1 Kasım 2015 Pazar

Oldboy: İntikam Soğuk Yenen Bir Yemektir


Güney Koreli yönetmen Chan-wook Park’ın 2003 yapımı Oldboy filmi, Japonya’da yayınlanan bir mangadan(anime çizgilerden oluşan çizgi roman) esinlenir. Park’ın intikam üçlemesinin ikinci filmi olan Oldboy, başta Cannes Film Festivali’nde jüri özel ödülü olmak üzere birçok festivalden ödülle döner. Filmin bu başarısını her zamanki gibi fırsata çeviren Hollywood aynı isimle 2013 yılında filmi tekrar çeker. Fakat değil aynı başarıyı yakalamak yanından bile geçemez. Spike Lee tarafından uyarlanan film aslını yaşatmaktan başka bir şey yapamaz.  Sadece orijinalinin kıymetini daha iyi anlayabilmek için izlenebilir o kadar.
Film, Oh Dae-Su’nun bir binanın çatısında intihar etmek üzere olan adamı kravatından tutarak kurtarırken görmemiz ile başlar. Daha sonra flahsback ile on beş yıl öncesine dönülür. Filmin ilk yarısı geçmişi anlatarak geçer. Dae-Su adındaki evli ve bir kız çocuk babası olduğunu anladığımız adamın kaçırılarak bir odaya hapsedilmesi ve burada on beş yıl boyunca tutsak kalmasını anlatır. Soru işaretlerinin doruk noktasında olduğu bu bölüm tabiri caizse Dae-Su ile birlikte bizim de beynimizi kemirip durur. Dae-Su bu bilinmezliğe ilk başta direnmeyerek ölmek istese de kararını değiştirerek intikam yemini edip, çalışmaya başlamayı tercih eder. İntikam isteği duymadan önce akıl sağlığını yitirme noktasına gelmişken aldığı karar her şeyi değiştirir. Artık sağlıklı bir akılla plan yapmaya, çalışmaya başlar. Tam da kendi elleriyle on beş yıldır uzak olduğu dış dünya ile bağlantıya geçecekken bu gayrı resmi tutsaklık son bulur. Dae-Su ’yu yine intihar etmek üzere olan adamın yanında buluruz.   Filmin buradan sonrası, yani ikinci yarısı ise Dae-Su’nun intikam planını gerçekleştirme (gerçekleştirememe) macerası olarak ilerler.

Oldboy sadece şiddet ve seks sahnelerinin pompalandığı içi boş bir film değil. Tabii ki şiddet sahneleri de seks sahneleri de var ve oldukça da başarılı; Dae-Su’nun dört dakikalık tek çekimden oluşan dövüş sahnesi hem oyunculuk hem kameramanlık hem de yönetmenlik harikasıdır. Bir felsefesi, söylemek istediği önemli meseleleri var filmin. En önemlisi ise çoğu film gibi meselesini aktarmakta da sorun yaşamaz; her şeyi o kadar incelikli bir şekilde yerleştirir ki film izleyenleri bittikten sonra da bu meseleler üzerine kafa patlatmaya zorlar. İntikam içerisinde bir intikam hikayesi barındırır film. İntikam hikayesi denilince ilk akla gelen Alexander Dumas’ın roman kahramanı Monte Kristo Kontu’nun ismi de duyulur filmde.  Monte Kristo Kontu da on dört yıl boyunca tutsak kalır, özgür kaldığında ise aklında olan tek şey intikam almak olur. Gerçi intikam arzusu ile yanıp tutuşan biri ne kadar özgür olabilir? İşte Dae-Su da serbest bırakıldıktan sonra aslında yine özgür olamaz; Woo-jin Lee, Dae-Su’ya sürekli şimdi de büyük hapishanede olduğunu söyler. Gerçekten de Dae-Su tek odalı bir hapishaneden kocaman bir hapishaneye düşer. Elbette ki bu büyük hapishane insanı iyice çileden çıkarır. Dae-Su tutsakken izlediği televizyonda Frankestein’in canavar sahnesi görünür. Dae-Su intikam arzusu ile büyük hapishanede sürüklendikçe tıpkı Frankestein gibi canavarlaşır. İşte Frankestein ve Monte Kristo Kontu Dae-Su’yu anlatmak için kullanılan güçlü metaforlardır. Filmin en büyük metaforu ise hipnozdur; Dae-Su’nun tutsak olduğu odanın duvarları, şemsiyenin desenleri, Woo-jin Lee’nin Dae-Su’ya verdiği mendilin deseni, sürekli açılmayı bekleyen kutuların deseni mandala şekillerinden oluşur. Mandala bir mediyasyon aracıdır; hipnoz yapılma aşamasında oldukça etken olduğu bilinir. Birçok defa hipnoz edilen Dae-Su’nun etrafı bu desenlerle doludur. Yaşadıklarını unutturmak için ya da yaptırmak istediklerini yaptırmak için hipnoz yapılır Dae-Su’ya. Lakin o hayatı için en önemli olayı hiçbir hipnoza tabi olmadan unutur. Filmin de asıl meselesi olan bu mevzuyu Lee’nin de söylediği gibi Dae-Su yeterince önemsemediği için unutur. Dae-Su hatırladığında ise her şey çok geç olmuştur. Ama Dae-Su’nun bu hatırlama sahnesi hem onun için hem de biz izleyiciler için filmin en etkileyici anlarıdır. Dae-Su bazı şeyleri tam da bu hatırlama anında anladığı ve tüm düğümlerin çözüm noktasını bulduğu için çok önemlidir. İzleyiciler için de düğümün çözüldüğü hem de sinematografinin konuştuğu anlar olması nedeniyle önemlidir; Dae-Su o anları hatırlarken kimi zaman gençliğine kimi zaman şimdiki haline döner, tabiri caizse şimdiki hali gençlik halini kovalar.
Filmin finalinde ise düğümlerin çoğu çözülmüş ama asıl intikam planının son hamlesini daha yapmamıştır. Dae-Su’yu bekleyen bir kutu vardır. Kutu açıldığında tıpkı Pandora’nın Kutusu gibi her şey ortaya dökülür. Dae-Su için geriye kalan her şey önemini yitirir. Kutu açıldıktan sonra Dae-Su’nun yaşadıkları tam bir oyunculuk harikasıdır; çoğu doğaçlama çekilen bu sahnelerde oyunculuk tüm yükü sırtlar. Park’ın suçlu suçsuz belirtmediği, taraf tutmadığı filmde kişilere değil de en büyük cezayı bir organa keser. Dae-Su vesilesiyle bu organı iğdiş ettirir zaten.

Şekillerin(mandala), renklerin(özellikle mor), müziklerin, şiddetin ve erotizmin kol gezdiği Oldboy, izlenmeye, konuşulmaya, sorgulanmaya değecek bir filmdir. Ensest mevzusunu tıpkı bir tıp hocası gibi sedyeye yatırıp ameliyat eder Park. Amacı ise ders vermek değil öğrencilerine(izleyicisine) sorgulatmak, düşündürtmektir. Kaçmak isteyip, göz ardı ettiklerimizi, tabiri caizse arkamızdan kovalayarak, elimizle tıkadığımız kulaklarımıza var gücü ile bağırarak yapar bunu. İyi de yapar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder