle taçlandırmaya karar verirler. Birçok aşk filminde evlilik mutlu son olurken, bu kez sorunların başlangıcı oluyor. Sorunların başlangıcı derken yanlış anlaşılmasın; Ben ile George arasındaki ilişkiden kaynaklanan sorunlar değil bunlar.  Aksine yaşanılan zorluklar Ben ile George arasındaki bağı güçlendirmeye yarıyor.

Birlikteliklerini evlenerek devam ettiren karakterlerimizin karşısına hesaba katmadıkları gerçekler çıkıyor. Her ne kadar yaşadıkları bölge eşcinsel evliliğin yasal olduğu bir yer olsa da yeterli gelmiyor. Katolik okulunda öğretmenlik yapan George eşcinsel olduğu bilindiği halde okulda öğretmenliğine devam ederken bu durumu resmiyete dökünce işinden oluyor. Ve maddi sıkıntılar evlerini satmalarına, uygun kiralık bir ev bulana kadar akrabalarında ya da dostlarında kalmalarına kadar devam eden bir krize yol açıyor.  En acısı ise bu süreçte ayrı kalmak zorunda olmaları…

Bu ayrılık sürecinde tabii ki gün içerisinde birbirlerini görmeye çalışıyorlar. Ama onlar 40 yıl aynı yastığa baş koymuş kim bilir belki de tek bir gecelerini ayrı geçirmemişlerdir. Ayrıca yaş olarak da akrabalarından ve dostlarından büyüklerdir. Yaşayışları, alışkanlıkları, tarzları çok farklıdır. Bu yaştan sonra kendi yarattıkları habitattan ayrılmak çok zordur
Özellikle George yaşadığı ortamda tam bir yabancılaşma yaşıyor. Evde tıpkı bir hayalet gibi dolaşıyor. Evde verilen çılgın partiler ya da arkadaş toplantılarında bir dekordan farksız oluyor. Ben’in işi ise çok daha zor. Kendisinden küçük iki farklı nesil ile başa çıkmaya çalışıyor. Bu iki nesil de  bir süre sonra Ben’den rahatsız oluyor ve hareketleri hatta bazen sözleri ile bunu belli ediyorlar. Ben’in bu durumu bana Yeşim Ustaoğlu’nun çektiği Pandoranın Kutusu filmini hatırlattı. Orada da üç farklı nesil var.  Anne, çocuklar ve torun şeklinde. Anneyi çocuklar hiçbir şekilde anlayamazken Torun anneanneyi anlayan tek kişidir. Ben’in durumunda ise torun konumundaki Joey, Ben’i anlayamadığı gibi pervasızca hırpalayanlardan biri oluyor. Neyse ki, Ben oldukça olgun bir kişilik. Bütün olumsuz davranışları büyük bir sükûnetle karşılıyor. Ayrıca Joey’e yardımcı olmaya da çalışıyor.

Gerçek hayatta da, filmlerde de genelde insanlar yaşlanınca dünya nimetlerinden elini eteğini çekerler. “Bu yaştan sonra ne isterim ki!”, diye başlayan cümleler kurarlar. Ama son yıllarda çekilen ve çok da başarılı olan bazı filmler bu genel geçer mantık ile resmen oyun oynuyor. Muhteşem Güzellik filminde ki Jep ya da Gloria filmindeki Gloria ilerleyen yaşlarına rağmen partilerden, gece kulüplerinden çıkmayan seksi de gönüllerince yaşayan karakterler. İşte bu cesur, hayata umutla bakan karakterlerin arasına Ben ile George da katılıyor. Çünkü onlar son günlerine kadar hayata büyük bir umut ile bakar, aşklarını, mutluluklarını, üzüntülerini de diledikleri gibi açık ve samimi yaşarlar. Yeri gelir kimseden çekinmeden birbirlerine özlemle sarılıp hüngür hüngür ağlar, yeri gelir o kocaman bedenlerini küçücük bir ranza yatağa sığdırırlar. Kocaman bedenlerinde kocaman yürekler taşıyan Ben ile George, umudu sürekli diri tutmamız gerektiğini bize gösteriyorlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder