"Onların, bütün planlarının gerçekleşmesini sağla. Onların, inanmasını sağla. Ve onların, kendi tutkularına gülmelerini sağla. Onların tutku diye adlandırdıkları şey, gerçek bir duygusal enerji değil, dış dünyayla ruhları arasındaki çatışma. En önemlisi, kendilerine inanmalarını sağla. Onların, çocuklar gibi çaresiz kalmasına izin ver. Çünkü zayıflık harika bir şeydir. Ve güç hiçbir şey değildir. Bir insan yeni doğduğunda, zayıf ve esnektir. Öldüğü zamansa, kaskatı ve duygusuzdur. Bir ağaç büyürken, körpe ve yumuşaktır. Ama kuru ve sert hale geldiğinde, ölüp gider. Sertlik ve güç, ölümün arkadaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık, varoluşun tazeliğinin ifadeleridir. Kendini sertleştiren hiçbir şey kazanmayı başaramaz." - Stalker (Tarkovsky, 1979)
Andrei Tarkovsky’in 1979 tarihli Stalker filmi Boris ve Arkady Strugatsky kardeşlerin ''Yol Kenarında Piknik'' adlı kısa romanının birebir olmayan uyarlamasıdır. Film iz sürücü eşliğinde yazar ve bilim adamı olmak üzere üç adamın zone’a (bölgeye) yolculuğunu anlatır. 1957 yılında yaşanan Mayak nükleer kazasının oluşturduğu bölgede çekilen film, tıpkı yaşanan nükleer facia gibi çekilmesi ile başlayan lanetleri ile de ünlüdür. Bunlardan en önemli iki tanesini belirtmeden edemeyeceğim. Filmin çekildiği bölge hala nükleer yoğunluklu bir bölge olduğu için Tarkovsky ve ekip filmden bir süre sonra kanserden hayatlarını kaybetmişlerdir. Film çekilip bittikten sonra laboratuar kazasına uğramış ve baştan sona tekrar çekilmek zorunda kalınmıştır. Bu kadar büyük zahmetlere girilen ve fedakârlık gösterilen bir film yeterince merak uyandırmıştır sanırım.
Film boyunca hem yasak bölgede olan odaya ulaşmaya çalışılmasını hem de bilimin, sanatın ve dinin birbirleri ile çatışmasını izleriz. Filmin sonunda ne karakterler odaya girer ne de bilim, sanat ve din arasındaki tartışmalardan bir sonuç çıkar. Çünkü odaya ulaşıldığında bilim adamının amacının aslında odaya girmek değil kötü niyetliler kullanmasın diye odayı yok etmek olduğunu, yazarın ise gerçekten ne istediğini öğrenmekten korktuğunu anlarız. Zaten iz sürücünün odayı kullanma hakkı yoktur. Böylece filmin başından beri özdeşlik kurduğumuz karakterler gibi amaca ulaşamaz ve tatmin duygusunu yaşayamayız. Hatta iz sürücü ile özdeşlik kuranlar tatmin duygusu yaşayamadığı gibi bir de hayal kırıklığına uğrar ve umudunu kaybeder. Çünkü iz sürücüye göre artık kimse inanmıyordur.
Film boyunca iz sürücünün dilinden (aslında inançlı bir Hristiyan olan Tarkosky’nin ağzından) dini göndermeler ve İncil’den pasajlar okunur. Bazı sahnelerde çok bilinen ikonalar adeta görünür. Hristiyanlık da yeniden yaşamı temsil eden yumurta, İsa’nın başındaki haleyi temsilen taç kullanılır.
Ulaşılmaya çalışılan odayı aslında Tanrı olarak düşünebiliriz. Çünkü odaya ulaşmak kolay ve rahat yoldan değil zor ve dolambaçlı yoldan gidilmesi, odaya gidilecek yolun olduğu bölgeye saygı duyulması gerektiği, asıl huzurun burada olduğu gibi şeyler söyler iz sürücü. Ve odanın yaptığı gerçekte dile bile getiremediğimiz isteklerimizi anlayıp yerine getirmeyi ancak bir Tanrı yapabilir. Bu nedenle bilim adamı filmde de söylediği gibi kötü emeller için kullanılan dini ve buna bağlı olarak Tanrı’yı yok etmek istiyor. Bu yüzden yazar insanların umutlarını kullanan dinin ve buna bağlı olarak Tanrının karşısına çıkmaktan vazgeçiyor. İz sürücünün ise inandığı Tanrının karşısına çıkmasına izni yok. Burada da iz sürücüyü peygamber olarak düşünebiliriz. Tanrı ile kullar arasında aracılık yapıyor. Bu aracılığa engel olacak her türlü tehlikeyi göze alarak onları bir araya getiriyor. İz sürücünün sakat bir evlat sahibi olması ise Tanrı’nın aracısı olarak en büyük sınanmaya tabi tutulmasını gösteriyor. Ve tabi ki her koşulda, tüm engellere rağmen ona inanan karısını havarilerinden biri olarak, karakterlerimizin bölgeye girmesi ile birlikte onlara eşlik eden köpeği de koruyucu melek olarak kurguluyor film.
Film yaşanılan somut dünya da başlar. Ama bu dünya sıkıcı ve kasvetlidir. Zaten filmin başında ve sonunda gördüğümüz bu hayatta renklerde siyah beyazdır. Etraf fabrikalarla, onların dumanları ile kuşatılmıştır. Ama bölgeye geçtiğimizde dünyamız renklenir. Her yerde ağaçlar, bitkiler vardır. Çiçekler kısa bir süre önce yaşandığı söylenen faciadan sonra bile açmaya başlamıştır. Her yerden su akar. Bölge yaşanan facianın üzerini kısa sürede kapamaya başlamıştır. Bölgeye gelip ölen insanların cesetlerinin üzerinde bitkiler yeşerir. Modern yaşamın kullandığı şırınga, ilaç gibi eşyalar suların içinde kaybolmaya mahkûm olmuştur. Ayrıca filmde su seslerine ruhani müzikler de eşlik etmiştir.
Tarkovsky filmlerinin içerisinde en hızlı ve en çok diyalog barındıran filmlerinden biri olan Stalker’ı minimalist sinemadan hoşlanmayan seyirciler bile sevecektir. Eğer bugüne kadar Stalker’ı ya da Tarkovsky filmlerini hala izlemeyenler varsa geç kalmış sayılmazsınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder