Vampir filmleri sinemanın doğuşundan bu yana yüzlerce defa çekilmiştir. Korku türü içerisinde değerlendirilen bu filmlerin tek başına bir tür olacak denli kendini geliştiren, değiştiren, yenilenen bir yol izlediği inkâr edilemez oysaki. Nosferatu gibi filmlerden günümüzdeki versiyonlarına kadar büyük bir gelişim geçiren vampir külliyatı artık bölümlere ayrılarak değerlendirilecek bir durumdadır. İşte bu büyük külliyatın son dönem vampir janrına yenilikler getirerek çekilen filmlerine odaklanan bir liste yapalım istedim. Vampir mitolojisinin birçok kuralını yerle bir eden bu filmler aynı zamanda da çoğu yönüyle geçmişle bağlarını da koparmıyor. Fakat büyük şato ya da malikânelere hapsolan, zengin, yaşlı kontların yerini evlerde ya da otellerde kalan, para kazanmak için fahişelik bile yapan, temizlik vs işlerini uşak yerine kendileri yapan, karınlarını doyurmak için daha medeni yollara başvuran vampir karakterler ile besleniyor bu filmler. Dilerseniz bu filmlerden seyircinin de en çok sevdiği altı tanesine yakından bakalım.
1) Only Lovers Left Alive – 2013
Yönetmen: Jim Jarmusch
Only Lovers Left Alive yeni dönem vampir fenomenine kuşkusuz en fazla katkıda bulunan filmlerden biri. Günümüzde geçen filmde insanların vampirler tarafından zombi olarak nitelendirilmesi o kadar yerinde bir tercih oluyor ki… Zira filmdeki vampirlerimiz Adam (Adem), Eva (Havva) ve Christoper oldukça bilgili, kültürlü ve ilkeli vampirlerdir. Asla insan kanı içmek için cinayet işlemeyen, bunu daha farklı yollardan halleden vampirlerimiz geceleri zamanlarının çoğunu kitap okumak, müzik dinlemek, beste yapmak gibi işlere adayıp, dünyanın gidişatı üzerine kafa yorarak geçiriyorlar. Hayatın anlamsızlığı konusunda melankoli yaşayacak denli her türlü tecrübeyi yaşamış, dünyanın her halini görmüşlerdir. Kitap gibi açıp okunacak, sanat eseri gibi izlenecek, can kulağıyla dinlenecek numunelik örneklerdir adeta. Kanlı, canlı tarihi eserler olan bu kahramanların yaşantıları, hayata bakışları, aşkları beyazperdede inanılmaz bir seyir zevki sunuyor haliyle. Vampirlere en çok belki de sempati duyduğumuz bu başyapıt, müzikleriyle de seyirciyi tam kalbinden vurmayı ihmal etmiyor.
Bir kez daha evrende yaşayan her canlının insandan daha nitelikli daha üstün olduğuna kanaat getireceğiniz Only Lovers Left Alive, özellikle vampir filmleri meraklılarının başucu filmlerinden biri olmalı kesinlikle.
2) A Girl Walks Home Alone at Night – 2014
Yönetmen: Ana Liyl Amirpour
A Girl Walks Home Alone At Night, siyah beyaz çekilen ve distopik bir ortamda geçen bir masal adeta. İran olduğunu tahmin ettiğimiz bu mekân terk edilmiş, petrol rafinelerinin ortasında hapsolmuş, diktatör tarafından yönetilen aciz bir ülke. Böylesi tekinsiz bir ortamda geceleri sokakta dolaşan kadın vampirimiz mecburen giydiği çarşafın altında insanlara eşitlik ve adalet dağıtıyor. Tabii bunu kendi adalet duygusu ne gerektiriyorsa ona göre yapıyor. Seyircinin kendisini tıpkı western izliyormuşçasına bir duyguya kaptıran mekân ve tarz, aynı zamanda tam tersi bir durumu da bünyesinde taşıyor; filmin kahramanı olan kadın vampirimiz fazlasıyla feministtir. Üstelik adalet anlayışını da feminizm üzerine temellendiriyor her koşulda. Elbette A Girl Walks Home Alone At Night da her ne kadar vampir külliyatında çok farklı bir yere konumlansa da yine aşk üzerine hikâyesini temellendirerek klasik vampir filmleriyle de bağlarını koparmıyor.
Yine mükemmel müzikleriyle seyirciyi kendinden geçiren bu film, genç bir kadın yönetmenin elinden çıkan kusursuz bir deneme. Kendisini Xiaer Dolan’ın kadın versiyonu olarak nitelendirebileceğiniz Ana Liyl Amirpour, sinemasıyla adeta büyülüyor. Umarız da büyülemeye devam eder.
3) Låt den rätte komma in – 2008
Yönetmen: Tomas Alfredson
Sanırım vampir filmleri geleneğini en çok alaşağı eden filmlerden biri karşımızda. Bu defa kahramanlarımız birer çocuk oluyor. Yanlış anlamayın aşk yok değil. Bu kez küçük ve masum kalplerde atan bir aşk yaşanıyor. Ve bu aşka ev sahipli yapan karlar altındaki İsveç, mükemmel bir atmosfer sunuyor filme. Bir vampir olan Eli ve onun ruh eşi insan Oscar’ın dünyası filmi izleyen tüm yetişkinleri kıskandıracak denli sevgi dolu, naif, işten. Yine küçük yaşına rağmen birçok tecrübe sahibi Eli’nin asla cinayet işlemekten haz etmemesi, hayatta kalmak için başının çaresine bakması gibi durumlar öyle içinden çıkılmaz hal alıyor ki… Her koşulda hayatta kaybeden vampir Eli ile insan Oscar’ın birbirlerinin yaralarını fark edip, iyileştirmeleri, birbirlerine merhem olmaları seyirciyi tabiri caizse büyülüyor adeta.
Vampir filmleri janrına getirdiği beklide en güzel yeniliklerle birçoğumuzun favorisi olan bu filmin taklitlerinden(2010 yapımı Hollywood remakei) sakının ve aslından sapmayın asla derim.
4) Byzantium – 2012
Yönetmen: Neil Jordan
Daha önce vampir filmi deneyimi olan Neil Jordan’ın Byzantium'u, bu kez de karşımıza anne-kız vampirleri getiriyor. Film kahramanlarımızı gündüzleri dışarıya çıkararak vampir filmografisinde ilk ve tek bu kuralı çiğneyen film unvanını taşıyor aynı zamanda. Üstelik bu anne kız, insanlar gibi geçim sıkıntısı ve bunun yanında birçok zorluk yaşayan vampirlerdir. Anne vampir Clara, hayatta kalabilmek ve kızına bakabilmek uğruna fahişelik yapan ama aynı zamanda da vampir kurallarının cinsiyetçi yaklaşımına kafa tutan güçlü bir kadın. Hayatları oradan oraya savrulan, otel odalarında saklanarak bir hayat süren bu koca yürekli iki kadının hikâyesinde, çatışmalarda çok güçlü. Bir yandan feleğin çemberinden geçmiş masumiyetini bir nevi kaybetmiş Clara ile hala iyilik ve dürüstlükten umudunu kesmemiş Eleanor arasındaki çatışmayı bu kadınlar ile vampir kuralları arasındaki çatışma ve elbette insanların dünyasında var olma çabası izliyor.
Aşkın yine her şeyi bir kördüğüme çevirdiği film, mükemmel görselliği ile gözümüzün önünden gitmeyecek karelere ev sahipliği yapıyor.
5) What We Do in the Shadows – 2014
Yönetmen: Taika Waititi, Jemaine Clement
Vampir mitolojisine yenilik getiren en eğlenceli, en sevimli, en şapşal film elbette What We Do in the Shadows oluyor. Sahte belgesel türünde çekilen bu, Yeni Zellanda filmi, vampir filmlerinin sevimli yaramaz çocuğu oluyor. Aynı evi paylaşan arkadaş vampirlerin kameraya kendilerini, yaşantılarını anlattıkları filmde kahkaha atmadan geçen bir sahne yok adeta. Tüm klişeleri yerle bir eden hatta bu klişelerle maytap geçen What We Do in the Shadows, klasik öğelerden fazlasıyla beslenen ama çoğu tabuyu da yerle bir eden bir film aynı zamanda.
Dünya tarihinde önemli rolleri olan şimdilerde aynı evin içinde takılmaca yapan bu, karakterleri izlemeyenler çok şey kaçırmıştır.
6) Thirst (Bakjwi )- 2009
Yönetmen: Park Chan-wook
Park Chan-Wook gibi sıra dışı bir yönetmenden özgün bir vampir filmi çıkarsa nasıl olur tahmin etmek zor değil. Chan-Wook’un şiddetten, kandan beslenmeyi seven elinden çıkan vampir filmi de elbette seyirciyi fazlasıyla doyuruyor. Koşulsuz olacağına emin olduğumuz intikam mevzusu da elbette var filmde. Fakat bir vampir filminin olmazsa olmazı olan aşk da var kuşkusuz. Bir din adamı olan Sang-hyeon’un ölümcül olan hastalığa ilaç bulunması için gönüllü denek olmasıyla başlıyor her şey. Hastalığın bulaştığı Sang-hyeon, ölmeden önce ona verilen kan ile tekrar yaşama dönüyor. Hem de bir vampir olarak. Fakat bu hayatını insanlara iyilik yapmaya adayan adam, kan bulmakta zorlanacaktır. Sang-hyeon’un hayatını zindana çeviren ilk şey buysa ikincisi de âşık olduğu kadını da vampire çevirmesi oluyor. Sang-hyeon insanlara iyilik yapmaya çalıştığı her davranışı ile hayatını daha da zorlaştırıyor. Bu, finaliyle tam bir melodrama bağlayan Thirst, özellikle âşıkların birlikte işledikleri cinayet(kan emme amacıyla öldürmedikleri tek kişi) sonrası sürekli onun sanrısıyla yaşamalarıyla da vicdan unsurunu sorguluyor.
Belki de vampir filmografisi içerisinde en kısa ömürlü vampirlerle bizi tanıştıran Thirst, aşk, pişmanlık, vicdan, intikam gibi birçok duygunun girdabında sürüklenen bir yapım olarak hafızalara kazınıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder