Sinemanın en uzun soluklu yönetmen çiftlerinden biri Coen Kardeşler’dir.
Kariyerlerine 1984 yılında Blood Simple filmiyle başlayan kardeşler iki üç yıl
arayla sinemamıza birbirinden başarılı yapımlar armağan ederler. Filmlerinde Ethan’ın
daha çok senaristlik, Joel’in yönetmenlik yaptığı kariyerlerinde auteurliğin en
önemli temsilcilerinden biri olurlar. Kara film, kara mizah ve western
türlerine önemli eserler miras bırakan Coenler, çocuk yaşta super8 kamerasıyla ile
başladıkları macerada epey yol almışlardır.
1)The Big Lebowski-1998
Genelde filmlerinde ağırlığı tek bir kişiye yüklemeyip çok
karakterli filmler yapan Coenler,
özellikle The Big Lebowski’de sinema tarihine iki unutulmaz karakter
armağan ederler. Tam anlamıyla bir loser olan Dude (Jeff Bridges) ve Vietnam
savaşının etkisinden kurtulamamış, biraz şovenist, politik doğrucu Walter
Sobchak (John Goodman) kolay kolay yaratılamayacak karakterlerdir. Dude ve
Walter’ın başrolü birlikte omuzladıkları filmde başlarına gelenler ya da
başlarına getirdikleri birbirinden absürd maceralar seyirciye enfes bir ziyafet
sunar. Film, kendini ciddiye alan, mühim
meseleler söylemeye çalışıp da iki kelimeyi bir araya getiremeyen yapımların
yanında önemli olanın büyükmüş gibi yapmak olmadığını asıl meselenin samimiyet
olduğunu öyle güzel anlatır ki… Filmin en başında Dude’nin uzun bir süre sadece
gevezelik yapması (iç ses olarak) daha ilk andan hayatı o kadar da ciddiye
almayın ve kemerlerinizi gevşetip bu filmi öyle izleyin demektedir bir nevi.
2)Barton Fınk-1991
Barton Fink yine hayran olunası iki karakteri odağına alan
filmlerden biridir. Barton Fink (John Turturno) ve Charlie Meadows (John
Goodman) yolları bir otel odasında kesişen birbirinden renkli iki karakterdir.
Birlikte performanslarına şahit olduğumuz sahneler kuşkusuz filmin en nefis
anları olur. Üretim sıkıntısı yaşayan yazar Fink ile kiralık katil Charlie’nin
sohbet ettikleri (edemedikleri) sahneler oldukça ironiktir. Zira Fink,
Charlie’i hiç konuşturmaz hep kendi konuşur. Fink konuştuğunda da Charlie onu
pek dinlemez. Lakin bu anlaşılmaz ikili bir araya gelmekten de asla
vazgeçmezler. Coenlerin sinema sektörüne pabuç gibi dillerini gösterdikleri
film, eleştirilmesi gereken ne varsa söyleyip, eteğindeki taşları döker. Çoğu
zaman sesler üzerinden gerilim yaratan film, asıl çatışmasını hiç açılmayacak
bir kutu üzerinden muhteşem bir ustalıkla kurar. Gerçekle rüya arasında sıkışıp
kaldığımız Barton Fink, iki saatlik muhteşem bir gösteri sunmaktadır
izleyicilerine.
3)Fargo-1996
Gerçek bir hayat hikâyesinden beyazperdeye uyarlanan Fargo,
aynı zamanda Oscar tarafından da ciddiye alınmış bir filmdir. Coenler’in en
unutulmaz film noir yapımına imza attıkları Fargo, türe özgün dokunuşlarda
yapar; kasvetli ortamlarda geçen film noir türü, beyazlar içerisinde aydınlık
bir ortama konuk olmuştur. İşgüzar Jerry karakterinin içinde bulunduğu
sıkıntıdan çıkmak için güya incelikle hazırladığı planı eline yüzüne
bulaştırması üzerinden ilerler film. Barton Fink’te nasıl hiç açılmayan bir
kutu aklımızda kalırsa bu filmde de hiç harcanmayacak paralar içimize dert
olur. Masumiyeti simgeleyen karlar üzerinde işlenen cinayetler tertemiz şehri
kan lekeleri ile kirletir. Lakin bunları öyle büyük bir asaletle, incelikle
işler ve öyle muhteşem müzikler kullanır ki yönetmenlerimiz, filmin sonunda
hissettiğimiz büyük bir tatmin duygusu olur.
4)A Serious Man-2009
Coenlerin yine hayatı gereğinden fazla ciddiye almamak
gerektiğini anlattıkları bir başka filmleridir A Serious Man. Hayatta yaşanılan
şeyleri bir sebebe bağlamanın ne kadar gereksiz olduğu öyle ironik anlatılır
ki… Başı dertten kurtulmayan, hayatında hiçbir şeyin yolunda gitmediği radikal
Musevi Larry üzerinden felsefi bir meseleyi tartışmaya açar film aslında. Tüm
sorulan soruları sonunda yanıtsız, öylece bırakarak aslında en büyük cevabı da
verir A Serious Man. Coenlerin en iyi kara mizah türündeki filmlerinden biri
olan bu yapım dünyada tüm olan bitenlerin kimsenin çok da umurunda olmadığını
büyük bir cesaretle söyler.
5)The Man Who Wasn’t There-2001
Coen kardeşlerin, A Serious Man filmiyle çok büyük akrabalıkları
olan yapımları The Man Who Wasn’t There’dir. Bu filmdeki karakterimizi Albert
Camus hayranları çok yakından tanıyacaklardır. Zira Camus’un Yabancı eserindeki
Meursault karakteri filmin Ed’i ile çok büyük benzerlikler gösterir. Yine
kaybeden ama bunu hiçbir şekilde mesele haline getirmeyen bir adam vardır
karşımızda. Ed, hayatı ciddiye almadıkça ya da ahlaki kuralların aksi
davranışlarını izledikçe seyirci olarak bizler oldukça geriliriz. Zaten
Coenlerin yapmak istedikleri de tam olarak budur. Beethoven’ın muhteşem
eserlerini bir piyano resitaline gitmişçesine dinlediğimiz film siyah beyaz
çekimiyle de tam o yıllarda filmi hissiyatı yaratır. İncelikle hazırlanmış mekânları,
kusursuz görüntü yönetimi ile yönetmenlerimizin vazgeçilmez filmlerindendir The
Man Who Wasn’t There.
Inside Llewyn Davis-2013(Bonus)
Llewyn Davis, onun hayatına bir şekilde dâhil olan kedi ve
müzik bu filmin başrol oyuncularıdır. Tozlu raflarda unutulmuş bir zaman
aralığını ve o zaman aralığında kendini dünyanın merkezinde gören Davis
gibileri insanlığa hatırlatan bir film Inside Llewyn Davis. Folk şarkıcısı Dave
Van Ronk’un hayatından perdeye uyarlanan film aynı zamanda 60’lı yıllarda doğan
folk müziğine bir saygı duruşu niteliğindedir.
Davis’in uzun bir yolculuktan sonra kendini bulmasına şahit olduğumuz
film, seyirciye bahşettiği müzikleriyle hazine olarak görülebilir. Kim istemez
ki zaman makinesiyle geçmişe giderek masumiyetini kaybetmemiş müziğin muhteşem
esintilerini dinlemeyi? İnanın bu hiç de zor değil. Coen kardeşler bu
isteğinizi Inside Lıewyn Davis yapıtlarıyla gerçekleştirmekteler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder