27 Ocak 2016 Çarşamba

Im Labyrinth Des Schweigens: Sessizliğin Gölgesinde


Sinemanın bugüne kadar beslendiği alanlardan en önemlisi gerçekten yaşanmış olaylardır. Savaşlar, soykırımlar, felaketler, devrimler vs… Bu sayılan olaylardan en çok ise İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanılanlar ilgi görmüştür.  O dönem Almanya’da hüküm süren Nazi rejimi tarafından uygulanan soykırım ise affedilmeyecek utancıyla tarihe kazınmıştır. Başta Yahudi, Çingene, sosyalist vs olmak üzere yaklaşık on bir milyon insanın kamplara kapatıldığı, gaz odalarında zehirlendiği, yakıldığı, insanlık dışı deneylere tabii tutulduğu katliam, aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen hala kanayan bir yara. İşte bu asla acısı dinmeyen, kanı soğumayan insanlık suçu, sayısız filme konu olur o günden bu yana...

Life is Beautiful (1997), Schindler’s List(1993) ve Pianist(2001) Nazi soykırımını doğrudan odağına alan, gerçek olaylara dayanan en önemli filmlerdendir. Elbette bunlar çekilen sayısız belgesel, biyografi ya da kurmacadan sadece birkaçı. En önemlisi ise bu üç filmin ve daha nicesinin çekildiği ülkeler Almanya değil. Almanya’da çekilen bir elin parmağını geçmeyecek filmlerden biri olan bu hafta vizyona giren Giulio Ricciarelli’nin ilk uzun metrajı Im Labyrinth Des Schweigens(Yalan Labirenti).

Im Labyrinth Des Schweigens,1958 yılında savaşın bitmesinden on üç yıl sonra insanların hala ülkelerinde yaşanılanlardan habersiz olması üzerinden gelişir. Genç savcı Johann Rodman’ın, Nazi Soykırımı’nın en büyük toplama ve imha kampı, bir milyon yüz bin insana mezar olan Auschwitz kampında yaşanılanları ve suçluları araştırmasını anlatır. Ne var ki Rodman’ın yaptığı iş hiç kolay değildir. Zira savaşın üstünden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen hiç irdelenmeyen, araştırılmayan,  bir mevzu vardır savcımızın karşısında. Bir nevi ülkedeki insanların henüz haberdar olmadığı ya da diğer ülkelerin propagandası olduğu söylenen ölüm kampı iddialarını araştırmaktadır. Aslında bir kâbusun peşinde koşmaktır Rodman’ın yaptığı.  Çünkü halk tarafından bilinmeyen, kabul görmeyen gerçeklerdir henüz Rodman’ın araştırdıkları. İğne ile kuyu kazmak, havanda su dövmek kadar çetrefilli bir iştir bu. Çünkü Rodman, öncelikle kamplar hakkındakilerin geçek olduğuna insanları inandırmalı daha sonra eli kanlı katillerin ortalıkta hiç bir şey yapmamış gibi dolaşmalarına son vermeye çalışmalıdır.


Rodman hiç açılmayan dosyaları arşivden bulup açacak, hiç konuşmamış tanıkları konuşturacak ve söylenmemiş gerçekleri söylemeye cüret edecektir. Rodman, tozlu raflara sıralanmış, valizlere kapatılmış ve bilinçaltına atılmış gerçekleri gün yüzüne çıkarmakla kalmaz; bu süreçte hem ülkenin karanlık yüzüne ışık tutar hem de her ailenin görmezden geldiği gerçekle yüzleşmelerini sağlayacaktır.

Filmin Rodman ve küçük ekibinin tanıkları dinlediği süreçler belgesel mantığında işlenmiştir. Ayrıca tanıkların konuştuğu zamanlarda yaşanılanlara görsel olarak tanık olmadığımız gibi çoğu zaman seslerini bile duymayız. Hatta esir düştükleri zaman fiziki olarak maruz kaldıkları deformasyonları bile görmeyiz. Bir kez bile kampın içinden bir görüntü verilmez. Sadece bir defa kampın tel örgülerini görürüz o kadar. Film, tanıkların yüz ifadeleri ya da el ve ayak jestleri ile gerilimi gayet güzel yaratır. Görmediğimiz vahşet fotoğrafları, duymadığımız insanlık dışı yaşanılanlar gözümüze gözümüze sokulanlardan çok daha büyük etki yaratır seyircide.  Im Labyrinth Des Schweigens kör göze parmak basmayan, duygu sömürüsü yapmayan tamamen gerçekler ışığında ilerleyen samimi ve bir o kadar da ustalıkla çevrilmiş bir yapım.

Her taşın altından bir Nazi’nin çıktığı, kimseye güvenemeyeceğin karanlık bir döneme ışık tutar Im Des Labyrinth Schweigens.  Böylesi bir film çekip bir de bunu tüm dünya izlesin diye Oscar adayı yapan bir ülkenin dönüşümünün belgesidir bu film. Bağlı kaldığı gerçekleri, samimiyeti ile Holokost filmleri arasında kendine üst sıralarda yer bulan Im Des Labyrinth Schweigens’in, Oscar’da yabancı dilde en iyi film dalında son beşe kalmaması gerçekten üzücü.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder