Sinemanın bugüne kadar beslendiği alanlardan en önemlisi
gerçekten yaşanmış olaylardır. Savaşlar, soykırımlar, felaketler, devrimler vs…
Bu sayılan olaylardan en çok ise İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanılanlar
ilgi görmüştür. O dönem Almanya’da hüküm
süren Nazi rejimi tarafından uygulanan soykırım ise affedilmeyecek utancıyla
tarihe kazınmıştır. Başta Yahudi, Çingene, sosyalist vs olmak üzere yaklaşık on
bir milyon insanın kamplara kapatıldığı, gaz odalarında zehirlendiği,
yakıldığı, insanlık dışı deneylere tabii tutulduğu katliam, aradan yarım
yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala kanayan bir yara. İşte bu asla acısı
dinmeyen, kanı soğumayan insanlık suçu, sayısız filme konu olur o günden bu
yana...
Life is Beautiful (1997), Schindler’s List(1993) ve Pianist(2001)
Nazi soykırımını doğrudan odağına alan, gerçek olaylara dayanan en önemli
filmlerdendir. Elbette bunlar çekilen sayısız belgesel, biyografi ya da
kurmacadan sadece birkaçı. En önemlisi ise bu üç filmin ve daha nicesinin
çekildiği ülkeler Almanya değil. Almanya’da çekilen bir elin parmağını
geçmeyecek filmlerden biri olan bu hafta vizyona giren Giulio Ricciarelli’nin
ilk uzun metrajı Im Labyrinth Des Schweigens(Yalan Labirenti).
Im Labyrinth Des Schweigens,1958 yılında savaşın bitmesinden
on üç yıl sonra insanların hala ülkelerinde yaşanılanlardan habersiz olması
üzerinden gelişir. Genç savcı Johann Rodman’ın, Nazi Soykırımı’nın en büyük
toplama ve imha kampı, bir milyon yüz bin insana mezar olan Auschwitz kampında
yaşanılanları ve suçluları araştırmasını anlatır. Ne var ki Rodman’ın yaptığı
iş hiç kolay değildir. Zira savaşın üstünden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen hiç
irdelenmeyen, araştırılmayan, bir mevzu
vardır savcımızın karşısında. Bir nevi ülkedeki insanların henüz haberdar
olmadığı ya da diğer ülkelerin propagandası olduğu söylenen ölüm kampı
iddialarını araştırmaktadır. Aslında bir kâbusun peşinde koşmaktır Rodman’ın
yaptığı. Çünkü halk tarafından
bilinmeyen, kabul görmeyen gerçeklerdir henüz Rodman’ın araştırdıkları. İğne
ile kuyu kazmak, havanda su dövmek kadar çetrefilli bir iştir bu. Çünkü Rodman,
öncelikle kamplar hakkındakilerin geçek olduğuna insanları inandırmalı daha
sonra eli kanlı katillerin ortalıkta hiç bir şey yapmamış gibi dolaşmalarına
son vermeye çalışmalıdır.
Rodman hiç açılmayan dosyaları arşivden bulup açacak, hiç
konuşmamış tanıkları konuşturacak ve söylenmemiş gerçekleri söylemeye cüret
edecektir. Rodman, tozlu raflara sıralanmış, valizlere kapatılmış ve
bilinçaltına atılmış gerçekleri gün yüzüne çıkarmakla kalmaz; bu süreçte hem
ülkenin karanlık yüzüne ışık tutar hem de her ailenin görmezden geldiği
gerçekle yüzleşmelerini sağlayacaktır.
Filmin Rodman ve küçük ekibinin tanıkları dinlediği süreçler
belgesel mantığında işlenmiştir. Ayrıca tanıkların konuştuğu zamanlarda
yaşanılanlara görsel olarak tanık olmadığımız gibi çoğu zaman seslerini bile
duymayız. Hatta esir düştükleri zaman fiziki olarak maruz kaldıkları
deformasyonları bile görmeyiz. Bir kez bile kampın içinden bir görüntü
verilmez. Sadece bir defa kampın tel örgülerini görürüz o kadar. Film,
tanıkların yüz ifadeleri ya da el ve ayak jestleri ile gerilimi gayet güzel
yaratır. Görmediğimiz vahşet fotoğrafları, duymadığımız insanlık dışı yaşanılanlar
gözümüze gözümüze sokulanlardan çok daha büyük etki yaratır seyircide. Im Labyrinth Des Schweigens kör göze parmak
basmayan, duygu sömürüsü yapmayan tamamen gerçekler ışığında ilerleyen samimi
ve bir o kadar da ustalıkla çevrilmiş bir yapım.
Her taşın altından bir Nazi’nin çıktığı, kimseye
güvenemeyeceğin karanlık bir döneme ışık tutar Im Des Labyrinth
Schweigens. Böylesi bir film çekip bir
de bunu tüm dünya izlesin diye Oscar adayı yapan bir ülkenin dönüşümünün
belgesidir bu film. Bağlı kaldığı gerçekleri, samimiyeti ile Holokost filmleri
arasında kendine üst sıralarda yer bulan Im Des Labyrinth Schweigens’in, Oscar’da
yabancı dilde en iyi film dalında son beşe kalmaması gerçekten üzücü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder