Sessizliğin Ortasında
Ukraynalı Miroslav Slaboshpitsky’nin ilk uzun metraj filmi
The Tribe’i 14. İf İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde izleme şansı
bulmuştuk. Oldukça ekstrem bir film olan The Tribe, sağır ve dilsizlerin
dünyasına konuk etmektedir bizi. Film boyunca ne bir konuşma ne de altyazı
vardır. Tamamen işaret dilinin kullanıldığı filmde tek bir sahne hariç sadece
ortam seslerini duyarız. Zaten korkunç bir sessizliğin hüküm sürdüğü filmde
duyulan ortam sesleri bile başlı başına oldukça huzursuz edicidir. Bir de bu gerilim
yaratan ortam seslerine, kürtaj sahnesinde duyduğumuz çığlıklar eklenince
resmen insanın kanı donar. Sinemada izlediğimiz en rahatsız edici kürtaj
anlarını barındıran sahneye yakından bakacak olursak…
Yaklaşık yedi dakika boyunca tek plan ilerleyen bu sahne
kürtaj yapacak kadının operasyon için hazırlıkları ile başlar. Ve hazırlıkları
bitirene kadar bu melun kadını, kamera hiç kesintisiz bir şekilde takip eder.
Kadının hareketleri o kadar keskin ve kendinden emindir ki, bu bıçak sırtı gibi
her hamlesi seyircinin kafasına inen sistematik darbeler misali rahatsız
edicidir. Banyoda onu bekleyen müşterisinin –para kazanacağı işin bir parçası
olması dışında kızın onun için hiçbir anlamı yoktur- ayağına operasyon için geçirdiği iplik bir
nevi bizim boğazımıza, ellerimize, ayaklarımıza geçer. Zaten kafamıza inen
darbelerden serseme dönmüş izleyici her bir yanından esaret altına da alınmış
olur böylece. Tüm hazırlığını bitiren kadın hazırladığı cephaneliğinin yanına oturarak
kasaplığına (çağ dışı koşullardaki operasyonuna) başlar. Zaten fazlasıyla
tedirgin olan kızımız derin nefes alış verişleriyle bizim de tedirginliğimizi
arttırır. Üstelik tedirginliğimizin artması zaten onun gibi kapana kısılmış bizleri
daha da gerer. Daha öncesinde sürekli odadan odaya kadının arkasından koşturan
kamera şimdi de inadına hareketsizdir; yönetmen kamerayı banyonun girişine
operasyonu yandan görüntüleyecek şekilde mıhlamıştır. Bu daracık banyoda
hareketsiz kamera, yaşanılanların yükünü bir kat daha arttırır. İçeride elimiz
kolumuz bağlı, hapsedilmiş bir şekilde operasyonu izleriz. Kamera kafamızı
başka bir yöne çevirmemize bile müsaade etmez. Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi
acısını kelimelere dökemeyen bir insanın haykırışları, iç çekişleri eklenir. Bu
sesler konuşabilen birininkinden çok daha etkilidir. Zira o acı anında tüm
söylenecek sözler feryat halinde dökülür sadece. Film boyunca insandan duyup
duyacağımız tek ses olan bu çığlıklar hayatımız boyunca duyacağımız en acıklı
seslerin toplamından bile daha büyük etki bırakır izleyende. Ağlama sesine
paralel olarak duyduğumuz diğer bir ses ise musluktan akıntı yapan suyun
sesidir. Bu bozuk musluk, boyaları dökülmüş duvarlar, köhnemiş banyo yaşanılan
ülkenin bir alegorisidir aslında. Her şey çürümektedir ve böyle bir ülkede
yaşama umudu kalmayan anne adayı, gelecek yeni hayata engel olur tüm acısına
rağmen. Son olarak ekranda gördüğümüz ağlayan kadın, hafızalarda can çekişen
ülkenin geleceğinden umudunu kesmiş olduğunun göstergesi olarak yer eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder