9 Mart 2016 Çarşamba

Chantal Akerman Sineması


Sinema Dünyasından Bir Kadın Geçti. Cesur, Öfkeli ve Kararlı Bir Kadın…


Chantal Akerman, henüz on altı yaşındayken Pierro Le Fou filmini izleyerek yönetmen olmaya karar verecek kadar kararlı ve hemen on sekiz yaşında da ilk filmini çekecek kadar da cesur bir insandı. Yahudi, feminist, lezbiyen, kadın, kadın yönetmen gibi birçok tanımın onu anlatmak amacıyla kullanılmasına karşılık, bir kadın olduğunu ve aynı zamanda da filmler çektiğini söyleyerek tıpkı filmlerindeki gibi mevzuyu oldukça sadeleştirmiş biridir. Sinemaya adımını attığı ilk andan itibaren dur durak bilmeyen bu kadın kısa metraj, uzun metraj, belgesel ve sergi enstalâsyonu olmak üzere sayısız eser ortaya koymuştur bu dünyadan kendi isteği ile göçmeden önce. Evet, Akerman son filmi No Home Movie’de yakın zamanda kaybettiği, hayatının en büyük anlamı annesi ve kendisine veda ederek yaşamına son noktayı koymuştur. Filmin gösteriminden- bir nevi çocuğunu doğurup güvenilir ellerde olduğuna emin olması gibi – kısa bir süre sonra aramızdan ayrılmıştır. Belki de daha nice eserlere imza atacak, bu anlatmakla bitirilmeyecek, kelimelerin bir süre sonra kifayetsiz kalacağı kadını anlamak ya da anlatmak için filmlerine başvurmak en mantıklısıdır. Zira her filmine kendisinden bir parça koyan Akerman’ın filmografisine baktığımızda kendini ortaya koyduğunu görürüz aslında. Onu anlamak için tüm filmlerini masaya yatırmak gerekse de biz işe onunla en çok anılan beş filmi ile başlayalım dilerseniz.


1) Jeanne Dielman
, 23, Quai du Commerce, 1080 Bruxelles -1975


Chantal Akerman’ın ikinci uzun metraj filmi Jeanne Dielman, 23, Quai du Commerce, 1080 Bruxelles, feminist sinemanın öncülerindendir. Akerman’ın annesinden esinlenerek çektiği filmi bir ev kadınının ev işçiliği ve seks işçiliğini aynı anda götürmeye çalışırken bir yerden sonra tüm dengelerin alt üst olmasını anlatır. Jeanne Dielman’ın üç gününü üç buçuk saatten fazla bir süreye yayarak klasik sinema izleyicisini oldukça rahatsız etmiştir Akerman. Birçok sahnenin gerçek zamanlı çekildiği film, adeta gündelik olan her şeyi kutsar. Patates soymak ya da bulaşık yıkamak gibi fazlasıyla önemsiz işleri önemseyerek onları çekici kılmaktır Akerman’ın amacı. Filmin en garip tarafı ise bu kadar gündelik işin bir araya gelmiş hali olan filmin aslında oldukça tedirgin edici bir gerilim filmi havasında olduğudur. Sakin sakin ilerleyip avını vahşice katleden bir balina gibidir Jeanne Dielman, 23, Quai du Commerce, 1080 Bruxelles. Akerman, özellikle kadına bakış açısı sorunlu izleyiciye çaktırmadan, durgun sularda ilerleyerek haddini bildirir. Akerman’ın bana kalırsa başyapıtı olan bu film, finaldeki Jeanne Dielman’ın masada uzun süre sadece oturduğu sahneyle akıllardan çıkmayacak türdendir.


2) Je, Tu, Il, Elle – 1974


Akerman’ın ilk filmi olan Je, Tu, Il, Elle aynı zamanda kendisinin başrolde oynadığı filmidir. Akerman, bu filmde sadece oynamaz aynı zamanda izleyicilerine kendini tüm özel yönleriyle de açar; filmde tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi lezbiyen, bunalımlı ve hayatını cesurca yaşayan bir kadına hayat vermektedir. Üç bölümden oluşan Je, Tu, Il, Elle’nin ilk bölümü tamamen Julie’nin evin içine kendini ve eşyaları sığdıramadığı anlara ev sahipliği yaparken ikinci bölüm ise alabildiğine özgür, tehlikeli bir o kadar da sınırı çizilmemiş mekânlarda geçer. Son bölümde ise Julie, beklide filmin başından beri aradığı onu tek mutlu edecek yere gider ama burada yaşanılanlar da mutlak bir mutluluk getirmez. Julie’yi yine yalnız, kaybetmiş ve savrulmaya hazır bir şekilde bırakırız. Akerman’ın annesinden daha çok kendisinden izler taşıyan bu filmi, onun tüm duygu durumu ve çırılçıplak bedeni ile seyirciye kendini açtığı eseridir. Akerman, daha ilk uzun metrajında kozlarını açık oynayarak girmiştir sahneye.


3)No Home Movie-2015


Yönetmenin son filmi No Home Movie, hayranlarına, kendine ve en önemlisi de annesine bir veda mektubudur aslında. Akerman, kendisine her zaman ilham perisi olmuş annesini, hastalığının son dönemecinde yalnız bırakmamış hatta bu birlikteliğe bizi de ortak etmiştir. Filmografisinin başından itibaren filmlerinde, ondan izleri izlediğimiz kadına evinde konuk eder Akerman bizleri. Bu şimdiye kadar hep başka bedenlerde hayat bulmuş –özellikle Jeanne Dielman, 23, Quai du Commerce, 1080 Bruxelles’de- halini izlediğimiz kadını şimdi gerçek bedeninde izleriz. Annesinin evine yerleştirdiği çeşitli kameralardan elde edilen ve Skyp’daki görüntülerden oluşan belgesel, Akerman’ın annesi ile olan nadir muhabbetlerinden de anlaşılacağı gibi bu kadının hayatına, yaşadıklarına bir saygı duruşu niteliği taşır. Yahudi olan ve Auschwitz toplama kampından sağ kurtulan, kendisinin ve çocuklarının hayatını devam ettirebilmek için türlü mücadeleler vermiş kadının büyüsü böylece Akerman’ın gözünden bize de ulaşır. Akerman’ın belki de seyircisini en fazla zorladığı bu filmin, sadece onun gerçekten hayranlarının tahammül edeceği hatta çok seveceği bir yapım muhakkak. Ayrıca Akerman denilince ilk akla gelen zaman ve mekân ilişkisini tam anlamıyla hayata geçirdiği yapımdır aynı zamanda.


4)La Captive – 2000


Bir roman uyarlaması olan La Captive, bir erkek tarafından fiili olarak olmasa da tutsak alınan bir kadının öyküsünü anlatır. Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde eserinden Akerman’ın serbest bir şekilde uyarladığı film, erkeğin kadına bakış açısını, onu nasıl mülkiyeti haline getirdiği, erkek kafasındaki kadının yerini öylesine güzel aktarır ki seyirciye… Elbette Akerman, erkeğin bu sorunlu bakış açısını ve davranışlarını sonunda çok güzel bir hamle ile yenilgiye uğratır her zaman yaptığı gibi. Problemli erkek bakışı ile kedinin fare ile oynaması gibi uğraşan Akerman, kibar ve sakince en sona saklar hamlesini. Öylesine incelikle dokur ki Akerman senaryosunu, büyük darbenin nereden geleceğini kestiremezsiniz ta ki o ana kadar.


5)La Folie Almayer – 2011


Yine bir roman uyarlaması olan La Folie Almayer, kadına istediği gibi sahip olacağını, onu yönlendirip şekillendirebileceğini zanneden aciz erkek bakış açısını ters köşe yapar. Bir baba ve kız hikâyesi diyebileceğimiz filmin değindiği mesele üstelik sadece cinsiyet de değildir; Akerman, bu filmde ırk sorununu da gündemine taşıyarak aslında bütün sorunların kaynağının aynı problemli bakışa ait olduğunun altını çizmiş olur. Beraber olduğu siyahî kölesinden olan melez kızını modern bir okulda yetiştirmeye gönderen baba ve bu duruma yıllarca öfke bileyen kızının ondan intikamı üzerine kurulu olan bir film La Folie Almayer.  Film, Nina üzerinden, nerede olacağını bilemeyen, oradan oraya savrulan ırklar meselesine mükemmel bir yorum getirir. Ve elbette Akerman’ın tüm güçlü kadınları gibi sonunda birey olarak aldığı kararla yolunu adımlayan bir Nina vardır karşımızda. Güçlü, asi ve kararlıdır ne de olsa Akerman’ın kadınları. Tıpkı kendisi gibi…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder