Papatya Gibisin Asi ve Çılgın
Çek Yeni Dalgası’nın en önemli kadın
yönetmenlerinden Vera Chytilová, 1966 yılında başyapıtı Sedmikrásky
(Daisies) filmini çeker. O dönem iktidarda olan
sosyalizmi eleştirdiği ve yemek israfı yaptığı gerekçesiyle yasaklanan film sonra
tekrar gösterime girer. Güçlü bir sistem eleştirisi yapan film, aynı zamanda
bugüne kadar çekilen en güçlü feminist sinema örneğidir. Başrol oyuncusu iki
kadın üzerinden ilerleyen Daisies, kadını objeleştirmediği gibi kadına yine
kadın bakış açısıyla bakarak Âdem ile Havva hikâyesini, Havva ile Havva
hikâyesine dönüştürür. Sürrealizm, Dadaizm, Fütürizm gibi birçok akımdan
etkilenen ve bunları bünyesinde çok başarılı bir şekilde taşıyan Daisies ölümsüz
yapıtlar arasına katılır. İşte böylesine bir filmin son perdesini konuşmak
isterim.
Sahne, kural tanımaz, isyankâr
ikilimizin mükellef bir sofraya ev sahipliği yapan bir odaya girmeleri ile
başlar. Gördükleri karşısında kendilerinden geçen ikili, her ne kadar önceleri
yıkıma geçmemek için kendilerini dizginlemeye çalışsalar da pek başarılı
olamazlar. Zira ilk etapta çaktırmadan yemeklerden yeme gayretini pek uzun
sürdüremezler. Chaplinvari hareketler yapan ikili yemek yerken hiçbir görgü
kuralına uymazlar, fondaki müziğe eşlik eden ağız şapırtısı seslerini fark
etmemek imkânsızdır; bu isyancı kadınlarımız her zaman onlara dikte edilenin
tersini yapmış, aykırı kadınlardır ne de olsa. Her ne sebeple olursa olsun cici
kız olmamışlardır. Elbette bu muhteşem bir şekilde hazırlanmış oda sistemin bir
alegorisidir aslında. Tavanda asılı heybetli, göz alıcı avizeden, masadaki
birbirinden iştah kabartıcı yemekler var olan sistemin görünen makyajlı yüzünü
temsil eder. İşte Daisies’in kahramanlarının bozmaya, yıkmaya ayarlı
davranışları bu odada önce yavaştan, ilerleyen zamanlarda ise kontrol edilemez
düzeyde şiddetli bir eyleme dönüşür. Her başkaldırıyı tetikleyen küçük bir
hareketi de yanlışlıkla kırılan kadeh temsil eder. Zaten kadehin kırılmasından
sonra sofradaki tüm yiyecekleri hızlandırılmış bir şekilde görmemiz, domino
taşı etkisinin başlayacağı sinyalini verir. Bu eylemde yemekler silahların
metaforudur. Karakterlerimiz sistemin bütün makyajını bozup, allak bullak
ettikten sonra bile hızlarını alamazlar; bir nevi bürokrasiyi temsil eden
masanın üzerine çıkarak ahlaki değerlerine de tokat indirirler. Fakat bu yıkıcı
eylemin kendiliğinden gelişen tepkisi artık durdurulamaz seviyeye gelmiştir.
Eylemcilerimiz en üst mercii temsil eden avizeye tırmanıp güçlü bir şekilde
sarsarlar. Bu sahneye bağlı sonraki ve filmin de son sahnesinde ise üzerleri
gazete kâğıtlarına yani sistemin medya aracılığıyla yaydığı kurallarına sıkı
sıkıya bağlanmış olduklarını görürüz. Bir önceki sahnede isyan eden
karakterlerimizin biat eder ve bozduklarını toparlamaya başlarlar. Bir yandan
bozduklarını onarmaya çalışırken bir yandan da biat eden konuşmalarını
fısıltıyla yaptıklarını fark ederiz. Fısıltı ile konuşmalarından söylediklerinin
aslında oldukça ironik olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Yani her ne kadar
tükürdüklerini yalasalar da aslında hiçbir zaman düzenin kurallarını
içselleştirmezler. Zaten tüm çabalarına rağmen düzeni tekrar eski haline
getirmeleri de mümkün değildir. Çabalamaları düzeni, yıkma eylemine uğramış
halinden pek de ileriye götürmez. Her şeyi eski haline getirdiklerine inanan ya
da inanmış gibi yapan iflah olmaz eylemcilerimiz ne yazık ki kendi kazdıkları
kuyuya düşerler; eylem sırasında zarar verdikleri avizenin yani sistemin
başındakilerin gazabına uğrarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder