4 Ekim 2015 Pazar

Zeki Demirkubuz Sineması


Türkiye sinemasını Yeşilçam dönemi ve sonrası olarak kabaca ikiye ayırabiliriz. İşte bu Yeşilçam sonrası dönemin yaşanmasından önce süren durgunluk döneminden sinemamızı kurtaran, üzerine serilen ölü toprağı tazeleyen birkaç yönetmen vardır. Bu birkaç yönetmenden en önemlilerinden biri ise Zeki Demirkubuz’dur. Yeşilçam rejisörlerinin yanında asistanlık yaparak -usta çırak ilişkisi temelinde- kendini geliştiren Demirkubuz, üst üste çektiği başarılı yapımlar ile sadece ulusal alanda değil uluslararası alanda da adını duyurmuştur. İlk filminden itibaren tüm filmlerinin senaryosunu, yapımcılığını, kurgusunu ve yönetmenliğini kendisi yaparak auteur yönetmen unvanını hak etmiştir. Bugüne kadar SİYAD(Sinema Yazarları Derneği), Antalya Altın Portakal Film Festivali, Ankara Film Festivali, İstanbul Uluslararası Film Festivali gibi festivallerden sayısız ödül kazanmıştır.
Demirkubuz salt film çeken bir yönetmen değil aynı zamanda da politik bir kişilik olagelmiştir her daim. Daha edebiyat ve sinema ile tanışmadan çok önce siyasi kimliğinden dolayı hapishaneye girmiş, işkence görmüştür. Her ne kadar hapishanede tanıştığı edebiyat dünyası onun düşüncelerini büyük oranda değiştirse de temel olarak bildiği yoldan asla vazgeçmemiştir. En sevdiği, örnek aldığı yönetmen olarak Yılmaz Güney’i söyleyen Demirkubuz, her zaman Güney sinemasını kendine örnek almıştır. Lakin filmlerinde toplumsal meseleleri odağa yerleştirmez. Daha çok kişiler üzerinden anlatmayı tercih eder. Nerdeyse filmografisinin büyük kısmında alt sınıftaki kişilerin hayatını odağına almıştır.
Dostoyevski hayranı, futbol ve Beşiktaş sevdalısı, radikal açıklamaların adamı, gezi direnişinin en sadık katılımcılarından biri, sevenlerinin Zeki abisidir o.
Anlatmakla bitmeyecek, ne söylense eksik kalacak, yıllar geçse bile verdiği eserlerle unutulmayacak bu adamı yeni filmi vizyona girmeden bir gün önce doğum gününde son filmi de dâhil olmak üzere on filmlik filmografisi ile hatırlayalım.

C BLOK(1994)
C Blok yönetmenin ilk göz ağrısı, aynı zamanda da en vasat filmidir. Demirkubuz’un da hiçbir zaman benimseyemediği, hep üvey evlat muamelesi yaptığı film yine de çekildiği dönem için çok önemliydi. SİYAD tarafından ödüle layık görülmüş bu film bir üst orta sınıf eleştirisidir. Bulunduğu sınıfın bunalımlarını fazlasıyla yaşayan bir kadının çaresiz çırpınışlarını izleriz C Blok’ta. Kültürel yozlaşmanın dayandığı noktayı işaret etmesiyle, şehir hayatının insanlığı nasıl çepeçevre kuşattığını göstermesiyle, yalnızlık duygusunu iliklerimize kadar hissettirmesiyle değeri inkâr edilemez bir filmdir.

MASUMİYET(1997)
Demirkubuz, ikinci filmi Masumiyet ile zirveye yerleşmiştir. SİYAD’dan ve Altın Portakal Film Festivali’nden birçok ödül alan film oldukça ilgi uyandırmıştı. Âşık olduğu adamın peşinden kendini diğer erkeklere satma pahasına sürüklenen Uğur, başka bir erkeğe hayatını adamış bir kadına âşık olan ve onun uğruna tüm hayatını mahveden Bekir, bir hiç uğruna cinayet işleyip yıllarca hapishanede yattıktan sonra kendini hayatın tam da ortasında çaresiz bir şekilde bulan Yusuf ve tüm bunlardan haberdar olmayan ama daha anne karnında hayatın sillesini yemiş Çilem… İşte bu dört insanın hayatlarının keskin bir dönemece girdiği bir süreci izleriz Masumiyet’te. Başarılı oyuncular, güçlü senaryo, mükemmel kurgu ve elbette takdire şayan yönetmenlik buluşur bu filmde. Gözlerin önünden Yusuf ile Çilem’in son görüntüsü. Kulaklardan televizyonda izlenilen Yeşilçam filmlerinin sesleri kalır geriye.

ÜÇÜNCÜ SAYFA(1999)
Üçüncü Sayfa, taşradan İstanbul’a gelmiş ve hayata tutunmaya çalışan insanların filmidir. Lakin bu alt sınıfa mensup insanlardan bazıları hep saf ve temiz kalıp kaybetmeye mahkûmken bazıları ise kendi gibilerin üstüne basarak hayata çelme takmayı başarabilir. İşte film çatışmasını bu iki gruptan insan ile kurar. Meryem ile İsa’nın bir apartmanın bodrum katında başlayan hikâyeleridir izlenilenler. Tam da gazetelerin üçüncü sayfalarına konu olacak cinsten vukuatların yaşandığı filmde güçlü bir alt sınıf profili çizilir. Demirkubuz’un feministler tarafından eleştirildiği filmlerden biri de olan Üçüncü Sayfa kadın- erkek kıyaslamasından çok daha derin mevzularla uğraşır esasında.

İTİRAF(2001)
Zeki Demirkubuz’un Karanlık Üstüne Öyküler üçlemesinin ikinci filmi İtiraf, psikolojik bir drama. Film, daha önce yaşanmış bir ihanet üzerine kurulmuş olan evliliğin güvensiz ortamında başlar. Ne var ki ihanet bir başka ihaneti doğurur. Fakat film çatışmasını klasik bir Yeşilçam filminde olduğu gibi aldatan kötü kadın ve aldatılan masum erkek üzerinden yürütmez. Filmin meselesi bunlardan çok daha derindir. İhaneti görmezden gelme, kabullenememe, vicdan muhasebesi gibi sorunlar zemininde yürüyen film hepsinin de altını fazlasıyla doldurur. Başak Köklükaya’nın canlandırdığı Nilgün’ün isyankârlığı, Taner Birsel’in canlandırdığı Harun’un çaresizliği üzerinden yer yer katharsis kurulsa da hiçbir izleyici filmin sonundaki özdeşleşmeyi yaşayamamıştır sanırım.  Her ne kadar yönetmen ihanet yapanı cezalandırıyor gibi ilerlese de sonu itibari ile bilinen doğruları alt üst eder film. Tahmin edilemez finali ile ayrıksı filmlerine bir yenisini daha ekler Demirkubuz İtiraf ile. 

YAZGI(2001)
Zeki Demirkubuz’un ,Albert Camus’un Yabancı adlı eserinden etkilenerek çektiği Yazgı, Nihilizm’in beyazperdedeki görüntüsüdür bir nevi. Filmdeki Musa karakterinin hayatta inandığı, değer verdiği, mücadele edeceği hiçbir gerçek yoktur. Musa’nın filmin başında annesinin ölümüne verdiği tepkisizlik filmin sonunda evindeki küçük çocuğa karşı verdiği tepkisizlikle aynıdır. Değişen hiç bir şey yoktur. Her ne yaşarsa yaşasın Musa tepki vermemeyi tercih eder. Musa karakterini kıskanmamak elde değildir aslında; bizim dert edindiğimiz, kendimizi kahrettiğimiz hayat ile fazlasıyla problemsizdir Musa.  Bir sütlü kahvesi bir de televizyonu vardır vazgeçemediği o kadar. Hayatı fazlasıyla mütevazı yaşar ve bir o kadar da kayıtsız. Seyirci olarak bizlere de bu pervasızlığa sinirlenip saç baş yolmak ya da keşke ben de böyle olabilsem demek kalır.

BEKLEME ODASI(2003)
Zeki Demirkubuz’un en kişisel filmlerinden biridir Bekleme Odası. Zaten o nedenle de başrolünde kendisi oynamıştır. Hatta karısının da rolü bulunur filmde. Karanlık Üstüne Öyküler üçlemesinin son filmi olan Bekleme Odası, Suç ve Ceza romanını beyazperdeye uyarlamaya çalışan bir yönetmenin sıkıntılı hayatından bir kesit sunar. Demirkubuz’un Dostoveyski’ye ithaf ettiği film aynı zamanda Kader filminin başrol oyuncusu Ufuk Bayraktar’ın da küçük bir rolle ilk oyunculuk tecrübesini yaşadığı yapımdır.

KADER(2006)
Sonra, bak oğlum dedim kendi kendime. Yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi.”
‘İzlediğin en gerçekçi film hangisi?’ sorusuna benim düşünmeden vereceğim cevap hiç kuşkusuz yukarıdaki sözlerle son bulan Kader filmi olur. İlk izlediğimde şaşkınlık içerisinde geçen seyir zevkim sonrakilerde katlanarak devam etti. Hani denir ya ‘Her izlediğimde başka bir keyif alıyorum’ diye. İşte öyledir Kader. Varoşlarda yaşayan Bekir’in Uğur’a, Uğur’un Zagor’a olan aşkları uğruna kendilerini tüketmelerinin hikâyesini izleriz bu filmde. Âşık oldukları kişilere kendilerini karşılıksız olarak adar Bekir ile Uğur. Sonu, başı ne olacak önemli değildir onlar için. Çevresindekilere zarar verip vermemeleri bağlamaz ikisini de. Kaderlerini sonsuz bir kabulleniş vardır. İsyan etmez, sadece rüzgâra verirler kendilerini. Yakacağını bilseler de tıpkı pervaneler gibi ateşe atılırlar.
KISKANMAK(2009)
Kıskanmak filmi Demirkubuz’un etkilendiği edebiyat dünyasından yaptığı en birebir uyarlamadır. Ayrıca dönem filmi olan tek yapımıdır. Demirkubuz filmografisinde ayrı bir yere sahiptir Kıskanmak bu nedenlerle. Nahid Sırrı Örik’in aynı adlı romanından uyarlanan bu film kıskanmanın neden olduğu akıl almaz bir intikam hikâyesini anlatır. Zıtlıklardan beslenen film güzellik ile başarının karşısına çirkinlik ile başarısızlığı yerleştirir. Zafer ise hiç umulmayan bir yerden umulmadık bir şekilde gelir. Sinsice ilerleyen bir intikam hikâyesini işler film. Yönetmenin taşrada(Safranbolu) çekilen tek filmi olmasıyla da önem arz eden Kıskanmak, 1930’lu yılların Türkiye’sini de başarılı bir şekilde yansıtır perdeye.

YERALTI(2012)
Yine bir Dostoyevski uyarlaması var karşımızda. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar eserinden serbest bir uyarlama olan film aynı zamanda da Zeki Demirkubuz’un kişisel meselelerini de konuk ettiği bir yapımdır. Yeraltı aynı zamanda Demirkubuz filmografisinin teknik olarak en gelişmiş filmidir. Görüntü yönetimi anlamında da yönetmenin başyapıtı diyebiliriz Yeraltı için. Film hak etmediği halde balon gibi şişirilen vasıfsız insanlara ve bu küçük adamlara şakşakçılık yapan insan güruhunu eleştirir. Hem de en sert dille yapar bunu. Lafını sakınmamaya ant içmiştir adeta Demirkubuz. Ne var ki daha önce de söylediğim gibi özellikle yuvarlak masa sahnesinde dile getirilen suçlamaların hedefinin neresi olduğu Demirkubuz’u az çok tanıyan herkes için bilinen bir gerçektir. Ama yine de bu bile Yeraltı’nın mükemmelliğini çok fazla gölgeleyememiştir. Engin Günaydın’ın canlandırdığı Muharrem karakteri oldukça derinlikli bir karakter olarak hafızalarda yer etmiştir.

BULANTI(2015)
Demirkubuz’un en kişisel filmi Bulantı, Yeraltı ile Bekleme Odası filmlerinden izler taşımaktadır. Aynı zamanda  Ahmet karakterinin Yazgı filmindeki Musa karakterinden izler taşıdığını da söyleyebiliriz. Üst orta sınıfın buhranlı hayatını eleştirirken aynı zamanda yeni jenarasyonun da ahlaki değerlerini sorgular Demirkubuz bu filmiyle. Kibrin insanı nerelere sürüklediğini oldukça çarpıcı bir şekilde anlatır yönetmen. Elbette kapanmayan kapılar, kapı aralarında yapılan konuşmalar, Dostoyevski alıntıları, televizyon, Beşiktaş gibi birçok yönüyle tam bir Zeki Demirkubuz filmi Bulantı. Ama bu film ne önceki filmlerinden oluşan bir kolaj ne de kendini tekrarlayan bir yapım. Demirkubuz’un başyapıtı olmasa da sinematografisine yeni şeyler eklediği ayakları yere basan, sağlam bir eser. Ayrıca kendisinin de oyunculuğunu daha da geliştirdiğini de gördüğümüz filmde karanlık ile aydınlığı filmine metafor olarak seçmesi de çok etkileyici.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder