29 Haziran 2020 Pazartesi

DOGTOOTH



Film, denizin bir koltuk, otoyolun rüzgâr, tüfeğin bir kuş, seyahatin ise bir zemin kaplama malzemesi olduğunu işitmemiz ile başlar. Çocukların, evden uzaklaşınca tanıyabilecekleri kelimeler, evdeyken karşılarına çıkabilecek şeylerle anlamlandırılır kasetteki sesin sahibi olan anne tarafından. Yine filmin ilerleyen sahnelerinin birinde aile, Frank Sinatra’nın Fly Me to the Moon parçasını dinler. Başka bir dilde söylenilen şarkıyı baba, çocuklarına tamamen farklı bir şekilde tercüme edip dilin gücünü yıkarak, dil üzerinde kendi hegomanyasını kurar. Uçmaktan, özgür olmaktan bahseden şarkının sözleri yerine aileye ve eve duyulan sevgiyi, sadakati belirten sözleri koyar baba. Hatta son cümle her şeyi özetler: “Seni (evi) asla terk etmeyeceğiz.” Ludwig Wittgenstein, kaleme aldığı Tractatus Logico-Philosophicus’da “Dilimin sınırları benim dünyamın sınırlarıdır.”  der. Filmdeki ebeveynler dile müdahale ederek çocuklarına sundukları dünyanın alanını ellerinden geldiğince daraltırlar. Bırak başka bir dil bilmeyi kendi dillerini bile sınırlı bir şekilde öğrenen çocukların, hayatı algılayış şekilleri de buna göre çok kısıtlı olur.


 Üst sınıf bir ailenin hayatına konuk olduğumuz Yorgos Lanthimos’un yönettiği Köpek Dişi’nde baba hariç diğer bireyler evden dışarıya çıkmaz. Ev, bu filmde asla bir beton yığını ya da sadece bir ülkenin alegorisi değildir. Lanthimos, çizdiği çerçeveye çok daha geniş bir perspektiften bakarak yerleştirir portresini. İnsanlığın başlangıcından kurar anlatı yapısını. Geniş bir arazi içerisine kurulu malikâne cennet, tüm kuralları koyan baba Tanrı ya da Âdem, anne ise Melek ya da Havva’dır. Gelelim çocuklara. Evden kaçtığını anladığımız çocuğun misyonu çok önemli. Bu çocuğun, evdeki Büyük Kız’ın ikizi olması yüksek ihtimal. Tıpkı evdeki Erkek Çocuk ile Küçük Kız gibi. Ayrıca annenin yine bir ikiz beklemesi ve yine birinin erkek, birinin de kız olduğuna adı gibi emin olması, bu varsayımı daha da güçlendirir. Zira Havva, hayatı boyunca bir defa hariç biri kız biri de erkek olmak üzere hep ikiz doğurmuştur. Çünkü insanlık soyunun devam edebilmesi için kardeşlerin birbiriyle evlenmesi gerekmekteydi. Tabii tek bir şartla: İkizler birbiriyle evlenemezdi. Kabil ise bu kuralı tanımayarak kendi ikizi ile evlenmek ister. Fakat iktidar Habil’den yana tavır aldığı için Habil’i öldüren Kabil, ailesini terk eder. Kabil, aslında insanlık tarihinin ilk başkaldıranıdır. Tanrı’ya, dine, aileye yani bir insanı özgürlüğünden alı koyacak olan en büyük engellere sırtını döner Kabil. İşte Büyük Erkek Çocuk, tam da Kabil gibi özgürlüğünü elinden alan aileyi terk edebilmiştir. Lanthimos, hiç tanımadığımız bir karakter üzerinden aileyi (Tanrı, din, aile) hedef tahtasına oturtur. Ona inandırıldığı üzere köpek dişinin düşmesini bekleyen Büyük Kız ise evdeki Erkek Çocuk ile birlikte olmaya zorlanınca tam olarak gitmeyi kafasına koyar.


Filmde bu Kabil ile Habil meselesinin altını dolduran yine en önemli şeylerden biri; çocuklar arasında yaratılan rekabet duygusudur. Çocukların tek aktivitesi sonunda ödül ya da ceza olan yarışmalardır. Çocuklar sürekli bu yarışmalar nedeniyle birbirleriyle çekişme halindedirler. Bu durum bir süre sonra çocukların birbirlerine şiddet göstermelerine neden olur. Bu şiddet anları filmin seyrini oldukça güçleştiren anlar olurken bir de Lanthimos’un kamera kullanış tercihi bu durumu adeta katmerler. Kimi zaman yerine mıhlanan kamera nedeniyle vücudun gövdeden veya baştan kesilmesi, ortam seslerinin baskınlığının dışarıdan her an gelebilecek bir tehdit unsuru olarak kullanılması filmin sert tonunu besler adeta. Ebeveynlerin rekabeti körüklemesi sadece bu kadar ile de kalmaz. Anne “Yeterince çabalarsanız belki yeni çocuk doğurmama gerek kalmaz.” diyerek henüz doğmamış çocukları bile rekabet malzemesine dönüştürür. İşte bu şekilde sürekli bitmek bilmez bir yarışın içerisinde olan çocukların, ebeveynlerinin, özellikle de Baba’nın(Tanrı’nın) gözüne girmek için gösterdikleri çaba, Tanrı tarafından sürekli sınav olan kulların durumunun tıpa tıp aynısı değil de nedir? Lanthimos, Baba üzerinden kullarına kural koyan, onları bir yarışın içine sokup başarısız olduklarında cezalandıran Tanrı olgusunu toptan karşısına alır aslında.

Yine Baba’ya köpek eğitim merkezin sahibinin söyledikleri tam da Tanrıların, diktatörlerin, babaların insanlara yaptığına bir nevi ayna tutuyor. Köpeklerin hamura benzediğini ve onların zamanla tabii ödül ve ceza yöntemiyle şekillendirilip kusursuz bir köleye dönüştürüleceğini anlatıyor. Köpeğinizin evcil bir hayvan, bir arkadaş mı? Bir yoldaş mı? Yoksa sahibine saygı duyup emirlerine uyan bir bekçi köpeği mi olmasını istersiniz? diye soruyor adam. Tabii ki Baba’nın isteği tıpkı çocuklarında tercih ettiği gibi emirlere uyan bir bekçi köpeğidir. Tıpkı hayvansever olduğunu iddia eden birçok insan gibi: Hayvan sahiplenen birçok insanın o hayvanlardan tek beklediği şey kendilerine itaat etmeleri değil midir? Gücü elinde bulunduranın beklentisi hep aynıdır. Baba, hayvan sahibi ya da Tanrı, ne fark eder?


İşte kullarından bu sorgusuz itaat bekleyen Baba’nın, oğlunun cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için –sadece erkeğin cinsel ihtiyaçları olurmuş gibi- dışarıdan bir yabancıyı, korunaklı cennetine kendi elleriyle soktuğunu görürüz. Christina’yı (filmde ismi olan tek karakter) para karşılığı eve getirir. Christina, yaratılan bu evrende Şeytan’a karşılık gelir. Çünkü Christina, tıpkı Cennet’te yasak ama cezp edici şeylerle Havva’yı ve Âdem’i tanıştıran Şeytan gibi Büyük Kız’ı baştan çıkarır –yoksa aydınlatır mı demeliyiz?- . Büyük Kız’ın aydınlanmasının mimarı iki filmin videokasetidir aslında: Rock 4 ile Jaws. Amerika’nın büyük bir tehdit olarak gördüğü, düşmanı sosyalizme verdiği savaşı alt metnine yedirmiş filmlerdir her ikisi de. Rocky, Rus boksörü yener. Jaws filminde de yine köpekbalığı (sosyalizm tehlikesi) yani kasaba halkının deyişiyle Bruce, öldürülür.  Oral seks karşılığı Christina’dan aldığı bu iki filmi izleyen Büyük Kız, köpekbalığı olmayı kafasına koyar. Filmlerdeki replikleri ezberleyen hatta Rocky filmindeki dövüş sahnelerini tek başına canlandıran Bruce’un tıpkı ikizi gibi sorgulama, başkaldırma zamanı gelmiştir. Ne de olsa içinde, sonunda ölüm olsa da pes etmeden can verene kadar mücadele eden bir köpek balığının ruhunu taşır. Ki köpek balığı ile ne kadar özdeşlik kurduğunu ona verilen ismi benimseyip kendine isim addetmesinden bellidir.

Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Ağustos sayısında "Arka Pencere Mecmua"da yayınlanmıştır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder