Sinema Dünyasından Bir Kadın Geçti. Cesur, Öfkeli ve Kararlı
Bir Kadın…
Chantal Akerman, henüz on altı yaşındayken Pierro Le Fou
filmini izleyerek yönetmen olmaya karar verecek kadar kararlı ve hemen on sekiz
yaşında da ilk filmini çekecek kadar da cesur bir insandı. Yahudi, feminist,
lezbiyen, kadın, kadın yönetmen gibi birçok tanımın onu anlatmak amacıyla
kullanılmasına karşılık, bir kadın olduğunu ve aynı zamanda da filmler
çektiğini söyleyerek tıpkı filmlerindeki gibi mevzuyu oldukça sadeleştirmiş
biridir. Sinemaya adımını attığı ilk andan itibaren dur durak bilmeyen bu kadın
kısa metraj, uzun metraj, belgesel ve sergi enstalâsyonu olmak üzere sayısız
eser ortaya koymuştur bu dünyadan kendi isteği ile göçmeden önce. Evet, Akerman
son filmi No Home Movie’de yakın zamanda kaybettiği, hayatının en büyük anlamı
annesi ve kendisine veda ederek yaşamına son noktayı koymuştur. Filmin
gösteriminden- bir nevi çocuğunu doğurup güvenilir ellerde olduğuna emin olması
gibi – kısa bir süre sonra aramızdan ayrılmıştır. Belki de daha nice eserlere
imza atacak, bu anlatmakla bitirilmeyecek, kelimelerin bir süre sonra
kifayetsiz kalacağı kadını anlamak ya da anlatmak için filmlerine başvurmak en
mantıklısıdır. Zira her filmine kendisinden bir parça koyan Akerman’ın filmografisine
baktığımızda kendini ortaya koyduğunu görürüz aslında. Onu anlamak için tüm
filmlerini masaya yatırmak gerekse de biz işe onunla en çok anılan beş filmi
ile başlayalım dilerseniz.
1) Jeanne Dielman, 23, Quai du Commerce, 1080 Bruxelles -1975
Chantal
Akerman’ın ikinci uzun metraj filmi Jeanne Dielman, 23, Quai du Commerce, 1080 Bruxelles,
feminist sinemanın öncülerindendir. Akerman’ın annesinden esinlenerek çektiği
filmi bir ev kadınının ev işçiliği ve seks işçiliğini aynı anda götürmeye
çalışırken bir yerden sonra tüm dengelerin alt üst olmasını anlatır. Jeanne
Dielman’ın üç gününü üç buçuk saatten fazla bir süreye yayarak klasik sinema
izleyicisini oldukça rahatsız etmiştir Akerman. Birçok sahnenin gerçek zamanlı
çekildiği film, adeta gündelik olan her şeyi kutsar. Patates soymak ya da
bulaşık yıkamak gibi fazlasıyla önemsiz işleri önemseyerek onları çekici
kılmaktır Akerman’ın amacı. Filmin en garip tarafı ise bu kadar gündelik işin
bir araya gelmiş hali olan filmin aslında oldukça tedirgin edici bir gerilim
filmi havasında olduğudur. Sakin sakin ilerleyip avını vahşice katleden bir
balina gibidir Jeanne Dielman, 23, Quai du Commerce, 1080 Bruxelles.
Akerman, özellikle kadına bakış açısı sorunlu izleyiciye çaktırmadan, durgun
sularda ilerleyerek haddini bildirir. Akerman’ın bana kalırsa başyapıtı olan bu
film, finaldeki Jeanne Dielman’ın masada uzun süre sadece oturduğu sahneyle
akıllardan çıkmayacak türdendir.
2) Je, Tu, Il, Elle – 1974
Akerman’ın
ilk filmi olan Je, Tu, Il, Elle aynı zamanda
kendisinin başrolde oynadığı filmidir. Akerman, bu filmde sadece oynamaz aynı
zamanda izleyicilerine kendini tüm özel yönleriyle de açar; filmde tıpkı gerçek
hayatta olduğu gibi lezbiyen, bunalımlı ve hayatını cesurca yaşayan bir kadına
hayat vermektedir. Üç bölümden oluşan Je, Tu, Il, Elle’nin ilk bölümü
tamamen Julie’nin evin içine kendini ve eşyaları sığdıramadığı anlara ev
sahipliği yaparken ikinci bölüm ise alabildiğine özgür, tehlikeli bir o kadar
da sınırı çizilmemiş mekânlarda geçer. Son bölümde ise Julie, beklide filmin
başından beri aradığı onu tek mutlu edecek yere gider ama burada yaşanılanlar da
mutlak bir mutluluk getirmez. Julie’yi yine yalnız, kaybetmiş ve savrulmaya
hazır bir şekilde bırakırız. Akerman’ın annesinden daha çok kendisinden izler
taşıyan bu filmi, onun tüm duygu durumu ve çırılçıplak bedeni ile seyirciye
kendini açtığı eseridir. Akerman, daha ilk uzun metrajında kozlarını açık
oynayarak girmiştir sahneye.
3)No Home Movie-2015
Yönetmenin son filmi No Home Movie, hayranlarına, kendine ve en
önemlisi de annesine bir veda mektubudur aslında. Akerman, kendisine her zaman
ilham perisi olmuş annesini, hastalığının son dönemecinde yalnız bırakmamış
hatta bu birlikteliğe bizi de ortak etmiştir. Filmografisinin başından itibaren
filmlerinde, ondan izleri izlediğimiz kadına evinde konuk eder Akerman bizleri.
Bu şimdiye kadar hep başka bedenlerde hayat bulmuş –özellikle Jeanne Dielman, 23, Quai du Commerce, 1080 Bruxelles’de-
halini izlediğimiz kadını şimdi gerçek bedeninde izleriz. Annesinin evine
yerleştirdiği çeşitli kameralardan elde edilen ve Skyp’daki görüntülerden
oluşan belgesel, Akerman’ın annesi ile olan nadir muhabbetlerinden de
anlaşılacağı gibi bu kadının hayatına, yaşadıklarına bir saygı duruşu niteliği
taşır. Yahudi olan ve Auschwitz toplama kampından sağ kurtulan, kendisinin ve
çocuklarının hayatını devam ettirebilmek için türlü mücadeleler vermiş kadının
büyüsü böylece Akerman’ın gözünden bize de ulaşır. Akerman’ın belki de
seyircisini en fazla zorladığı bu filmin, sadece onun gerçekten hayranlarının
tahammül edeceği hatta çok seveceği bir yapım muhakkak. Ayrıca Akerman
denilince ilk akla gelen zaman ve mekân ilişkisini tam anlamıyla hayata
geçirdiği yapımdır aynı zamanda.
4)La Captive – 2000
Bir roman uyarlaması olan La Captive, bir erkek tarafından fiili
olarak olmasa da tutsak alınan bir kadının öyküsünü anlatır. Marcel Proust’un
Kayıp Zamanın İzinde eserinden Akerman’ın serbest bir şekilde uyarladığı film,
erkeğin kadına bakış açısını, onu nasıl mülkiyeti haline getirdiği, erkek
kafasındaki kadının yerini öylesine güzel aktarır ki seyirciye… Elbette
Akerman, erkeğin bu sorunlu bakış açısını ve davranışlarını sonunda çok güzel bir
hamle ile yenilgiye uğratır her zaman yaptığı gibi. Problemli erkek bakışı ile
kedinin fare ile oynaması gibi uğraşan Akerman, kibar ve sakince en sona saklar
hamlesini. Öylesine incelikle dokur ki Akerman senaryosunu, büyük darbenin
nereden geleceğini kestiremezsiniz ta ki o ana kadar.
5)La Folie Almayer – 2011
Yine bir roman uyarlaması olan La Folie Almayer, kadına istediği
gibi sahip olacağını, onu yönlendirip şekillendirebileceğini zanneden aciz
erkek bakış açısını ters köşe yapar. Bir baba ve kız hikâyesi diyebileceğimiz
filmin değindiği mesele üstelik sadece cinsiyet de değildir; Akerman, bu filmde
ırk sorununu da gündemine taşıyarak aslında bütün sorunların kaynağının aynı
problemli bakışa ait olduğunun altını çizmiş olur. Beraber olduğu siyahî
kölesinden olan melez kızını modern bir okulda yetiştirmeye gönderen baba ve bu
duruma yıllarca öfke bileyen kızının ondan intikamı üzerine kurulu olan bir film
La Folie Almayer. Film, Nina üzerinden,
nerede olacağını bilemeyen, oradan oraya savrulan ırklar meselesine mükemmel
bir yorum getirir. Ve elbette Akerman’ın tüm güçlü kadınları gibi sonunda birey
olarak aldığı kararla yolunu adımlayan bir Nina vardır karşımızda. Güçlü, asi
ve kararlıdır ne de olsa Akerman’ın kadınları. Tıpkı kendisi gibi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder