David O. Russell, 1994 yılından bu yana sekiz tane uzun
metrajlı filme imza attı. Yönetmen 2010 yılında çektiği The Fighter’a kadar
oldukça vasat yapımlara imza atar. Gerçek bir hayat hikâyesinden beyazperdeye
uyarlanan The Fighter hem seyirci ilgisi hem de ödül olarak tatmin yaşamıştır. The
Fighter’i yönetmenin kendi performansının zirvesine çıktığı nokta olarak
görebiliriz. Russell, bu filmden sonra çektiği üç filminde de aynı oyuncularla
çalışmayı tercih etti. 2012 yapımı Silver Linings Playbook’da Jennifer
Lawrence, Bradley Cooper, Robert De Niro üçlüsünü bir araya getirirken, hemen
bir yıl sonra çektiği American Hustle’de yine Lawrence ve Cooper’i karşımıza
çıkarır. Son filmi Joy’da da Russell yine bildiği sulardan ayrılmayarak aynı
oyuncuları, aynı tarzı ısıtıp ısıtıp seyirciye sunar.
Russell, The Fighter’da gerçek bir hayat hikâyesinin ona
getirdiği başarıyı tekrar yakalamak adına yine bir biyografi çeker. 1956
doğumlu Joy Mangano adlı mucit, girişimcinin yükseliş öyküsünü mercek altına
alır. Mangano, gerçekten de dikkatleri çeken, şaşırtıcı bir yükselişe sahip
başarı hikâyesinin aktörüdür. Boşanmış üç çocuk annesi, oldukça zeki bir kadın
olan Mangano, Miracle Mop (bir çeşit, otomatik paspas) adlı icadıyla büyük
başarı yakalamış. Bu başarısının ardından icatlarına devam eden Mangano, yüze
yakın ürünün patentini alarak oldukça büyük satışlar yapar. Aldığı ödüller ve
girdiği listelerle de başarısını taçlandırır. Evet, aslında oldukça dikkat
çekici bir hikâye... Lakin şu birkaç cümle ile çekilen ilginin yarısını bile
filmi izlerken hissedememekte seyirci. Üstelik Joy Mangano’nun hayatının en
büyük dönemecine yoğunlaşmasına rağmen…
Sinema sektörü ve tabii ki sinemaseverler başarı
hikâyelerini çok severler. Çünkü başarı hikâyelerini izlediğimiz filmlerde
kahramanla genelde seyirci olarak özdeşlik kurarız. Ve bu özdeşlik sayesinde
biz de kahraman ile birlikte çalışır, çabalar en sonunda da mutlak başarıyı
yakalayarak doyuma ulaşırız. Evet, iyi kotarılmış bir başarı hikâyesi seyirciye
giriş bölümünde kur yapmalı, gelişmede onunla ön sevişmeyi gerçekleştirip
sonunda da doyuma ulaştırmalıdır. Sinema tarihi bu formülü uygulayan sayısız örneğe
sahiptir. Ve az çok sinemaya gönül vermiş birçok seyirci bu filmleri defalarca
izlemiş, onlarla sarsılmaz bir gönül bağı oluşturmuştur. Black, The Social
Network, Moneyball, A Beautiful Mind, Raging Bull bunlardan bazıları… Peki, Joy
bu filmlerin neresinde? Sanırım bu sayılan filmlerle anılmak için çok yetersiz.
Zira kur ve ön sevişme yapmadan doyuma ulaşmamızı bekleyen ve elbette bunu da
başaramayan bir film Joy.
Yakın zamanda izlediğimiz Nancy Meyers imzalı The Intern,
yine Robert De Niro’yu bu kez Anne Hathaway’e eşlik ederken izledik. Bir kadın
girişimcinin yükseliş hikâyesine odaklanan film eksiklerine rağmen seyircide
tatlı bir hoşluk yaratmıştı. Ayrıca De Niro ve Hathaway’in canlandırdığı iki
oyuncunun da karakter derinliğini yaratabilmişti. Büyük oranda ortak yanları
olan Joy’da ise bırak birden fazla karakteri başrol oyuncusunda bile karakter
derinliği yaratılamaz. Birkaç başarısız flashback ya da rüya sahnesi etki
yaratmaktan oldukça uzak kalır. Joy’un nasıl o sürece geldiğini, birden bire
zincirlerini kırmaya tam olarak ne ile karar verdiği hissiyatı hiç
gelişememektedir.
Joy’un başarıya giden basamakları tırmanırken uyguladığı
yöntemlerde pek benimsenecek türden değil. İnsanlara tabiri caizse nasıl
yırtacağını anlatan film aptal kutusu televizyonun yüceltilmesinden tut da
hiçbir güvencesi olmadan borca batmış bir halde evini ipotek ettirip kredi
çekmeyi özendirmeye kadar bir dolu olumsuz referans içerir. Seyirciye televizyondaki
shopping kanallarının ürünlerin satılması için yapılan propagandalara
inanmasını ya da ödeyemeyeceği kredileri çekmesini desteklemekten başka ne
yapmakta film? Joy, “nasıl sistemin çarklarını daha hızlı dönmesini sağlayacak
bir parça olursunuz’’u çok iyi öğretiyor.
Vesselam zaten baştan çok tatmin edici olmayan hikâye
senaryo yazımında da sınıfta kalarak dibi buluyor. Üstüne bir de birlikte görmekten sıkıldığımız
kabak tadı veren oyuncu grubu, havada kalan karakterler, katharsis
oluşturamadığımız kahramanlar ekleniyor. Böylece seyir zevkini sıfırlayan bir
film çıkıyor ortaya. Yine de tv dizisi kıvamında bir film de bana yeter
derseniz, takdir sizin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder