13 Nisan 2016 Çarşamba

İstanbul Film Festivali:Enkaz


Sesimizi Duyan Var mı?

İstanbul Film Festivali’nin Yeni Türkiye Sineması seçkisinde bulunan EnkazAlpgiray M. Uğurlu’nun ikinci uzun metrajı. 2013 yapımı Uvertür filmi ile uzun metrajlı film çekmeye başlayan Uğurlu, filmografisine birçok kısa film sığdırmıştır aynı zamanda da. Kısa filmleriyle tanınan ve sevilen Uğurlu, son filmi Enkaz ile ilerde yerli sinemanın başarılı yönetmenlerinden biri olacağını belli ediyor.
Deprem  felaketi ülkemizde sık sık yaşanan ve birçok insanın hayatın kaybetmesine neden olan bir sorundur. En önemlisi belki de en dikkate alınmayanı ise psikolojik boyutudur. Bu depremlerde birçok insan enkaz altında kalarak, acı çekerek hayatını kaybetti ya da sakat kaldıysa birçok hayatta kalan insan da yaşadıklarının yükünü taşımakta zorlandılar. Enkaz ise deprem olgusuna bu iki meseleyi de filminde yer vererek belki de ülkemizde deprem ile ilgili çekilmiş en donanımlı film.
Öncelikle UğurluEnkaz filmi için oldukça mikro düzeyde bir bütçe ile fazlasıyla konsantre bir işe imza atıyor. Birbirine paralel izlediğimiz iki hikâye karşılıyor bizi. Bu iki hikâyenin de tek oyuncusu var. Öncelikle Akasya Asıltürkmen’in rol aldığı, muhtemel İstanbul depreminde enkaz altında kalan Nisa ile başlıyor film. Daha sonra Berke Üzrek’in canlandırdığı psikolojik sorunlarının üstesinden gelmesi için doktorunun önerisini yerine getirmeye çalışan, doğaya sığınan Barış karakterini izliyoruz.

Filmde enkaz altında çekilen sahneler gerçek anlamda çok başarılı. Sinema tarihinde tek mekân filmleri çok çekilmiş ve belli bir kesim tarafından da oldukça sevilmiştir. Lakin bu tek mekânın küçüldüğü hatta yeraltına indiği film örneği çok kısıtlıdır. Yeraltındaki kısıtlı bir mekânda geçen, ülkemizde gösterime giren Burried (Toprağın Altında) ilk akla gelen örnektir kuşkusuz. Irak Savaşı’nda görevli ABD’li askerin tabut içinde yeraltına gömülmüş halde buluyor ve tüm filmi orada geçiriyorduk. İşte izleyince hemen Burried’in aklıma geldiği Enkaz, klorostrofobi anlamında yapmak istediğini fazlasıyla başarıyor. Bir de bu kadar zorlu bir durumu, ülkemizin sürekli kanayan yarası deprem ile buluşturarak sosyal sorumluluk görevini de yerine getiriyor.
Film, bir yanda hareket bile edemeyen, ufacık bir delikten ışık almaya çalışan Nisa’nın bir yandan da uçsuz bucaksız doğada yaşayan, gökyüzünü adeta sonsuza kadar görebilen Barış’ın durumunu tam bir zıtlık içerisinde veriyor. Kapkaranlık bir mekânda küçük huzmeden sızan ışık sayesinde başarılı bir makyajla ve mükemmel bir oyunculukla hayat bulan Nisa’nın  yüzünü zorla seçerken, Barış’ın sahnelerinde ise yeşile, maviye ve huzura doyarak, kameraya oynayan takdir edilesi bir oyunculuğu izliyoruz.
Uzun lafın kısası, değindiği konunun önemi, seçtiği mekânların etkileyiciliği, kafasının anlatmak istedikleri konusunda netliği, oyunculuklar vs her şey başarılı derken bir de tüm bu başarı listesine eklenecek tekniği de unutmayalım. Özellikle ses ve görüntü yönetimi üstlerine düşeni layıkıyla yerine getiriyorlar. Uğurlu, henüz ikinci uzun metrajı ile temiz bir iş sunuyor seyirciye. Ne diyelim, umarız başarısını arttırarak devam ettirerek, daha iyi filmlerle biz seyircileri buluşturmaya devam eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder