PEKİ, NEYİM BEN?
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJdD1Ok4Vvkq-XJpB851-xxTAusQf1mg2yXhcnSIsQ3FmzQoEP4EF_OwFc9khyM6Yh0pCTpc5E4koSktIAi-j1eoLddLYRnVMOK0bCwI8NXLTnAKtpclOrLUob9Rsb8NWfAvUoHYBhtRI/s400/1.jpg)
Amerika Birleşik Devletleri’nde 1968 yılına kadar Jim Crow
Yasaları geçerliydi. Demiryolları ve tramvaylarda “Sadece beyazlar için” ya da
“Sadece siyahlar için” yazan bölümler vardı. Otellerde, kütüphanelerde,
asansörlerde, tuvaletlerde bile bu durum geçerliydi. Martin Luther King’in
ölümüne kadar yürürlükte kalan bu yasalar Deep South’da (Georgia, Alabama,
Güney Carolina, Misissippi, Louisiana, Texas gibi eyaletlerde Afro Amerikalıların
tüm haklarından mahrum olduğu, bir nevi köleliğin hâlâ varlığını sürdürdüğü
bölge) ise çok daha katı uygulanıyordu. Bu koşullar altında yaşamaya çalışan siyahîlerin
ise orta sınıfa mensup kesimi kendi araçlarını alarak en azından toplu
taşımadaki aşağılanmadan kurtulmaya çalışmışlardır. Fakat seyahatlerini kendi
arabalarıyla yapmaları başka zorlukları ortaya çıkarmış, keyfi tutuklamalardan
tut da yeme-içme, tuvalet ihtiyaçlarının karşılanmaması gibi sorunlarla baş
başa kalmışlardır bu kez de. İşte böyle bir zamanda Afro Amerikalıların hangi
yolları kullanmaları gerektiğini, hangi otellerde konaklayıp hangi
restoranlarda karınlarını doyurup nerelerden alışveriş yapabileceklerini
detaylı bir şekilde anlatan, Negro Motorist Green Book adlı bir rehber
yayınlanır. Postane memuru olan Victor
Hugo Green tarafından 1936’da ilki yayınlanan rehberin her sayısında mekânlar
güncellenip hâkim olduğu ağ genişlemiştir.
İşte Negro Motorist Green Book, “Ay Işığı” filmindeki
performansıyla Oscar ödüllünü kucaklayan
Mahershala Ali ile “Şark Vaatleri” ve “Kaptan Fantastik” filmlerindeki
performanslarıyla iki kere Oscar’a aday gösterilen Viggo Mortensen’nin
başrollerini paylaştığı, prömiyerini yaptığı Toronto Film Festivali’nde En İyi
Film ödülünü alan “Yeşil Rehber” filmine ismini vermekle kalmıyor aynı zamanda
karakterlerimizin yolculuklarında onlara rehberlik de ediyor. 1927 ile 2013
yılları arasında yaşamış olan siyahî piyanist Dr. Don Shirley ile İtalyan
asıllı Amerikalı Tony Lip’in sekiz haftalık yolculuğuna odaklanan “Yeşil Rehber”,
gerçek bir hayat hikâyesine dayanıyor. Üç yaşında dinleyici karşısına çıkan, on sekiz
yaşında ilk konserini veren, iki kere Beyaz Saray’da olmak üzere birçok üst
düzey mekânda konser veren, farklı birçok alanda (müzik, psikoloji, litürji
sanatı) doktora yapan, akıcı olarak sekiz dil konuşan piyanist Don Shirley’in
Deep South’a yaptığı turne esnasında şoförü hatta bir nevi koruması Tony Lip
ile birbirlerini değiştirip dönüştürmeleri ve son tahlilde dost olmalarını
odağına alan “Yeşil Rehber”, bir kez daha Amerika’da yaşanmış ve yaşanmakta
olan ırkçılık meselesine kapı aralıyor. Sadece kapı aralamakla kalmıyor önümüze
koca koca sorular da bırakıyor.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiotdjc4xpA2r94HFvg1qlMx1Bm1eIIFPds92Tj4-_ICITcv3tZ01DyM7jHw5HnbvZ_Vp8ecwA-OX5YMDmFl8p323_57YeJiHNXCpVCX9gizB05DlRY-t499T8HTy8yLEsPbTLCgkriSVg/s400/3.jpg)
Yeterince siyah, yeterince beyaz, yeterince erkek değilsem
peki, neyim ben?
Don Shirley’in bu haykırışlarına şahit olduğumuz filmde
gerçekten de kimin siyah, kimin beyaz olduğuna karar vermek oldukça güç. Siyah
görünümlü ama tam anlamıyla bir aristokrat olan Don Shirley mi yoksa beyaz görünümlü
ama çoğu siyahîden daha siyah olan Tony Lip mi daha siyahî? Aslında filmin bu
en çarpıcı sorusu Tony tarafından cevaplanıyor: Tony, Shirley’e “Ben senden
daha zenciyim.” diyor. Zira film boyunca siyahîlere özgü olduğu düşünülen
birçok özelliği Tony Lip’de görüyoruz: Kızarmış tavuk yemekten tut da birçok
klişe davranışa kadar. Don Shirley ise asla elle yemek yemeyen, temizliğinden
şüphe ettiği tuvalete girmeyen, sigara içmeyen, hırsızlık yapmayan, yere çöp
atmayan, klasik müzik hayranı biri. Peki, her siyahî jazz müzik sevip suç
işleme potansiyeline mi sahip olmalıdır? Bunun cevabını da Don Shirley veriyor:
Shirley, Tony’e “Beni çok dar açıdan değerlendiriyorsun.” diyor. Shirley,
kalıplara kolay kolay sığdırılacak bir karakter değil gerçekten de. Ki Don
Shirley, sadece ırkçılığıyla değil aynı zamanda muhafazakârlığıyla da öne çıkan
bir ülkede cinsel yönelimini de yaşamaya çalışmaktadır.
Büyük bir kısmı turkuaz renkli bir cadillac içinde geçen
filmde hiçbir zaman Don Shirley’i Tony Lip’in gözünden yani dikiz aynasından
görmüyor, bir anlamda Don Shirley’i günlük rutini içinde Tony’nin nasıl
gördüğünü bilemiyoruz. Don Shirley sahnedeyken ise onu hep Tony’nin gözünden
tam bir hayranlıkla izliyoruz. Fakat dürüst, disiplinli, sözünün eri biri
olmasının yanında izole edilmiş bir dünyada yaşayarak kendisiyle aynı renge
sahip insanlardan ne kadar uzak olduğu yadsınamayan Shirley’e Tony’nin bakışı
için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir. Aslında Shirley’in kendine bakışı da çok
farklı değildir: Tarlada çalışan siyahîlerin Don Shirley’e bakışındaki
şaşkınlık, Don Shirley’de utanca karşılık gelmektedir zira. Neyse ki turnedeki
son konserini oturup yemek bile yemesine izin verilmeyen bir kulüpte değil de
bir Afro Amerikalıların eğlendiği bir barda vererek o utancı bir nebze de olsa
telafi ediyor. Peki, bu kısmi dönüşümün
mimarı kimdir? Elbette filmin başında ilk olarak tanıdığımız ve aslında oldukça
da ırkçı olduğunu gördüğümüz şoförü Tony sayesinde oluyor her şey. Fakat film
boyunca iki taraflı bir dönüşüm cereyan ediyor aslında. Tony aslında ırkçı
olmadığını sadece yaşadığı çevreden edindiği hazır şablonlara uygun davranmış
olduğunu, Shirley de içinde bulunduğu dünyadan ne kadar kopuk olduğunu ve bazı
şeylerden kaçmasının mümkün olmadığını anlıyor.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh42hvYo8Bu0zBTKh2HTPIbjwkl0PuW-_nbHJU0wBh4wncxoE1WJ78hevscRm2445J69OBW13b9DldBsadtT3NU1k_zSCmA4kwUxmjK3omQ99KNwxEztkmJ2KXfew6DjpjazI44TDpBHIk/s400/2.jpg)
Bu dönüşümün tam anlamıyla gerçekleşmesi ise filmin
sonlarına doğru iyiden iyiye kendini hissettiriyor. Don Shirley’in Tony Lip’i
Noel yemeğine yetiştirmek için şoför koltuğuna geçmesi ve Tony’nin arka
koltukta uyuması bu kırılma anlarından biridir. Fakat Don Shirley’in evinde bulunan
tüm objeler arasında büyük bir yalnızlık içerisinde gördüğümüz sahnenin (Sean
Porter’in kusursuz sinematografisinin sahnenin etkileyiciliği noktasında çok
önemli katkısı var.) ardından Tony Lip’in ailesinden birçok insanla bir arada olduğu
sahnenin gelmesi bu dönüşümü tam anlamıyla pekiştiriyor. Peter Farrelly, grafik
eşleme ile bu çarpıcı farkı perdeye yansıtıyor önce. Sonra da Farrelly, Don
Shirley’i objelerle dolu cansız, ruhsuz tablodan alıp Tony’nin capcanlı
tablosuna yerleştiriyor.
Amerika’nın uçsuz
bucaksız yollarında cereyan eden karşılıklı kendini bulma, iyileşme sürecinin
senaryosunda Tony Vallelonga’nın (Lip) oğlu Nick Vallelonga’nın yazdığı
hikâyeden yola çıkılmasının filme çok önemli bir noktada özellikle katkı
sağladığı söylenilebilir: Filmde Tony’nin karısı Dolores’e yazdığı mektuplarda
gerçekten de Nick, gerçek mektupları bire bir kullanmıştır. Bu mektup mevzusu
filmin önemli detaylarındandır. Don Shirley ile Tony Lip arasında daha naif bir
ilişkinin başlamasının en önemli nedeni de Shirley’in Tony’nin karısına yazdığı
mektuplara yardım etmesidir zira. Shirley ile Tony gibi iki zıt karakter
arasında katalizör görevi gören Dolores (Linda Cardellini) ikilinin birlikte
mektup yazmasını, böylece bir olmalarını sağlıyor. Bu mektuplarla Dolores’e
Shirley ile Tony’nin olumlu yönlerinden oluşan bir kocanın mektubu gidiyor
diyebiliriz.
1994 yapımı ilk filmi “Salak ile Avanak” hariç “Ah Mary Vah
Mary”,” Ben Kendim ve Sevgilim” gibi ta on bir filme kardeşiyle birlikte imza
atan Peter Farrelly “Yeşil Rehber”de istemeyerek de olsa koltuğma tek başına
oturuyor. Zira Peter Farrell, verdiği bir röportajda Bobby Farrelly’in 2012
yılında henüz yirmi yaşında oğlunu kaybetmenin acısını atlatamadığını ve biraz
daha zamana ihtiyacı olduğunu söylüyor. İlk filminden bu yana hep slapstick ve
tuvalet mizahından beslenen filmlerin mimarlarından olan Peter Farrelly’in Amerika’nın
en önemli sorununa değinen bir film ile seyircisinin karşısına çıkması elbet
şaşırtıcı. Lakin “Yeşil Rehber”in de komediden içten içe beslendiğini
görüyoruz. Fakat bu kez karşımızdaki mizah, yüzde tebessüm, yürekte ince bir
sızı bırakıyor. Farrelly bu kadarla da kalmıyor: Meselesini anlatırken ne büyük
büyük laflar etmekten ne de duygusallığın dibine vurmaktan medet umuyor.
Oldukça sakin, olgun bir üslup ile çıkıyor karşımıza. Bir an bile olsun
gözyaşlarından beslenmek gibi bir kolaycılığa kaçmadığı gibi ne ihtişamlı
sahnelere ne de müziğin aldatıcı hissiyatına ortalığı emanet ediyor. Farrelly,
her ne kadar ırkçılık meselesinin asıl müsebbibinin sınırlarına pek fazla girmemeyi
tercih etse de bu konuda bir İllüzyon da yaratmıyor.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_ubeVdw_vsmD11AfsEC6jucHQ5z4puHP-FnfpUCZ-TWjQiFWZBH6M9pMPfgNHXMePoDxCIyMRXeDvGLxoEwNsLuGg2cysLShPBaUk8Tx-n-khsgdkEDmFpGLNCkrZk536J1vG-qn9urA/s400/4.jpg)
Kutu
Irkçılığa karşı omuz omuza.
1-Savaştan Sonra (Mudbound)-2017
İkinci Dünya Savaşı’ndan evlerine dönen beyaz adam Jamie ile
siyahî Ronsel’in sadece dost olup savaşın yıkımını birlikte atlatmaya
çalışmaları bile oldukça ağır bedeller gerektirir.
2-The Defiant Ones (Kader Bağlayınca) - 1958
Birbirlerine zincirle bağlı siyahî Noah ile beyaz John’un
firarı, onları daha zorlu bir sürece mahkûm eder. Zira hem firaridirler hem de
içlerinden biri siyahîdir.
3- To Kill a Mockingbird (Bülbülü Öldürmek ) – 1962
Bu kez işler daha karmaşıktır: Beyaz bir kadına tecavüz ile
suçlanan siyahî bir adamı beyaz bir avukat savunur. Elbette sorgusuz sualsiz
suçlu addedilen siyahî adamın da böyle bir davada ısrarla devam etmek isteyen
beyaz adamın da işi çok zordur.
Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Aralık sayısında "Arka Pencere Mecmua"da yayınlanmıştır.