Albert Camus’un ‘Sürgün ve Krallık’ eserindeki ‘Misafir’
adlı öyküden uyarlanan Far From Men insanlık, iç savaş, kan davası gibi oldukça
önemli meselelerden bahseder. David Oelhoffen’ın yönettiği film değindiği tüm meselelerin
altını yeterince doldururken western türünden beslenerek zorlu doğa koşullarını
da filme dahil eder. Hayatta kaybeden iki insanın tesadüfler sonucu bir araya
gelmesiyle mecburi bir birlikteliği temel alan film üzücü bir yol hikayesi.
Viggo Mortensen’in canlandırdığı Daru karakteri
Fransız-Cezayir savaşının –Fransa’nın Cezayirlilere soykırım uygulaması-
ortasında Arap çocuklara öğretmenlik yaparak, hiç istemediği hesaplardan
kendini uzak tutmaya çalışır. Ne var ki Daru ne kadar çocuklarla zaman geçirerek
masumiyetini kaybetmemek istese de koşullar onu kaçmak istediklerinin içine
sürükler. Bu arada yanlış anlaşılmasın: Daru, savaştan korkan mesnetsiz bir
adam değildir. Zira Daru, öğretmenlikten önce Fransız ve Cezayir yurttaşlarıyla
omuz omuza savaşmış, saygı duyulan bir binbaşıdır. Daru, hiç anlam veremediği
bu savaşın maşası olmak istemez. Reda
Kateb’in canlandırdığı Mohamed ise Daru’yu istemeden yollara düşürecek
karakter. Ailesini aç bırakmamak uğruna cinayet işlemiş Cezayirli Mohamed,
Fransız adaletine(?) teslim edilmelidir.
Tuhaf olan şu ki: Mohamed de bunu ister. Mohamed’in öyle dertleri vardır
ki asilerin arasına katılmayı düşünmeye bile fırsatı olmaz. Onun derdi
bambaşkadır. Bunun için de Fransız hükümetine Daru tarafından teslim edilmelidir.
Daru, Fransız hükümeti tarafından idam edileceğine emin olduğu için asla
Mohamed’i teslim etmek istemez ama Mohamed oldukça ısrarcıdır. Böylece yollara
düşülür.
Zorlu doğa koşullarına karşı mücadele veren Daru ve Mohamed
bir yandan da Hem Mohamed’in akrabalarından hem Fransız kuvvetlerinden hem de
asilerden saklanarak ilerlemeye çalışırlar. Bazen doğanın acımasız şartlarından
dolayı sığındıkları terk edilmiş bir evde bazen de esir düştükleri asilerin
kampında sohbete dalar böylece birbirleri hakkında bilgi sahibi olurlar ve
elbette aralarında sevgi bağı oluşur. Zamanla yaşadıkları bu bağı daha da
kuvvetlendirirler; yeri gelir Daru Mohamed’i yaşamaya ikna etmek için neler
yapmaz ki.
Film elbette Daru ve Mohamed’in dışında gelişen savaş
hakkında da bir şeyler söyler. Fransız yönetmen Oelhoffen, oldukça tarafsız bir
rota çizer kendine; Fransız birliklerinin savaş ahlakını nasıl çiğnediklerini
ifade etmekten hiç çekinmez. Hatta Fransızların soykırım yaptığını tek bir
hareket ile net bir şekilde ortaya koyar. Ayrıca bir zamanlar omuz omuza
savaşmış ırkların şimdi karşı karşıya gelmelerini anlamlandıramadığını da birçok
diyalog ile besler. Ki aslen Endülüs’ten göç etmiş bir İspanyol olan Daru’nun
‘Buraya ilk geldiğimizde bize Fransızlar tarafından Arap denildi. Şimdi ise
Araplar Fransız diyor’ sözleri tüm meselenin özeti olur. Filmin kilit noktası
da burasıdır bence.
Daru ile Mohamed’i bataklığın içerisinde yeşeren iki fidan
gibi düşünebiliriz. Ve onlar tüm kan emici sivrisinekleri geride bırakarak
yollarına devem eder, ellerinden geldiğince kendilerini tüm yaşanılanlardan
uzak tutarlar. Ölmek ve öldürmekten gitgide uzaklaşır, yaşamın güzelliklerine
kendilerini bırakırlar.
Doğanın uçsuz bucaklığı, değme savaş filmlerini aratmayacak
çatışma sahneleri, mükemmel uyum sağlayan müzikleri, gerçekten hissederek
ortaya konulan performansları ve en önemlisi objektif bakış açısı ile aldığı
ödülleri fazlasıyla hak ettiğini ispatlıyor Far From Men.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder