What Women Want, Something’s Gotta Give, The Holiday, It’s
Complicated gibi çok başarılı romantik komedi filmlerine imza atan Nancy Meyers
son filmi ile başarısını zirveye taşıyor. The İntern filmi ,yönetmenin daha
önceki filmlerinde romantizm ile birlikte harmanladığı komedi türünü bu kez tek
başına ele aldığı bir yapım. Meyers, romantizmi kullanmadan tek başına komediyi
kullanarak da ne kadar etkileyici olabileceğini ispatlıyor. Film başından
sonuna kadar yüzünüzde bir tebessüm yaratan, yer yer de kahkahalar attırtan bir
seyir zevki sunuyor. The İntern, 121 dakika gibi uzun süresine rağmen asla
sıkmadığı gibi nasıl da çabucak bitti hissi yaratıyor.
Bu eğlenceli,
incelikli filmin başarısında yönetmenin olduğu kadar oyuncuların da katkısı çok
fazla elbette. Robert De Niro ve Anne Hathaway’in mükemmel uyum sağlayan
oyunculukları göz dolduruyor. De Niro filmdeki
rolünde de gerçek hayatta olduğu gibi yaş kemale erdi diyip de bir köşeye
çekilmez. 70 yaşına gelmiş, eşini kaybetmiş ama yaşam enerjisinden hiçbir şey
eksilmemiş bir ihtiyar delikanlıdır Ben. Yalnızlığının üstesinden gelmek için
sürekli kendini geliştirir, kurslara gider. Adeta ‘’Yaş yetmiş iş bitmiş’’
düşüncesini çürüten bir savaşçıdır o. Anne Hathaway’in canlandırdığı Jules
karakteri ise kadınların gurur kaynağı-her ne kadar bazı kadınlar tarafından
kıskanılsa da-, iş dünyasının yılmaz savaşçısıdır adeta. Miskin, üzerine ölü
toprağı serilmiş yeni nesle örnek teşkil edecek bir genç girişimcidir Jules. Yalnız
aklınıza kapitalizmin bir neferi de gelmesin sakın. O kendine, kocası ve kızı
ile var olan sıcak yuvasına işini de eklemiştir. Ofisini evi gibi,
çalışanlarını ailesi gibi görür. Hatta iş dünyasının sıkıcı kurallarını asla
uygulamaz; ofiste bisiklet ile dolaşır, çalışanlarını rahat ettirmek için
işyerinde masör çalıştırır, en önemlisi de ihtiyar stajerler alır işe. Başrolü paylaşan bu iki karakter o kadar derinlikli
çizilmiştir ki, anlatmaya çalışmak çok zordur. Bunun yanında Jules’in küçük
kızından tut da iş yerinde çalışan elemanlara kadar hepsi birbirinden renkli
karakterler barındıran film bir tane bile derinlikli karakter yaratamayan
filmlere ibret olabilecek düzeydedir.
Genelde yaşlanmış bir kurda ilham perisi olarak genç bir
soluğun yardımcı olmasıyla gelişen hikâyeleri izleriz. Fakat The İntern, bu
alışılagelmiş durumu da alt üst eder. Bu kez hem ev hayatı hem de iş hayatında
yoğunluktan dolayı köşeye sıkışan genç Jules, ihtiyarlasa bile enerjisinden ve
ışığından hiçbir şey kaybetmeyen Ben sayesinde sorunlarının üstesinden gelir.
Her ne kadar ilk etapta Jules, Ben’in kendisine yardımcı olabileceğine inanmasa
da çok kısa süre sonra onsuz yapamaz hale gelir. Ayrıca Ben’in şefkatli ama
gerçekçi dünyasından Jules gibi iş yerindeki çalışanlar ve Jules’in ailesi de
faydalanır. Ben, yardıma ihtiyacı olan
iş arkadaşlarına akıl verip, nasihat çekmez; onlara ‘’ben olsaydım’’ diliyle
konuşur. Ayrıca iş arkadaşlarıyla ilişkilerini geliştirmek için onlar gibi de
davranır; facebook kullanıcısı olur, onların muhabbetlerine eşlik eder, hatta
evini açar onlara. Yeri gelir bir baba, yeri gelir arkadaş olur. Ama öyle
gerçek dışı bir karakter değildir Ben. Fazlasıyla yaşamdan biridir.
Filmin en büyük artılarından bir diğeri ise kadına bakış
açısıdır. Jules çok yoğun çalışan bir iş kadınıyken kocası ise küçük kızlarına
bakar. Ve bu durum onlar için asla sıkıntı yapılacak bir durum olarak görülmez.
Yine Jules, kızını okula götürdüğü gün diğer veliler tarafından çalışan kadın
olduğu için iğnelenince onlara gereken cevabı verir . Böylece yönetmen hem
toplumun bakış açısını verir hem de buna olan tavrını gösterir. Filmin
sürprizlerini ele vermemek adına söylemediğim başka durumlarda da filmin kadına
ve kadının toplumdaki yerine çok doğru yerden bakar.
Değişen Dünya’ya ahlayıp puflamayan, ona uyum sağlayıp mutlu
olmayı başaran Ben ile yeni düzenin canavarlığından uzak durarak var olan
Jules’in hayata karşı omuz omuza vererek sergiledikleri duruş izlenilmeye
kesinlikle değer. Emin olun son zamanlarda geçireceğiniz en güzel iki saat sizi
bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder