En Güzel Aşk Zor Olandır
Damien Chazelle adlı yönetmen 2014 yılında çektiği Whiplash
filmiyle sinemaseverleri bir nevi ters köşe yaptı. Sinemada büyüme, başarı ya
da öğrenci-öğretmen ilişkilerini odağına alan hikâyeleri çok seven izleyiciye
bu türleri alışık olmadığımız bir şekilde perdeye konuk etti. Andrew adlı bateri
öğrencisi ile Fletcher adlı eğitmenin arasındaki gerilim, şiddet ve intikam
dolu ilişkiyi anlatan Whiplash ,insanlığın görüp görebileceği en kabul edilmez
eğitim şeklini kutsadı. Sanatın en önemli dallarından biri olan müziğin faşizm
ile öğretileceğini, ancak faşist bir düzen ile mükemmelliğin yakalanabileceğini
dikte ettiren bu film özellikle hümanist kesimin oldukça tepkisini çekmişti.
Her anı birbirinden sinir bozucu filmin seyirciyi artık çileden çıkartıp,
sinirlerini alt üst ettiği bir sahne var ki…
Sahne Andrew’in yüzü gözü kanlar içerisinde soluk soluğa
prova yapılacak salona girmesiyle başlar. Her ne kadar bıyığı olmadığı için
Nazi olduğunu saklasa da, bakış açısıyla değme Hitler’e taş çıkartacak Fletcher,
Andrew’i fark etmekte geç kalmaz. Andrew’in baterinin başına geçip çalmak için
hazırlık yapmaya başladığını gören Fletcher, ne yapacağı konusunda önce
bocalar. Fakat karasızlık ve kuşku durumunun kendisine hiç uygun bir durum
olmadığını bildiğinden dolayı şuan duruma müdahale etmemeyi seçer. Andrew’in de
zaten onay bekler bir hali yoktur; ölümü pahasına bile olsa o baterinin başına
oturmuştur ve kalkmaya kolay kolay niyeti yoktur. O baterinin başına oturmak ne
kadar onun elinden alınmaya çalışılsa da Andrew daha çok ister, daha çok arzular
duruma gelmiştir. Tıpkı elde edilemeyen şeylerin büyük arzulara dönüşmesi gibi.
Bir nevi baş baterist olmak, Andrew için nirvanaya ulaşmaktır. Hayatının tek
amacı o olmuştur. Zira onun dışındaki her şeyi teferruat olarak gördüğü için hepsine
sırtını dönmüş, tüm aklını, ruhunu, hayatını bateristliğe adamıştır. Aşkına
teslim olmuş bir divanedir Andrew. Fakat bu aşkı ayırmaya çalışan kötü kalpli
Fletcher asla amacından yılmaz. Andrew bırak bateri çalmayı oturabilecek bile
durumda değilken hazırım komutunu verir. Ve çalmaya başlar. Biraz önce
arabasının içinde bir kamyonun çarpmasına maruz kalmış Andrew’in iç bulandırıcı
haline uyumlu baskın yeşil ton ondan daha çok bizim tansiyonumuzu düşürür,
midemizi bulandırır. Bir de bu yeşilin baskın olduğu ortamın tam ortasına düşen
kan lekeleri hayat verilen caz müziğin estetiği ve barışçıl yanı ile güç ve
iktidar kavgasının sahnedeki zıtlığını öyle güzel yansıtır ki.. .Ne var ki
Andrew tüm gücünü harcamaya çalışsa da bu yükü kaldıramaz. Hayatının en güçlü,
bildiği tek silahı bagetini yere düşürür. Onu almak için harcadığı efor artık
filmi izleyen en taş kalpli insanı bile sinirden ya da üzüntüden kıvranmaya
başlatır. Kameranın tam da düşen bagetin hizasında konumlanışı seyirciyi daha
da zorlar. Zira bu durumda Andrew’in o bageti alması biz seyircilerin de bir
nebze olsun düşen moralimizin düzelmesi, kıstırıldığımız yerden biraz nefes
almamız demektir. Ne var ki bagetin yerden alınması da pek işleri düzeltmez;
Andrew’in savaşacak gücü kalmamıştır. Bunun üzerine Fletcher, orkestrayı
durdurarak her zaman ki gibi Andrew’e hakaret ederek onu kovar. Savaşta artık
hiç kurtuluş umudu olmadığını anlayan askerin son kurşunu kendine sıkması gibi
tüm çabasını harcayan Andrew, son kalan enerjisini de Fletcher’in ağzını yüzünü
dağıtmak için tüketir. Tüm hışmıyla Flecther’in üzerine kapaklanır küfürler
ederek. Lakin onu ağız tadıyla dövmesine bile izin vermez yerinde gözü olan leş
kargaları. Sahne baterinin zilinin üzerine damlamış kanların görüntüsü ile son
bulur. Bu kan damlaları bir nevi sanatın yara alması değil de nedir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder