Türkiye sinemasını Yeşilçam dönemi ve sonrası olarak kabaca
ikiye ayırabiliriz. İşte bu Yeşilçam sonrası dönemin yaşanmasından önce süren
durgunluk döneminden sinemamızı kurtaran, üzerine serilen ölü toprağı tazeleyen
birkaç yönetmen vardır. Bu birkaç yönetmenden en önemlilerinden biri ise Zeki
Demirkubuz’dur. Yeşilçam rejisörlerinin yanında asistanlık yaparak -usta çırak
ilişkisi temelinde- kendini geliştiren Demirkubuz, üst üste çektiği başarılı
yapımlar ile sadece ulusal alanda değil uluslararası alanda da adını
duyurmuştur. İlk filminden itibaren tüm filmlerinin senaryosunu, yapımcılığını,
kurgusunu ve yönetmenliğini kendisi yaparak auteur yönetmen unvanını hak
etmiştir. Bugüne kadar SİYAD(Sinema Yazarları Derneği), Antalya Altın Portakal
Film Festivali, Ankara Film Festivali, İstanbul Uluslararası Film Festivali gibi
festivallerden sayısız ödül kazanmıştır.
Demirkubuz salt film çeken bir yönetmen değil aynı zamanda
da politik bir kişilik olagelmiştir her daim. Daha edebiyat ve sinema ile
tanışmadan çok önce siyasi kimliğinden dolayı hapishaneye girmiş, işkence
görmüştür. Her ne kadar hapishanede tanıştığı edebiyat dünyası onun
düşüncelerini büyük oranda değiştirse de temel olarak bildiği yoldan asla
vazgeçmemiştir. En sevdiği, örnek aldığı yönetmen olarak Yılmaz Güney’i söyleyen
Demirkubuz, her zaman Güney sinemasını kendine örnek almıştır. Lakin filmlerinde
toplumsal meseleleri odağa yerleştirmez. Daha çok kişiler üzerinden anlatmayı
tercih eder. Nerdeyse filmografisinin büyük kısmında alt sınıftaki kişilerin
hayatını odağına almıştır.
Dostoyevski hayranı, futbol ve Beşiktaş sevdalısı, radikal
açıklamaların adamı, gezi direnişinin en sadık katılımcılarından biri,
sevenlerinin Zeki abisidir o.
Anlatmakla bitmeyecek, ne söylense eksik kalacak, yıllar
geçse bile verdiği eserlerle unutulmayacak bu adamı yeni filmi vizyona girmeden
bir gün önce doğum gününde son filmi de dâhil olmak üzere on filmlik
filmografisi ile hatırlayalım.
C BLOK(1994)
C Blok yönetmenin ilk göz ağrısı, aynı zamanda da en vasat
filmidir. Demirkubuz’un da hiçbir zaman benimseyemediği, hep üvey evlat
muamelesi yaptığı film yine de çekildiği dönem için çok önemliydi. SİYAD
tarafından ödüle layık görülmüş bu film bir üst orta sınıf eleştirisidir.
Bulunduğu sınıfın bunalımlarını fazlasıyla yaşayan bir kadının çaresiz
çırpınışlarını izleriz C Blok’ta. Kültürel yozlaşmanın dayandığı noktayı işaret
etmesiyle, şehir hayatının insanlığı nasıl çepeçevre kuşattığını göstermesiyle,
yalnızlık duygusunu iliklerimize kadar hissettirmesiyle değeri inkâr edilemez
bir filmdir.
MASUMİYET(1997)
Demirkubuz, ikinci filmi Masumiyet ile zirveye yerleşmiştir.
SİYAD’dan ve Altın Portakal Film Festivali’nden birçok ödül alan film oldukça
ilgi uyandırmıştı. Âşık olduğu adamın peşinden kendini diğer erkeklere satma
pahasına sürüklenen Uğur, başka bir erkeğe hayatını adamış bir kadına âşık olan
ve onun uğruna tüm hayatını mahveden Bekir, bir hiç uğruna cinayet işleyip
yıllarca hapishanede yattıktan sonra kendini hayatın tam da ortasında çaresiz
bir şekilde bulan Yusuf ve tüm bunlardan haberdar olmayan ama daha anne
karnında hayatın sillesini yemiş Çilem… İşte bu dört insanın hayatlarının
keskin bir dönemece girdiği bir süreci izleriz Masumiyet’te. Başarılı
oyuncular, güçlü senaryo, mükemmel kurgu ve elbette takdire şayan yönetmenlik
buluşur bu filmde. Gözlerin önünden Yusuf ile Çilem’in son görüntüsü.
Kulaklardan televizyonda izlenilen Yeşilçam filmlerinin sesleri kalır geriye.
ÜÇÜNCÜ SAYFA(1999)
Üçüncü Sayfa, taşradan İstanbul’a gelmiş ve hayata tutunmaya
çalışan insanların filmidir. Lakin bu alt sınıfa mensup insanlardan bazıları
hep saf ve temiz kalıp kaybetmeye mahkûmken bazıları ise kendi gibilerin üstüne
basarak hayata çelme takmayı başarabilir. İşte film çatışmasını bu iki gruptan
insan ile kurar. Meryem ile İsa’nın bir apartmanın bodrum katında başlayan hikâyeleridir
izlenilenler. Tam da gazetelerin üçüncü sayfalarına konu olacak cinsten
vukuatların yaşandığı filmde güçlü bir alt sınıf profili çizilir. Demirkubuz’un
feministler tarafından eleştirildiği filmlerden biri de olan Üçüncü Sayfa kadın-
erkek kıyaslamasından çok daha derin mevzularla uğraşır esasında.
İTİRAF(2001)
Zeki Demirkubuz’un Karanlık Üstüne Öyküler üçlemesinin
ikinci filmi İtiraf, psikolojik bir drama. Film, daha önce yaşanmış bir ihanet
üzerine kurulmuş olan evliliğin güvensiz ortamında başlar. Ne var ki ihanet bir
başka ihaneti doğurur. Fakat film çatışmasını klasik bir Yeşilçam filminde
olduğu gibi aldatan kötü kadın ve aldatılan masum erkek üzerinden yürütmez.
Filmin meselesi bunlardan çok daha derindir. İhaneti görmezden gelme,
kabullenememe, vicdan muhasebesi gibi sorunlar zemininde yürüyen film hepsinin
de altını fazlasıyla doldurur. Başak Köklükaya’nın canlandırdığı Nilgün’ün
isyankârlığı, Taner Birsel’in canlandırdığı Harun’un çaresizliği üzerinden yer
yer katharsis kurulsa da hiçbir izleyici filmin sonundaki özdeşleşmeyi
yaşayamamıştır sanırım. Her ne kadar
yönetmen ihanet yapanı cezalandırıyor gibi ilerlese de sonu itibari ile bilinen
doğruları alt üst eder film. Tahmin edilemez finali ile ayrıksı filmlerine bir
yenisini daha ekler Demirkubuz İtiraf ile.
YAZGI(2001)
Zeki Demirkubuz’un ,Albert Camus’un Yabancı adlı eserinden
etkilenerek çektiği Yazgı, Nihilizm’in beyazperdedeki görüntüsüdür bir nevi. Filmdeki
Musa karakterinin hayatta inandığı, değer verdiği, mücadele edeceği hiçbir
gerçek yoktur. Musa’nın filmin başında annesinin ölümüne verdiği tepkisizlik
filmin sonunda evindeki küçük çocuğa karşı verdiği tepkisizlikle aynıdır.
Değişen hiç bir şey yoktur. Her ne yaşarsa yaşasın Musa tepki vermemeyi tercih
eder. Musa karakterini kıskanmamak elde değildir aslında; bizim dert
edindiğimiz, kendimizi kahrettiğimiz hayat ile fazlasıyla problemsizdir
Musa. Bir sütlü kahvesi bir de
televizyonu vardır vazgeçemediği o kadar. Hayatı fazlasıyla mütevazı yaşar ve
bir o kadar da kayıtsız. Seyirci olarak bizlere de bu pervasızlığa sinirlenip
saç baş yolmak ya da keşke ben de böyle olabilsem demek kalır.
BEKLEME ODASI(2003)
Zeki Demirkubuz’un en kişisel filmlerinden biridir Bekleme
Odası. Zaten o nedenle de başrolünde kendisi oynamıştır. Hatta karısının da
rolü bulunur filmde. Karanlık Üstüne Öyküler üçlemesinin son filmi olan Bekleme
Odası, Suç ve Ceza romanını beyazperdeye uyarlamaya çalışan bir yönetmenin
sıkıntılı hayatından bir kesit sunar. Demirkubuz’un Dostoveyski’ye ithaf ettiği
film aynı zamanda Kader filminin başrol oyuncusu Ufuk Bayraktar’ın da küçük bir
rolle ilk oyunculuk tecrübesini yaşadığı yapımdır.
KADER(2006)
Sonra, bak oğlum dedim kendi kendime. Yolu yok
çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını usul
usul yürü şimdi.”
‘İzlediğin
en gerçekçi film hangisi?’ sorusuna benim düşünmeden vereceğim cevap hiç
kuşkusuz yukarıdaki sözlerle son bulan Kader filmi olur. İlk izlediğimde
şaşkınlık içerisinde geçen seyir zevkim sonrakilerde katlanarak devam etti.
Hani denir ya ‘Her izlediğimde başka bir keyif alıyorum’ diye. İşte öyledir
Kader. Varoşlarda yaşayan Bekir’in Uğur’a, Uğur’un Zagor’a olan aşkları uğruna
kendilerini tüketmelerinin hikâyesini izleriz bu filmde. Âşık oldukları
kişilere kendilerini karşılıksız olarak adar Bekir ile Uğur. Sonu, başı ne
olacak önemli değildir onlar için. Çevresindekilere zarar verip vermemeleri
bağlamaz ikisini de. Kaderlerini sonsuz bir kabulleniş vardır. İsyan etmez,
sadece rüzgâra verirler kendilerini. Yakacağını bilseler de tıpkı pervaneler
gibi ateşe atılırlar.
KISKANMAK(2009)
Kıskanmak filmi Demirkubuz’un etkilendiği edebiyat
dünyasından yaptığı en birebir uyarlamadır. Ayrıca dönem filmi olan tek
yapımıdır. Demirkubuz filmografisinde ayrı bir yere sahiptir Kıskanmak bu
nedenlerle. Nahid Sırrı Örik’in aynı adlı romanından uyarlanan bu film
kıskanmanın neden olduğu akıl almaz bir intikam hikâyesini anlatır.
Zıtlıklardan beslenen film güzellik ile başarının karşısına çirkinlik ile
başarısızlığı yerleştirir. Zafer ise hiç umulmayan bir yerden umulmadık bir
şekilde gelir. Sinsice ilerleyen bir intikam hikâyesini işler film. Yönetmenin
taşrada(Safranbolu) çekilen tek filmi olmasıyla da önem arz eden Kıskanmak, 1930’lu
yılların Türkiye’sini de başarılı bir şekilde yansıtır perdeye.
YERALTI(2012)
Yine bir Dostoyevski uyarlaması var karşımızda.
Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar eserinden serbest bir uyarlama olan film
aynı zamanda da Zeki Demirkubuz’un kişisel meselelerini de konuk ettiği bir
yapımdır. Yeraltı aynı zamanda Demirkubuz filmografisinin teknik olarak en
gelişmiş filmidir. Görüntü yönetimi anlamında da yönetmenin başyapıtı
diyebiliriz Yeraltı için. Film hak etmediği halde balon gibi şişirilen vasıfsız
insanlara ve bu küçük adamlara şakşakçılık yapan insan güruhunu eleştirir. Hem
de en sert dille yapar bunu. Lafını sakınmamaya ant içmiştir adeta Demirkubuz.
Ne var ki daha önce de söylediğim gibi özellikle yuvarlak masa sahnesinde dile
getirilen suçlamaların hedefinin neresi olduğu Demirkubuz’u az çok tanıyan
herkes için bilinen bir gerçektir. Ama yine de bu bile Yeraltı’nın
mükemmelliğini çok fazla gölgeleyememiştir. Engin Günaydın’ın canlandırdığı
Muharrem karakteri oldukça derinlikli bir karakter olarak hafızalarda yer
etmiştir.
BULANTI(2015)
Demirkubuz’un en kişisel filmi Bulantı, Yeraltı ile Bekleme Odası
filmlerinden izler taşımaktadır. Aynı zamanda
Ahmet karakterinin Yazgı filmindeki Musa karakterinden izler taşıdığını
da söyleyebiliriz. Üst orta sınıfın buhranlı hayatını eleştirirken aynı zamanda
yeni jenarasyonun da ahlaki değerlerini sorgular Demirkubuz bu filmiyle. Kibrin
insanı nerelere sürüklediğini oldukça çarpıcı bir şekilde anlatır yönetmen.
Elbette kapanmayan kapılar, kapı aralarında yapılan konuşmalar, Dostoyevski
alıntıları, televizyon, Beşiktaş gibi birçok yönüyle tam bir Zeki Demirkubuz
filmi Bulantı. Ama bu film ne önceki filmlerinden oluşan bir kolaj ne de kendini
tekrarlayan bir yapım. Demirkubuz’un başyapıtı olmasa da sinematografisine yeni
şeyler eklediği ayakları yere basan, sağlam bir eser. Ayrıca kendisinin de
oyunculuğunu daha da geliştirdiğini de gördüğümüz filmde karanlık ile aydınlığı
filmine metafor olarak seçmesi de çok etkileyici.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder