3 Şubat 2016 Çarşamba

Masumiyet: Sonrası Hep Yenilgi Hep Umutsuzluk


Hep denedin,
Hep yenildin,
Olsun gene dene, gene yenil,
Daha iyi yenil…

Beckett’in yukarıdaki sözleriyle son bulan Masumiyet, Zeki Demirkubuz’un kariyerinin zirve noktası olur. Yeşilçam’ın bittiği, ülke sinemasının can çekiştiği, çoğunlukla da varoluş sorunlarıyla boğuşan içe dönük bir sinemaya gömüldüğü bir sırada Masumiyet bomba gibi düşer perdeye.  O yıl gösterime giren Ağır Roman, Hamam ve Kasaba gibi birkaç film ile yerli sinemaya can suyu olur Masumiyet. Hatta can suyu olmakla kalmaz dirilişin muştulayıcısı gibi görülür bir nevi. Üzerine ölü toprağı serilen, unutulmaya, yüz çevrilmeye mahkûm edilmiş sektörü kollarından tutup kaldırır. Bunu yaparken de geçmişine yüz çevirip saygısızlık yapmaz; filminin içine oldukça ustalıklı yerleştirdiği Yeşilçam sahneleriyle geçmişe, ustalara selam gönderir.

Zeki Demirkubuz zaten istese de o dönem çekilen halktan uzak, üsten bakan filmleri çekemez. Zira kendisi hiçbir sinema eğitimi almamış, bu işe tamamen tesadüf eseri başlamıştır. Değerli yönetmenlere( Zeki Ökten) asistanlık yaparak bu işi pratikte öğrenir. Sahalarda her türlü işi yaparak piştiği sektör onu başarılı bir alaylı konumuna getirir. Demirkubuz, yaşadığı hayat tecrübesi ve hapishanede gönül vermeye başladığı edebiyat dünyasını incelikli bir şekilde birbirine yedirerek başarılı senaryolara imza atar. Masumiyet de bunlardan en iyisidir kuşkusuz. En önemlisi ise Demirkubuz, Masumiyet de dâhil olmak üzere çektiği filmlerin hem yönetmeni hem senaristi hem de yapımcısı olarak auteur yönetmenliğinin de isim karşılığı olur. İlerleyen yıllarda çektiği filmlerde( Bekleme Odası ve Bulantı) başrol oyuncusu olarak da görürüz kendisini.

Film dört kaybeden insanın beraberliğine odaklanır. Sevdiği uğruna bedeni de dâhil olmak üzere her şeyini veren Uğur, Uğur’a pervanenin ateşe tutulması misali kapılan Bekir, hayatının en anlamsız suçunu işleyerek sonsuz bir anlamsızlığa sürüklenmiş Yusuf ve tüm pisliklerden habersizken daha dünyaya gözlerini bile açmamışken hayatın tokadını yiyerek sonsuz bir sessizliğe mahkûm Çilem… Bu dört karakter üzerinden aşkın, sevginin, kaderin, bağlılığın, vefanın ve daha nicesinin nasıl olması gerektiğini en net şekilde tam da hayatın içinden verir Masumiyet. Zira bu kavramlar, insanın içinde yaşayacağı sorgulamalarla, uzun plan sekanslarla izlediğimiz buhranlarla anlatılmaz. Yeri gelir küfürlerle, bağırışlarla, tokatlarla, kurşunlarla anlatılır. Hissedersin, duyarsın, görür, utanır, sinirlenirsin… Karakterler ne kadar hayatın içinde yaşarsa seyirci olarak bizler de o kadar gerçekliği duyumsarız.

Filmdeki dört karakterden küçük kız Çilem hariç diğer üçü ilk bakışta genel ahlak kurallarının dışında gözükürler. Ama filmde bu karakterler o kadar incelikli bir şekilde işlenmişlerdir ki asla hiçbirini bulunduğu konum, yaptıkları ya da yaşayacakları konusunda yargılayamazsın. Çünkü hepsinin de neden bu hayatı yaşadığının bir alt metni vardır. Karakter derinliği çok güçlü yaratılmıştır. Âşık olduğu adam uğruna fahişelik bile yapan Uğur’u ve ailesini çocuğunu yüz üstü bırakıp itibarını beş paralık yapma pahasına Uğur’un peşinden onun pezevenkliğini yaparak sürünen Bekir’i anlamamız için tek bir sahne yeter. Filmin en unutulmaz sahnesi olan kırdaki Bekir’in uzun tiradını dinlediğimiz anlardır. Bekir’in ağzından dökülen her sözcük eksikleri bulunan bir senaryonun aralarına yerleşerek kusursuz bir metin yaratır. Tek bir sahne bırak o karakterleri yargılamayı onlarla özdeşlik kurmamıza sebep olur. Bir nevi, filmin özellikle o unutulmaz tiradından sonra seyirci olarak yorgun, tükenmiş hissederiz kendimizi. Neden mi? Çünkü Bekir ve Uğur’un daha ilk tanıştıkları andan itibaren yaşadıkları çileler ve elbette Çilem’in kaderi omuzlarımıza binmiştir. Öyle bir yüktür ki bu taşıyamayız kolay kolay... Bu arada Yusuf’un hikâyesinin ağırlığı da Bekir’in hikâyesinden aşağı değildir. Sonrası? Sonrası bitmek bilmeyen bir umutsuzluk hali…

Susmak zorunda kalan kadınları ve televizyon izleyerek gerçek dünyanın hakikatinden kopmak isteyen çocuklarıyla, televizyondaki Yeşilçam filmlerinin sesleriyle, eskimiş, köhne otel odaları, ağız dolusu edilen küfürleri ve hakaretleriyle, karşılık beklemeden nedensizce yapılan iyilikleri ve aşklarıyla bir başyapıttır Masumiyet. Haluk Bilginer, Derya Alabora ve Güven Kıraç gibi ülke sinemasının hala vazgeçilmez üç oyuncusunu ustalıkla buluşturan değerli bir nüvedir Masumiyet.
Demirkubuz, Masumiyet filminden tam dokuz yıl sonra hikâyenin başlangıcına odaklanan Kader filmini çeker. Yine çok beğenilen ve ödüllere boğulan Kader her ne olursa olsun Masumiyet’in gölgesinden çıkamaz. Masumiyet o kadar sağlam bir film olmuş ve o kadar başarılı bir senaryoya sahiptir ki kendisinden dallanıp budaklanan bir filmi bile zirveye taşıyabilmiştir. Ama nihayetinde ortada dimdik kökleriyle sağlam bir şekilde dikilen koca çınar Masumiyet vardır. Yıllar yıllar geçse de yıkılmayacak, kendisine vurulan baltaları geriye savuracak kadar sağlam atmıştır köklerini toprağa. Masumiyet başarısı, samimiyeti ve bilginliğiyle kendisinden sonra gelecek yapıtlara esin kaynağı, ilham perisi olmuştur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder