Walt Disney ve Roy O. Disney tarafından 1923 yılında kurulan
Disney ‘in 1937 yılında çektiği ilk uzun metrajı olan “Pamuk Prenses ve Yedi
Cüceler” animasyonu ile başlayan yolculuğu, ellinin üstünde animasyon ve
azımsanmayacak sayıda da bu animasyonların live-action remake’i ile yoluna
devam etmektedir. Disney’in, bizleri bu ay “Alaaddin”in live-action’uyla
buluşturacak olması vesilesiyle 1992 yapımı animasyonun çok tartışılan ve hiç tartışılmayan
yanları ile birliktegelin filmi tekrar hatırlayalım.
“Binbir Gece
Masalları” ya da İngilizce’de daha çok “Arabistan Geceleri” olarak bilinen eser,
Antoine Galland’ın 1704-1717 yılları arasında yayınladığı ilk çalışması, aynı
zamanda da masalların ilk Avrupa çevirisidir. Bu Ortadoğu kökenli halk
masallarından, Galland’ın çevirisinden sonra batı dünyası haberdar olmuş,
oldukça da keyif almıştır. Zira Batı için oryantalizmi körükleyecekleri bir başka
kapı aralanmıştır bu masallarla. Şehrazat’ın
babasına anlattığı masallardan biri olan “Alaaddin” ise en sevilenlerden olur. 1990
yılında Disney’in televizyon için çektiği çizgi film ile seyirciden de olumlu
geri dönüş alan “Alaaddin” çok geçmeden Batı’nın en büyük propaganda
araçlarından biri olan sinemanın radarına da yakalanır. 1992 yılında “Alaaddin”
animasyon olarak perdede boy gösterir.
Disney’in rönesans döneminin en büyük başarısı olan film, dünya
çapında 500 milyonun, yerelde ise 200 milyonun üzerinde brüt yaparak bir ilki
gerçekleştirir: İlk defa bir animasyon gişede bu kadar büyük bir başarıya imza
atmıştır. Filmi sadece animasyonlarla kıyaslamak ise büyük bir haksızlık olur.
Zira “Alaaddin” aynı yıl vizyona giren “Batman Dönüyor”u bile gölgede bırakır. “A
Whole New World” şarkısı ve filmin tema müziği ile ise Oscar da dâhil birçok
ödülün sahibi olur. Disney’in böylesine büyük bir başarıya ezelden beridir
düşman bellediği toprakların masalıyla ulaşmasına ne demeli emin değilim. Ama
masalı istediği gibi eğip büktüğü, hatta bambaşka bir hale getirdiğini
rahatlıkla söylemek mümkün. Film, senaryodan tut da şarkı sözlerine kadar tam
anlamıyla beyaz insanın Ortadoğu’ya olan ırkçı ve oryantalist bakışını bir kez
daha açık ediyor.
Alan Menken’in bestelediği
ve Howard Ashman ve Tim Rice’in sözlerini yazdığı şarkılardan “Arabistan
Geceleri” olağanüstü bestesine rağmen kabul edilemez sözleriyle rahatsızlık
vermeye başlar ilk andan:
“Deve kervanları çöllerde dolaşır, geldiğim o yerde.
Yüzünü beğenmezlerse kulağını keserler, barbar ama benim
evim.”
Seyirciyi selamlayan bu giriş şarkısı aslında tüm filmin
niyetini özetler. Zira tüm film, boyunca bu fikriyatına sıkı sıkı sarılır. Film
vizyonda kaldığı süre içerisinde ne yazık ki bu sözlerle karşılar tüm seyircilerini.
Neyse ki “Amerikan-Arap Ayrımcılıkla Mücadele Komitesi”nin mücadelesi sonucunda
filmin video yolculuğunda sözler değiştirilir. Sözlerdeki barbarlık bir nevi
iklime atfedilir yeni halinde. Lakin sorun bu şarkı sözleriyle sınırlı değildir
ne yazık ki. Karakter çizimleri bile öylesine hesaplıdır ki…
Filmde Alaaddin ve Yasemin hariç diğer karakterleri aşırı
iri, kanca burunlu ve çirkin, üstüne üstlük de çok kaba olarak çizen Disney,
oryantalist bakış açısını adeta bas bas bağırır. Elinde kılıçlarla ekmek
çaldığı için Alaaddin’i kovalayan muhafızların ya da tezgâhtan izinsiz elma
alıp aç çocuğa verdiği için Yasemin’in ellerini kesmeye çalışan satıcının
varlığı Agrabah Krallığı’na (hayali bir krallık)fazlasıyla ürkütücü bir hava
verir. Çocuk izleyici için her biri bir canavarı andıran bu karakterlerden elinde
kılıç sallamayan ve daha makul ölçülerde olanların da ya ateş püskürttüğünü, çivilerin
üzerine yatığını ya da büyülerle uğraştığına şahit oluruz. Şehir adeta bir sirk
alanı gibidir. Çocuğunu, hayvanların esir alındığı ve zulme maruz kaldığı
hayvanat bahçelerine götüren ve türünün üstün olduğu palavrasını çocuğuna da
aşılamaya çalışan ebeveynlerle Hollywood’un tavrı çok benzerdir. Ortadoğu
insanını fazlasıyla abartılı, zavallı ve barbarca çizen batı insanı, daha üstün
olduğuna inandırır kendini ve çocuklarını. Yine Yasemin karakterinden devam
edersek, her ne kadar özgürlüğüne düşkün, zeki ve kendi kararlarını veren bir
karakter gibi çizilmeye çalışılmış olsa da incecik belli bir Arap prensesinin,
Hollywood yıldızlarını andıran vücut ölçüleri ve konuşma şekli, onu son
tahlilde sadece bir arzu nesnesine dönüştürür. Yasemin karakterinin beyaz bir
kadın olan Linda Parkin tarafından seslendirilmesi de cabası. Üstelik filmde
bir sahne hariç Yasemin karakterinin dışında kadın görmeyiz. Aslında masalın
orijinalinde Alaaddin, annesi ile birlikte yaşar. Fakat ne var ki filmin
yazılan ilk senaryosunda anne karakteri olsa da o dönem Disney’in yöneticisi
Jeffrey Katzenberg, yeni yazılan halinde anne karakterini istemediğini net bir
şekilde dile getirmiştir. Bu anne karakteri filmde de varlığını sürdürseydi
halktan bir kadının filmde kendine yer bulması tek bir kadının fiziğiyle ön
plana çıkmasını bir nebze de olsa hafifletmiş olacaktı belki.
Lakin bir anne karakterine bile tahammül edemeyen Disney, oryantalist
bakışını beslemek adına kaplan beslemek ya da fili binek hayvanı olarak
kullanmak gibi ancak Hindistan’da geçen bir masalda muhtemel olabilecek
alışkanlıklara bile filmde yer vermekte bir sakınca görmez. Hayvanlar mevzusuna
girmişken burada daha büyük bir parantez daha açmamız gerek sanırım. Zira film
boyunca kaplan ve fil dışında da birçok defa hayvanları perdede görüyoruz.
Kafese kapatılmış kuşlar, habitatından koparılmış kaplan, fil, üzerine binilip
hunharca yol kat ettirilen atlar, gösteri yapmak amaçlı kullanılan, esaret
altında tutulan yılanlar, papağanlar, maymunlar… Öyle ki hayvanların perdede
arz-ı endam ettiği hiçbir anda olumlanacak bir durum görülmez. Disney’in
hayvanlarla insanları bu şekilde buluşturarak, hayvan sevgisini ya da insan ile
hayvanın dostluğunu aşılayabileceğini zannetmiş olması ne büyük talihsizlik. Onları
bencil, paylaşım duygusu olmayan, nefret dolu, ezik ve akla gelebilecek en
olumsuz yakıştırmayla bize sunan Disney, bu davranışıyla henüz tam olarak
şemalarını oluşturmamış beyinlerin algısını hem de tüm bunları renkli bir
oyunun içinde sunarak şekillendirmeyi amaçlıyor kuşkusuz.
Peki, filmin hiç olumlu yanı ya da masala kattığı orijinal
bir fikri yok mu? Elbette var. Filmin yaptığı en güzel şey masalda olmayan uçan
halıdır. Hem fikir olarak hem de bir pandonim sanatçısıymış gibi filmde oldukça
etkin bir yere sahip olmasıyla sadece “Alaaddin” filminin değil Disney’in tüm
yapımlarının yaptığı en özgün dokunuştur halı karakteri belki de. Yine o zamana
kadar animasyonlarda sadece seslendirme yapan profesyonellerdense ilk defa
oldukça tanınan, başarılı bir oyuncunun seslendirme yapması atlanmamalı. Robin
Williams’ın, Cin karakterine sesiyle hayat vermiş olmasıyla seslendirmede bir
ilke imza atılmıştır. “Alaaddin” filminden sonra animasyon filmlerde tanınmış
oyuncular seslendirme yapmaya başlamıştır. Cin karakteri sadece Williams
tarafından seslendirilmesiyle değil masaldakinden çok daha derinlikli bir
şekilde çizildiği için de önem arz etmektedir. Oldukça zeki, esprili ve dürüst
bir karakter olan Cin’nin en önemli vasfı da özgürlüğüne düşkün olmasıdır
elbette. Peri masallarındaki klasik mutlu sonu gölgede bırakacak bir vedası
vardır Cin’in. Hollywood’un yine filmleriyle aşıladığı âşık ol, evlen, çocuk
yap, ailenden uzaklaşma kodlarının tam tersi bir dilek çıkar karşımıza: Cin,
özgürlüğünü diler. Böylece adeta farkında olmadan belki de alternatif bir son
sunar film.
Bu yazı ilk olarak 2019 yılı Mayıs sayısında "Sinema Se7en"da yayınlanmıştır.