Devlet "Baba"nın Acımasız Yüzü
İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünün bu yıl ki jüri başkanı Pablo Trapero’nun filmi Çete, festivalin galalar bölümünde arzı endam etti. Arjantinli yönetmen Trapero, seksenli yıllarda yaşanan darbe yıllarından sonra gerçekten yaşanmış bir hikâyeden yola çıkıyor son filminde. Venedik Film Festivali’nde Çete ile En İyi Yönetmen ödülünü kucaklayan Trapero, filmi izleyen seyircilere ödülü fazlasıyla hak ettiğini ispatlıyor.
1976 yılından 1983 yılına kadar Arjantin’de süren askeri darbe, bizim ülkemizde dâhil olmak üzere o yıllarda birçok ülkede yaşanılan darbe dönemlerine denk gelmektedir. Otuz bin kişinin öldüğü, birçok muhalifin tutuklandığı, işkence gördüğü bu darbenin en büyük suçlarından birisi ise öldürülen muhalif kişilerin çocuklarının darbeciler tarafından evlat edinilmesiydi. Bu, çok bilinen suçun yanında ise daha az bilinen ve Trapero’nun filmiyle belki çoğu insan tarafından öğrenilen gerçeklerden birisi ise darbe hükümetinin zulmünü gerçekleştirmek için maşa olarak kullandığı istihbarat servisi olsa gerek. Darbenin bitmesiyle ıskartaya çıkan bu insanlar, ne yazık ki bireysel olarak eylemlerine devam etmişlerdir. Birçok insanı fidye için kaçırıp, işkence edip, öldürmüşlerdir. Cunta rejimi tarafından insanlıktan çıkarılan bu kişiler, tekrar normale dönememişlerdir maalesef. İşte Çete’ın meselesi de tam olarak budur.
Yakalanana kadar bu bahsettiğimiz sendromu yaşayan bir ailenin yaptıklarına şahit ediyor bizi Çete. Endonezya’nın 2012 yapımı The Act Of Killing ve 2014 yapımı The Look Of Silence belgeselleri hepimizi hayretler içinde bırakacak gerçekleri gün yüzüne çıkarmıştı. Askeri darbe sırasında hükümetin muhalif kesimi katletmek için oluşturduğu çetenin yaptığı insanlık dışı eylemleri doğrudan çetenin üyelerinin ağzından dinlemiştik. Bu ölüm makinesine dönüşmüş çete mensuplarının yaşanılanları anlatırken ki rahatlıkları, gamsızlıkları mide bulandırıcıydı. En önemlisi ise bu iğrenç eylemlerini ailelerinin önündeyken bile aynı pervasızlıkla anlatmaları olmuştu kuşkusuz. Fakat Çete’ı izleyince seyirci olarak dünya üzerinde yaşanılan insanlık suçlarının iğrençlikte sınırının olmadığını anlıyorsunuz. Zira Çete’da, bu vahşete bile isteye hatta zorla bir eski istihbarat görevlisinin ailesini ortak etmesine tanık oluyoruz.
İnsanlık tarihinde geçtiğimiz yüzyılda neredeyse her kıtaya uğrayan faşist yönetimlerin yaşattıkları anlatmakla elbette bitmez. Fakat genelde bu meseleye eğilen romanlar da, filmler de zulüm görenlerin yaşadıklarını odaklarına almışlardır. Son yıllarda özellikle tam zıttı yöne çevrilen odak, yani katliamı yapan tarafı merkeze alarak anlatma çok daha etkili olmuştur. Çete, anlatılan meselenin sonunun geldiği noktada başlıyor ilk olarak. Polislerin bir eve baskın yapmasını ve oldukça gergin bir şekilde evi aramalarını izliyoruz. Doğal olarak da darbe yönetiminin muhalif insanların yaşadığı bir eve baskın yaptığını düşünüyoruz ilk etap da. Fakat filmin geriye dönüp hikâyeyi anlatmasıyla anlıyoruz ki düşündüğümüzün tam tersi bir durum söz konusu. Film, işkence, öldürme vs gibi şiddet içeren sahneleri neredeyse hiç göstermiyor. Ama nice şiddet, kan içeren filmlerden daha rahatsız edici olabiliyor. Zira fazlasıyla masum gözüken bir ailenin hep birlikte zulümlerini gerçekleştirmeleri ve normal hayatlarına kusursuz bir şekilde devam etmeleri her şeyden daha çok izleyicinin kanını dondurabiliyor.
Elbette filmde anlatılanların yaşanmasının en büyük sebebi yıllarca ülkeyi yönetmiş bir işleyişin sadece hükümetin değişmesiyle son bulacağına inanılması. Faşist hükümetler tarafından yönetilen ülkelerde bir devrim gerçekleşmedikçe sadece hükümetin değişmesi asolan sistemin makyajlanmasından başka bir şey ifade etmemektedir ne de olsa. Yine film sırasında yakın dönemde izleme şansını bulduğumuz, Nazi soykırımına farklı bir açıdan bakan Im Labyrinth des Schweigens filminin akla gelmemesi mümkün değil. Soykırımın eli kanlı canilerinin yeni Almanya’da hayatın her alanında çalışmaya devam ettiklerini öğrenmiştik. Çete’da da darbe yönetiminin en azılı isimleri yeni hükümette konumlarını korumuşlardır. Böyle bir ortamda da illegal eylemlerin mimarlarının da yollarına devam etmesi neden şaşırtsın ki? İzlediğimiz Puccio ailesi bir nevi Arjantin’in metaforu görevini üstleniyor. Oğulun babasına kaptırdığı hayatını geri kurtaramadığı gibi insanlıktan çıkarılan bireylerin tekrar normal hayatlarına dönememesi birbirini bütünlüyor.
Üzerine çok konuşulup, tartışılacak bu film, büyük bir insanlık suçuna parmak basmasıyla takdiri hak ediyor. Çete, çok ironik bir şekilde yerleştirilen müzikler ise filmin en büyük artılarından oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder