1976 yılında Tel Aviv’den Atina aktarmalı olarak Paris’e
uçan ve içerisinde çoğunlukla İsraillilerin bulunduğu bir uçak, Filistinli ve
Alman özgürlük savaşçıları tarafından kaçırılarak içerisindeki yolcular
Uganda’nın Entebbe şehrinde esir alınır. Uganda devlet başkanı İdi Amin –ki
kendisi yakın tarihin bilinen en acımasız diktatörlerinden biridir- bu eyleme
türlü sebeplerden dolayı destek verir, ülkesinin kapılarını açar. Ve sonrasında
İsrail tarafından yakın tarihin bilinen en başarılı (!) operasyonlarından biri
gerçekleştirilir. Bu başarılı kelimesi sayılarla yan yana geldiğinde elbette
bir gariplik sezilir: Bir İsrail askeri, üç rehine, sekiz eylemci ve kırk beş
Uganda askeri hayatını kaybetmiştir bu operasyonda. Başarılı kelimesinden kasıt
insan ölmemesi ise bu hesapta bir yanlışlık olması gerek. Yok, kıstas sadece
İsrailli ise evet oldukça başarılı (!) bir operasyon olduğu su götürmez bir
gerçek.
Brezilyalı José Padilha’nın yönettiği Entebbe’de 7 Gün,
Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ve Almanya’da uzun yıllar etkisini gösterecek
Raf’ın öncülü olarak kabul edilen Baader-Meinhof Grubu’nu temsilen iki
devrimcinin birlikte gerçekleştirdikleri eylemi perdeye yansıtırken sanatın
etkileyiciliğini arkasına alıyor. Filmin anlatılması etik anlamda çok önemli
noktaları bile çoğu zaman pas geçerek seyirciyi perdedeki görüntüye
kilitleyecek ama aynı zamanda hikâyeye pek de katkı sunmayan modern dans
sahnelerine yer vermesi tam da bu sebepten olsa gerek. Yine Alman Brigitte
Kuhlmann (Rosamund Pike) ve Wilfried Böse’nin (Daniel Brühl) neden bu eylemin
içinde olduklarını anlamamız flacshback ile sürekli beslenirken Filistinli
savaşçıların birkaç kalıplaşmış konuşması dışında yaşadıklarına, nedenlerine
kapı aralanmadığı gibi en çok kayıp veren Ugandalı askerlerin ise varlığının
esamesi dahi okunmuyor.
İsrail hükümetinin özellikle Başbakan Yitzhak Robin ile
Savunma Bakanı Shimon Peres arasında yaşanan çekişmelere ve Yitzhak’ın karar
verebilme anlarındaki psikolojisine derin derin bizi ortak eden filmin, ne
kadar kurmaca anlamıyla bugüne kadar yapılmış yapımların (Raid on Entebbe
gibi…) arasında yanlı olmamaya özen gösterdiği gözlemlense de yine de pek ikna
edici olduğu söylenemez. Yitzhak’ın müzakere yanlısı olduğunu anlatmak için
harcanan zamanın neden Filistinli savaşçılar için yok sayıldığını sorgulamamak
mümkün değil açıkçası. Neden Yitzhak’ın derin bakışlarına uzun uzun şahit
olurken bu ihtimamın Filistinli savaşçılara gösterilmediğinin sebebi onlarla
özdeşlik kurmamızın istenmemesi olabilir mi? Film, karşı taraftan sadece Alman
devrimcilerle özdeşlik kurmamıza izin veriyor. Tabii onları da yavaş yavaş büyük
bir pişmanlığa gark edeceği için yapıyor bunu. Filmin başından sonuna kadar
Brigitte ile Wilfried, atalarının Nazi olmasının yükü altında ezilmek, sürekli
Nazi olmadıklarını dile getirmek, ispatlamak zorunda bırakılıyorlar. İnsanlığa
karşı büyük suçlar işlemiş İdi Amin’in zaten elle tutulur bir yanı da olmayınca
geriye uzun nutuklar atan Filistinliler, pişmanlık altında ezilen Almanlar kalıyor.
Karşı tarafta ise aslında barışa hasret olan, insanları dans etsin diye ölüme
meydan okuyan cesur, kararlı bir ülke duruyor. Bir de tüm bu dramatizasyonun
içine serpiştirilen muazzam dans sahneleri giriyor ki değmeyin gitsin.
İsrailli Ohad Naharin’in ‘Minus 16’ adlı dans
koreografisinin hikâyede hiçbir kilit öneme sahip olmayan İsrailli askerin kız
arkadaşı nedeniyle filme dahil olması da yine Naziler tarafından soykırıma
uğramış bir halkın ne yaparsa yapsın haklılığını desteklemesi için yapılmış bir
hamle. Zira Minus 16’nın özellikle finalinde dansçıların halleri toplama
kampındaki Yahudilerin durumunu işaret etmekte. Filmdeki gerçek görüntülerin
bile karşımıza geldiği anlar hep bu minvalde katkı sağlıyor. Barış
müzakerelerini isteyen, mağdur olan İsrail halkı yansıyor sadece perdeye. Böylece
Entebbe’de 7 Gün, ne kadar yansız bir film olmaya çalışsa da geçmişin acılarını
bile malzeme konusu yaparak gerçeklerin flulaştırmasında sakınca görmeyerek
öncüllerinin yanında yerini alıyor.
Gregory Burke’nin oldukça sıkıntılı senaryosu ve José
Padilha’nın aynı bakış açısını devam ettirdiği yönetmenliği ile hayat bulan
Entebbe’de 7 Gün, sadece finaldeki paralel kurgu sahnesi –film genel olarak
kurgu konusunda oldukça etkileyici bir işçiliğe sahip- ile hatırlanacak gibi. Minus 16 adlı dansın
hem görsellik hem de müzik anlamında seyirciyi ele geçiren atmosferi ile
Entebbe’deki operasyon anlarının ve İsrail’deki tedirgin bekleyişin aynı
sahnede hayat bulduğu final gerçekten etkileyici olmayı başarıyor. Lakin birazcık
dans gösterisinin etkisinden sıyrılıp da büyük çerçeveye bakıldığında kocaman
soru işaretleriyle baş başa kalınması olasılıklar arasında oldukça güçlü. Zaten
perdede beliren en son yazı her şeyi açıklıyor: “İsrail ile Filistin arasında şu an hiçbir barış
anlaşması yoktur”
Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Nisan sayısında "Arka Pencere Mecmua"da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder