16 Mayıs 2015 Cumartesi

BOYCHOİR: MÜZİK HIRSIN GIDASIDIR


Sinema türlü türlü başarı hikayelerini anlatan bir sanat dalı olagelmiştir. Çoğu hikayede kahramanlar en alttan en üste doğru yavaş yavaş tırmanırlar. Gerçek hayatta nadir olarak yaşanılan bu vaka haliyle anlatılmayı hak edecek bir mevzu olarak görülür. İster gerçek ister hayal ürünü olsun izleyenler açısından bu hayat hikayeleri çok sevilir. Çünkü seyirci izlediği hikayede kendini kahramanın yerine koyarak tam bir özdeşleşme sağlar. Bu nedenle kahramanın yırtması izleyenin kendsininde sıkışmış dünyasından da kurtulması, nefes alması anlamına gelir. İşte Kanadalı Ben Ripley’in yazıp François Girard’ın yönettiği Boychoir bu bahsettiklerimin birçoğunu bünyesinde barındıran bir film.
Annesi ile birlikte yaşayan Stet ‘in aykırı davranışlar sergileyen mutsuz bir çocuk olduğunu özetlemesi ile başlıyor film. Ancak annesini kaybetmesinden sonra başarı merdivenlerini üçer beşer tırmanacağı bir kulvara giriyor Stet’in hayatı.  Stet ülkenin hatta kıtanın en başarılı müzik okullarından birine sadece biyolojik babası diyebileceğimiz kişinin para kesesinin ağzını açması ve yeteneği sayesinde giriyor. Ve bu ana kadar yapmadığı şeyi yapmaya başlıyor; hayatla savaşıyor. Üstelik bunu yaparken başarıya giden yolda hiçbir davranışı yapmaktan gocunmuyor; kimi zaman kendisinden küçüklerden yardım istiyor kimi zaman da iki gözü iki çeşme af diliyor. Zira burjuvazinin emarelerinin buram buram hissedildiği okulda tutunup başarabilmenin başka yolu olmadığının fazlasıyla bilincinde karakterimiz.

Stet’in hikayesini izlerken yakın dönemde izlediğimiz Whiplash filminin akla gelmemesi sanırım mümkün değil. Büyük başarıyı ıskalamış ve bilgilerini bir sonraki kuşağa aktararak yoluna devam eden hoca, rakiplerini geride bırakarak zirveye tırmanmaya çalışan öğrenci karakterleri çok benzeşiyor. En büyük benzerlikleri ise başarıyı dayanışarak değil de rakiplerini alt ederek kazanma paydası oluyor.  Ne var ki Boychoir’deki öğrenci öğretmen ilişkisi çok daha sevecen.

Kendini filmin her anında mükemmel bir konserin ortasındaymışçasına hissettiren müzikleri , Dustin Hoffman gibi başarılı oyuncuların varlığı ve her an yükselen öyküsü ile tam not alabilecek Boychoir alt metinde verdiği mesajlarla maalesef karın ağrısına neden oluyor. Stet’in hayata tutunma hikayesi Amerikan kültürünün aileyi kutsama takıntısından nasibini alıyor. Bir de üstüne sadece başarılı olursan kabul edilirsin mesajı var ki her şeyi bitiren nokta oluyor. Şayet yetenekli, zeki ya da güzel olmazsan, zirveye oynamazsan yalnız ve zavallı kalmaya mahkum kalırsın anlayışı filmin var olan güzelliklerini de gölgeleyerek geriye zifiri bir karanlık bırakıyor. Hatta çoğu kişi için faşist bir bakış açısı olduğu öne sürülen Whiplash’den bile zihniyet olarak geriye düşüyor. Geriye zirveye çıkmayı bırak, tırmanmasına bile izin verilmeyen nicelerinin varlığının yarattığı umutsuzluk duygusu kalıyor.

Boychoir, her şeye rağmen öğretmen-öğrenci ilişkisini ya da başarma öykülerini izlemeyi sevenler için kaçırılmaması gereken bir yapım. ‘Uzun süredir kulağımın pası silinmiyor’, ‘Biraz olsun müziğin huzurunu yaşamak istiyorum’ diyorsanız bu film tam size hitap ediyor.  Şayet filmi izlerseniz unutulmaz eserlerden Alleluia, Adiemus gibi eserleri etkileyici sahneler eşliğinde dinlemenin huzurunu yaşayacak ve filmden sonra fellik fellik filmin soundtrackını arayacağınıza bahse girerim. Şimdiden mırıldanarak eşlik edilen müziğin sesini duyar gibiyim.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder