Kanadalı
yönetmen Jean-Marc Vallée, dördüncü
uzun metrajı C.R.A.Z.Y. ile sinemaseverlerin gönlünün en fiyakalı yerinden
kendine yer bulmuştur. Neredeyse dünya çapında dikkatleri üzerine çeken bu
filmden sonra da asla ivmesini düşürmeden yolunu adımlamaya devam eder Vallée.
Birkaç yıl arayla çektiği The Young Victoria, Café de Flore, Dallas Buyers Club
ve Wild Vallée’yi hayranlarının olduğu ve bir sonraki yapımı heyecan yaratan
bir yönetmen konumuna yükseltir. Bu nedenle ki Vallée’nin son filmi Demolition,
merakla beklenmekteydi. Her yayınlanan fragmanı ile yürekleri hop oturtup hop
kaldıran film, ilk olarak 15. !f Bağımsız Filmler Festivali’nde görücüye çıktı.
Yakında vizyona da girecek film, kesinlikle yılın en iyilerinden.
Film,
mutlu bir evliliği, ücreti dolgun bir işi, oldukça şık bir evi olan Davis’in
hayatının, bir trafik kazası sonrasında yıkıma uğramasını anlatır. Kaza
nedeniyle karısını kaybeden Davis karakterinin ilk anlardaki umursamaz ve
tepkisiz halleri Albert Camus’un Yabancı eserindeki Meursault’u akla getirse de
daha sonra karakterin çok daha başka bir yöne evrildiğine şahit oluruz. Yine
dünya umurunda olmayan bir adam vardır karşımızda fakat bu kez bu önemsemediği
hayata müdahale vardır; Davis, her şeyi bozma, yıkma mücadelesine girmiştir.
Davis, kendine yeni bir hayat kurmak için eski ve kendisini mutsuz ettiğini
gördüğü her şeyi ancak yıkarak yeni bir hayat kuracağını düşünür. Tıpkı
çocukların oynamaktan sıkıldıkları oyuncaklarını parçalayıp onlardan yeni bir
oyuncak yaratması gibi. Üstelik yine kendisi gibi hayatına mutlu olacağı yönde
karar verme aşamasında olan Chris’i de bu eylemine ortak eder. Chris’de
köhnemiş bir hayata attığı her balyoz darbesi ile kendinde isteyip de
gösteremediği yönlerini bir bir açığa çıkarır. Bir nevi bu yıkım süreci Davis
ile Chris’in kendilerini bulmalarını sağlar.
Davis’in
hayatına dahil oluşumuzun asıl başlayış noktası bir otomattan şekerleme almaya
çalışması ile başlar; şekerlemelerini vermeyen bir otomatı, ilgili kuruma şikâyet
etmek amacıyla bir mektup yazmaya karar verir. Fakat bu mektup ve sonrasında
devam edecek mektuplar amacından sapmış, tamamen Davis’in içini dökme aracına
dönüşmüştür. Davis, çevresinde dertlerini paylaşacağı kimseyi bulamaz. Zira
modern toplum onu tamamen yalnız bırakmıştır ne de olsa. Mektuplarla bir kuruma
dertlerini anlatan Davis, akıllara Her
filminde bilgisayarına âşık olan Theodore karakterini de getirmekte. Davis’in yazdığı
mektuplardan onun hayatına karşı ne hissettiğine, zaten izlediğimiz şeyleri bir
nevi altyazı gibi onun sesinden işiterek iyice pekiştiririz. Mektupları yazdığı
sırada flahsbacklerle de anlattıklarını destekleyen yönetmen, geçmişi oldukça
konsantre şekilde özetler. Zira geçmiş o kadar da önemli değildir. Önemli olan
bir insanın bu cesur eyleme girişmesi olsa gerek. Neden bunu yaptığına dair
nüanslar yeterli gelir kuşkusuz.
Bugüne
kadar genelde karakter odaklı filmler yapan Vallée, Demolition’da da bu tarzını
sürdürür. C.R.A.Z.Y.’de eşcinsel oğul ve homofobik baba arasındaki yıllara
yayılan ilişki, The Young Victoria’da genç yaşta tahta oturan kraliçe
Victoria’nın hayatına ve o dönemki siyasi entrikalara, Café de Flore’de hem
anne hem de âşık bir kadının öyküsüne, Dallas Buyers Club’da ise uyuşturucu
bağımlısı, eşcinsel, HIV taşıyıcısı Ron
Woodroof’a dikkat kesilir. Bu sayılan filmlerdeki karakterlerin yaşadıkları,
başlarından geçenler izleyici olarak bizleri derinden etkilemiş hafızalarımızda
yer eden kişiler olmuşlardır. Tüm bu sevilen, unutulmayacak kadar başarılı,
renkli karakterlerden sonra daha ne olabilirin cevabını Vallée, Demolition ile
verir. Demolition, yönetmenin bana göre bugüne kadar yarattığı karakterlerin en
başarılısı. Zira Vallée, tüm deneyimini, ustalığını Demolition’daki Davis
Mitchell üzerinde konuşturmuş anlaşılan. Zaten fazlasıyla derinlikli,
inandırıcı ve oldukça sıra dışı biri olan Davis’i bir de karakter oyunculuğu
konusunda artık kesinlikle rüştünü ispatlayan Jake Gyllenhaal’ın oynaması
kaliteli malzemelerle nefis bir yemeğin ortaya çıkmasına benzetilebilir
kuşkusuz. Bu kadar güçlü bir karakter tek başına filmin tümünü götürebilecekken
cinsel yönelimine karar verme aşmasında olan ergen Chris’in(Judah Lewis) de
eklenmesi film için çok büyük bonus niteliğinde. Davis ile Chris’in birlikte
olduğu sahneler filmin en eğlenceli, temposu yüksek anlarına ev sahipliği
yapmakta. Naomi Watts’ın canlandırdığı Karen Moreno karakterinin ise pek de
etkili olduğu söylenemez. Karen filmde bana kalırsa Davis ile Chris arasındaki
ilişkide katalizör görevi görmekte sadece.
Film şimdiye kadar konuştuğumuz karakter yaratımı, oyunculuk vs.
gibi takdiri hak eden yanlarına ek olarak senaryosu, kurgusu, müzik kullanımı
ile de sınıfı geçmekte. Ayrıca komedinin filme işlenişi de son derece başarılı
olan Demolition, izleyicinin kalbini kıpır kıpır yapan, yüzlerde yer yer
tebessüm yer yer kahkahaları eksik etmeyen son zamanlarda izleyeceğiniz belki
de en âşık olunası film. Aman diyim, asla ama asla kaçırmayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder