Hep denedin,
Hep yenildin,
Olsun gene dene, gene yenil,
Daha iyi yenil…
Beckett’in yukarıdaki sözleriyle son bulan Masumiyet, Zeki
Demirkubuz’un kariyerinin zirve noktası olur. Yeşilçam’ın bittiği, ülke sinemasının
can çekiştiği, çoğunlukla da varoluş sorunlarıyla boğuşan içe dönük bir
sinemaya gömüldüğü bir sırada Masumiyet bomba gibi düşer perdeye. O yıl gösterime giren Ağır Roman, Hamam ve
Kasaba gibi birkaç film ile yerli sinemaya can suyu olur Masumiyet. Hatta can
suyu olmakla kalmaz dirilişin muştulayıcısı gibi görülür bir nevi. Üzerine ölü
toprağı serilen, unutulmaya, yüz çevrilmeye mahkûm edilmiş sektörü kollarından
tutup kaldırır. Bunu yaparken de geçmişine yüz çevirip saygısızlık yapmaz;
filminin içine oldukça ustalıklı yerleştirdiği Yeşilçam sahneleriyle geçmişe,
ustalara selam gönderir.
Zeki Demirkubuz zaten istese de o dönem çekilen halktan
uzak, üsten bakan filmleri çekemez. Zira kendisi hiçbir sinema eğitimi almamış,
bu işe tamamen tesadüf eseri başlamıştır. Değerli yönetmenlere( Zeki Ökten)
asistanlık yaparak bu işi pratikte öğrenir. Sahalarda her türlü işi yaparak
piştiği sektör onu başarılı bir alaylı konumuna getirir. Demirkubuz, yaşadığı
hayat tecrübesi ve hapishanede gönül vermeye başladığı edebiyat dünyasını
incelikli bir şekilde birbirine yedirerek başarılı senaryolara imza atar.
Masumiyet de bunlardan en iyisidir kuşkusuz. En önemlisi ise Demirkubuz,
Masumiyet de dâhil olmak üzere çektiği filmlerin hem yönetmeni hem senaristi
hem de yapımcısı olarak auteur yönetmenliğinin de isim karşılığı olur.
İlerleyen yıllarda çektiği filmlerde( Bekleme Odası ve Bulantı) başrol oyuncusu
olarak da görürüz kendisini.
Film dört kaybeden insanın beraberliğine odaklanır. Sevdiği
uğruna bedeni de dâhil olmak üzere her şeyini veren Uğur, Uğur’a pervanenin
ateşe tutulması misali kapılan Bekir, hayatının en anlamsız suçunu işleyerek
sonsuz bir anlamsızlığa sürüklenmiş Yusuf ve tüm pisliklerden habersizken daha
dünyaya gözlerini bile açmamışken hayatın tokadını yiyerek sonsuz bir
sessizliğe mahkûm Çilem… Bu dört karakter üzerinden aşkın, sevginin, kaderin,
bağlılığın, vefanın ve daha nicesinin nasıl olması gerektiğini en net şekilde
tam da hayatın içinden verir Masumiyet. Zira bu kavramlar, insanın içinde yaşayacağı
sorgulamalarla, uzun plan sekanslarla izlediğimiz buhranlarla anlatılmaz. Yeri
gelir küfürlerle, bağırışlarla, tokatlarla, kurşunlarla anlatılır. Hissedersin,
duyarsın, görür, utanır, sinirlenirsin… Karakterler ne kadar hayatın içinde
yaşarsa seyirci olarak bizler de o kadar gerçekliği duyumsarız.
Filmdeki dört karakterden küçük kız Çilem hariç diğer üçü
ilk bakışta genel ahlak kurallarının dışında gözükürler. Ama filmde bu
karakterler o kadar incelikli bir şekilde işlenmişlerdir ki asla hiçbirini bulunduğu
konum, yaptıkları ya da yaşayacakları konusunda yargılayamazsın. Çünkü hepsinin
de neden bu hayatı yaşadığının bir alt metni vardır. Karakter derinliği çok
güçlü yaratılmıştır. Âşık olduğu adam uğruna fahişelik bile yapan Uğur’u ve
ailesini çocuğunu yüz üstü bırakıp itibarını beş paralık yapma pahasına Uğur’un
peşinden onun pezevenkliğini yaparak sürünen Bekir’i anlamamız için tek bir
sahne yeter. Filmin en unutulmaz sahnesi olan kırdaki Bekir’in uzun tiradını
dinlediğimiz anlardır. Bekir’in ağzından dökülen her sözcük eksikleri bulunan
bir senaryonun aralarına yerleşerek kusursuz bir metin yaratır. Tek bir sahne
bırak o karakterleri yargılamayı onlarla özdeşlik kurmamıza sebep olur. Bir
nevi, filmin özellikle o unutulmaz tiradından sonra seyirci olarak yorgun,
tükenmiş hissederiz kendimizi. Neden mi? Çünkü Bekir ve Uğur’un daha ilk
tanıştıkları andan itibaren yaşadıkları çileler ve elbette Çilem’in kaderi
omuzlarımıza binmiştir. Öyle bir yüktür ki bu taşıyamayız kolay kolay... Bu
arada Yusuf’un hikâyesinin ağırlığı da Bekir’in hikâyesinden aşağı değildir.
Sonrası? Sonrası bitmek bilmeyen bir umutsuzluk hali…
Susmak zorunda kalan kadınları ve televizyon izleyerek
gerçek dünyanın hakikatinden kopmak isteyen çocuklarıyla, televizyondaki
Yeşilçam filmlerinin sesleriyle, eskimiş, köhne otel odaları, ağız dolusu
edilen küfürleri ve hakaretleriyle, karşılık beklemeden nedensizce yapılan
iyilikleri ve aşklarıyla bir başyapıttır Masumiyet. Haluk Bilginer, Derya
Alabora ve Güven Kıraç gibi ülke sinemasının hala vazgeçilmez üç oyuncusunu
ustalıkla buluşturan değerli bir nüvedir Masumiyet.
Demirkubuz, Masumiyet filminden tam dokuz yıl sonra
hikâyenin başlangıcına odaklanan Kader filmini çeker. Yine çok beğenilen ve
ödüllere boğulan Kader her ne olursa olsun Masumiyet’in gölgesinden çıkamaz.
Masumiyet o kadar sağlam bir film olmuş ve o kadar başarılı bir senaryoya
sahiptir ki kendisinden dallanıp budaklanan bir filmi bile zirveye
taşıyabilmiştir. Ama nihayetinde ortada dimdik kökleriyle sağlam bir şekilde
dikilen koca çınar Masumiyet vardır. Yıllar yıllar geçse de yıkılmayacak,
kendisine vurulan baltaları geriye savuracak kadar sağlam atmıştır köklerini
toprağa. Masumiyet başarısı, samimiyeti ve bilginliğiyle kendisinden sonra
gelecek yapıtlara esin kaynağı, ilham perisi olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder