Bugüne kadar izlediğimiz biyografilerin en büyük ortak yanı müzisyenler
hayatlarını kaybettikten sonra çekilmiş olmalarıdır. Aksi olarak akla
gelebilecek örnek ise oldukça azdır. Örneğin “Tina: Aşkın Bununla Ne İlgisi Var”,
Tina Turner’in kendi yazdığı otobiyografik romanından ve Turner yaşıyorken
sinemaya uyarlanmış bir film. İnanılması güç derecede sarsıcı bir hayat
hikâyesini perdeye yansıtan bu filmde aslında Turner, kendi hayatını ifşa
etmiştir. Tıpkı “Rocketman”de Elton John’un yaptığı gibi. Peki, ama hangisi
anlatılanlar açısından daha güvenilirdir? Bohemian Rhapsody gibi ikinci kişiler
tarafından verilen bilgilerle çekilen biyografiler mi, yoksa “Rocketman”da
olduğu gibi müzisyenin bizzat kendisinin referans olduğu biyografiler mi? Sanırım
ikisinin de handikapları var.
“Rocketman”, ateş rengi ve oldukça abartılı bir şeytan
kostümüyle kapıyı aralayarak koridoru adımlayan Elton John ile karşılıyor bizi.
Adeta binlerce insanın çığlık çığlığa onu beklediği bir sahnenin yolunu adımlar
gibi ilerleyen karakterimiz çok farklı bir yere götürüyor aslında bizi. Bir
rehabilitasyon merkezinde grup terapi seansının ortasında buluveriyoruz
kendimizi. Elton John’un hayatının en dibe vurduğu ve artık her şeyi kabullenip
tekrar su yüzüne çıkmaya karar verdiği dönüm noktasını sınırı olarak benimsiyor
film. Utangaç bir çocuk olarak tanıdığımız Reggie Dwight’in ismiyle (Elton
Hercules John) birlikte karakterini ve tüm yaşantısını değiştirerek geçmişin
korkularını arkasında bırakamadığına şahit oluyoruz.
Lakin John’un hayatının bu ilk yarısı oldukça trajik anlarla
geliyor perdeye. Tıpkı seyirciyi etkisi altına almak isteyen birçok türdeşiyle
aynı şiarla çekilmiş bir film “Rocketman”da aslında. Neyse ki filmin müzikal
sahneleri her an seyircinin o ağır havadan sıyrılmasını sağlıyor. Elton John’a
başarılı bir şekilde hayat veren Taron Egerton’un bizzat kendisinin
seslendirdiği ve asla belli bir kronolojik sıra izlemeyen parçaların, öncesinde
gelen sahnelerle olan uyumu ise oldukça başarılı. Hatta filme ismini veren
“Rocket Man” parçasını tam da Elton’un Troubadour Club’da ayaklarının yerden
kesilmesinden sonraki ilk büyük dibi buluşu olan, bilinçaltının en derinine
indiği havuz sahnesinde dinliyoruz. Ne diyor Elton John: “Ateşleme fitili
sönmek üzere, yukarıda tek başına.” Zira John, tek dostu, eserlerinin büyük bir
çoğunluğunun söz yazarı Bernie Taupin’den (Jamie Bell) bile ayrı düşmüş ve tüm
hayat enerjisini kaybetmiştir.
Yakın zamanda çekilen filmler olduğu ve iki büyük İngiliz
müzisyeni perdeye yansıttığı için Bohemian Rhapsody ile çokça kıyaslanan “Rocketman”
daha az sterilize edilmiş ve seyirciyi manipüle etmekten imtina eden bir film
en başta. Elbette filmin yapımcıları arasında Elton John’un olması ve bir nevi
kendi hayatını lanse etmesi filmin yeterince objektif olup olmadığı konusunda
şüphe uyandırıyor. Yine de her ne kadar sevişme sahnelerinde başka yöne
kaydırılan kameralardan kurtulamasak da eşcinsellik konusundaki dürüst tavrı,
gözyaşlarının insiyatifine sığınmayan yapısı önemli bir yerde duruyor.
Bu yazı ilk olarak 2019 yılı Temmuz sayısında "Sinema Se7en"da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder