Bugüne kadar dört
tane uzun metraj filme imza atan Gaspar Noé, her yapımıyla olay yaratmıştır. Sinemanın
aykırı yönetmenlerinden biri olan Noé, ilk filminden bu yana tehlikeli sularda
yüzmeyi tercih eder. Ensest ilişkiden tecavüze, uyuşturucu bağımlılığından
şiddete, eşcinsellikten sekse, aldatılmaktan intikama kadar görmezden gelinen,
dillendirilmeyen mevzuları kaşır. Çünkü bilir ki bu meseleler hayatın tam da
içinden gerçeklerdir, olmamış gibi yaparak yaşanılan gerçekleri yok edemezsin.
İşte bu nedenle tıpkı yeme, içme, uyku gibi doğal olan gerçekleri filmlerine
sadece konuk etmekle kalmaz, adeta ameliyat masasına yatırarak detaylı bir
operasyon gerçekleştirir. O yüzden de uyuşturucu kullanan birini izlerken onun
beyninin her kıvrımında yaşanan değişikliği görür, tecavüz sahnesinde kesintisiz
bir şekilde tam da burunlarının dibinden şahit oluruz.
Noé, son filminde de tarzından vazgeçmediği gibi cesaretini bir
adım daha da arttırır. Bu kez aşkı ve sadakati odağına alan yönetmen, değindiği
meseleyi anlatmak için sanat ve estetiğe sırtını yaslar. Evet, yanlış
duymadınız, yönetmenin son filmi Love, sanıldığı ya da lanse edildiği gibi
cinsellik ve seks üzerinden beslenen bir film değil asla. Love, olsa olsa her
karesinde muhteşem görselliğe sahip resim tablolarını gördüğümüz ya da
incelikle yazılmış şiirleri, titizlikle bestelenmiş müzikleri duyduğumuz bir
sanat galerisidir.
Noé filminin türünü erotik melodram olarak adlandırır. Şimdi
bunu duyan bazı seyircilerin: ‘’Bak işte, film erotikmiş.’’ dediğini duyar
gibiyim. Peki, soruyorum size erotik denilince neden aklımıza kabul
edilemeyecek bir durum geliyor? Filmin türünden çok o türü nasıl işlediğinin bir
önemi olmalı değil mi? Çok daha muhafazakâr bir öpüşme sahnesi barındıran bir
filmin birçok erotik filmden daha tahrik edici olduğunu kim inkâr edebilir…
Love’da erotizm sadece bir araç olarak kullanılır. Filmin asıl meselesi
değildir cinsellik. Ve bu aracı da öyle bir naiflikle kullanır ki, emin olun
bakış açısı olarak sakat, değme filmden çok daha ahlakidir Love. Bir de olaya
şu açıdan bakalım; Tarantino’nun filmlerinde de hep şiddet vardır değil mi?
Peki, soruyorum size, Tarantino filmlerini izlediğinizde şiddete meyilli oluyor
musunuz? Ya da kandan silahtan rahatsız oluyor musunuz? Cevap hayır değil mi?
Neden? Çünkü Tarantino da şiddeti bir araç olarak kullanır ve onu seyirciğe
muhteşem bir estetik ile sunar. Asıl derdi, anlatmak istediği şeyler ise toplumsal
gerçeklerdir. İşte, Noé de aşkı, sadakati anlatmak için cinselliği bir araç
olarak kullanan ama bunu yaparken de estetik sunum gerçekleştiren bir
yönetmendir. Bu filmi gerçekten hissederek izleyen seyircilerin gözlerinde yaş
biriktiğini de inkâr edemeyiz. O zaman Noé, melodramı da çok iyi kotarmış
olmuyor mu? Noé, Love ile özellikle son sahnesinde izleyenleri gözyaşları
içerisinde bırakacak kadar duygusal bir film yapmıştır. Hanginiz erotik bir
filmde duygulanıp ağlarsınız? Bunu ancak Noé gibi türler arası muhteşem bir
uyum yakalayabilen mimarlar yapabilir sanırım.
Film Electra ile Murphy arasında tutkulu bir aşkın yaşandığı
sıralar başlar. Bu çılgın çiftimizin aşklarının merkezine on altılık çıtır
Omi’yi dâhil etmeleriyle başlarda eğlenceli ve atraksiyon dolu hayatları
planlanmayan gelişmelerle çatırdamaya evrilir. Ve bu noktadan sonra özellikle
çoğu şey Murphy’nin kafasında dönmeye başlar. Murphy’nin pişmanlıkları,
keşkeleri, sorgulayışları bitmek bilmez. Kimi zaman flasbacklerle kimi zaman
Murphy’nin rüya ve hayalleriyle içinden çıkılmaz bir döngüye dönüşür hikâye.
Electra’nın filmin ikinci yarısından sonra sadece anılar ve rüyalarda var
olduğu ama çok daha fazla kendini hissettiren anlar yaşanır. Fiziki olarak
gitmiş olan bir karakteri yönetmen o kadar yoğun bir şekilde seyirciye
hissettirir ki adeta hepimiz Electra’yı kaybeden insan yığını gibi hissederiz
kendimizi. Electra’nın gidişi yeni bir hayata yer açmaktır bir nevi. Filmin
final sahnesinde gidenler, gelenler, gidenlerin yerine geçenler mükemmel bir
şiirsellik ve görsellikle anlatılır. Aslında hayat ve aşk döngüsünün en güzel
vücut bulmuş halidir filmin son sahnesi. Asla unutulmayacak anlardan biri
olacaktır kuşkusuz.
Son olarak Noé’nin sinefil yanını da filme yansıttığını da söylemeden
geçmemek gerek. Her filminde yaptığı gibi yine sinemaya minnettarlığını
göstererek, yaptığı ufak dokunuşlarla saygı duruşunda bulunur. Bir kez daha
yaptığı işi ne kadar sevdiğini ve önemsediğini gösterir. Bu sinemaya deliler gibi
tutkun, cesaretli, asi adamın sanat müzesi kalibresindeki eserini izlemeyi
ihmal etmeyin derim. En azından söylentilere değil kendi düşüncenize,
duygularınıza şans vermelisiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder