6 Temmuz 2020 Pazartesi

BEAUTİFUL BOY



ABD’de elli yaş altı ölümlerin büyük bir kısmının nedeninin aşırı doza bağlı ölümler olduğunu biliyor muydunuz? Bağımlılıktan kurtulup hayata dönenlerin oranı ise çok az. Zira devletin bağımlılara ve ailelerine verdiği destek yok denecek düzeyde. Özellikle son dönem yaygınlaşan daha ucuz ve daha ölümcül olan uyuşturucu türlerinin de bunda payı var elbette.  En bilinenlerinden biri isse kristal meth (metamfetamin). İşte Toronto Film Festivali’nde prömiyerini yapan “Güzel Oğlum” Nic Sheff’in kristal meth’in pençesine düşmesiyle başlıyor.



Nic Sheff, beyaz, üst orta sınıfa tâbi, annesi ile babası boşanmış olsa da sevgi eksikliği çekmemiş, gazeteci olan babası David Sheff gibi yazmaya eğilimli, iyi bir müzik zevkine sahip, zeki, yetenekli ve oldukça hoş bir genç. Lakin tüm bu artılar, Nic’i yaşadığımız yüzyılın büyük boşluğunda salınmaktan kurtaramaz. Nic, her şeyin mükemmel işlediği, kaygı ve sorunun neredeyse hiç olmadığı –ya da bizim öyle gördüğümüz- bir hayatın içerisinde kaybolanlardan. Zira Nick, böyle bir yaşantının içerisinde henüz on bir yaşındayken alkol kullanmaya başlayıp on sekiz yaşına geldiğinde neredeyse her türlü maddeyi denemiş ve metamfetamin isimli maddenin kontrolü altına çoktan girmiş bir genç.  
“Güzel Oğlum” Nic’in 2000 yılında adımlamaya başladığı bu bağımlılık yıllarını perdeye yansıtıyor. Lakin bu süreçte Nic’in mücadelesini değil de daha çok babası David’in mücadelesini izliyoruz demek daha doğru.  Zira Nic, her defasında kendini düşmanın kollarına bıraktıkça David, bir o kadar savaşıyor. Zaten Nic, babasının ne kadar büyük sınavlardan geçtiğini ya da çevresindeki yakınlarının onun bu sürecinden ne kadar etkilendiğini en net şekilde David’in bu sancılı döneme dair anılarını yazdığı romanını okuyunca anladığını dile getirmekte. Evet, Nic de David de yaşadıkları bu cehennem gibi yılları en iyi bildikleri şeyi yaparak atlatmaya çalışmışlardır. Nic Sheff’in yazdığı “Tweak: Growing up on Methamphetamines”  ve David Sheff’in yazdığı “Beautiful Boy: A Father’s Journey Through His Son’s Addiction” aynı yıl yayınlanır. Her ikisi de New York Times çok satanlar listesinde yer alır. Ve şu işe bakın ki; aynı yıl Paramount Pictures ve B Plan Entertainment iki kitabın da haklarını satın alır. Bir tarafta bağımlı olan kişinin birinci ağızdan aktardığı itirafları, bir yanda ise onu “her şeyi” olarak gören babanın yaşadığı çetrefilli sürecin detayları…


Her ne kadar senaryo yazılırken babanın mücadelesine daha çok meylediliyor ve sık sık flashback’ler ile geçmiş ile şimdiyi mükemmel bir ustalıkla paralel kurguda buluşturan filmde daha çok David’in anılarına uzanılıyor olsa da Nic’in hatırlayışlarına da ortak olmuyor değiliz. Yine de terazinin David’den yana daha ağır bastığı bir gerçek. Belki de daha steril ve ahlakçı bir film istenildiği için böyle bir tercih yapılmıştır. Zira Nic’in uyuşturucu satıcılığı ve seks işçiliği yaptığı sürecin bile filmde kendine yer bulamaması başka nasıl açıklanabilir?


Yapımcıları arasında Brad Pitt’in de bulunduğu “Güzel Oğlum”, birçok yönetmen ismi arasından son tahlilde aile hikâyelerine odaklanan “Çölde Kutup Ayısı”, “Kırık Çember”, “Belgica” adlı filmleriyle tanıdığımız Belçikalı Felix Van Groeningen’e emanet edilirken senaryoyu ise iki kitaptan yola çıkarak Groningen ile Luke Davies birlikte kaleme alırlar. Groningen’in, Hollywood’a geçiş yaptığı bu ilk İngilizce filmindeki en büyük şansı ise kalıplara sığmayacak bir yeteneğe sahip Steve Carell gibi bir usta ve Timothée Chalamet gibi parlayan bir genç yıldız ile çalışmasıdır. Bu şansına karşılık da Groningen, aşırı titiz davranarak yaklaşık yedi ay süren çekimler sırasında tüm hikâyeyi baştan sona birkaç kez çeker. Lakin zıplamalı ve sürekli geçmiş ile şimdi arasında salınıp duran kurgu mükemmel işlese de müzik konusunda ne yazık ki aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Zira filmin yer yer adeta kamu spotu gibi işleyen didaktik yapısı ve hiç susmayan, olur olmaz yerde devreye giren John Lennon, Massive Attack, Nirvana, David Bowie gibi müzisyenlerin parçalarını dinlemek can sıkıcı olabiliyor. Bu efsane parçaları dinlemek büyük bir zevk olsa da filmin duygusal anlarının etkisini arttırarak seyirciyi manipüle etmek amaçlı kullanılmaları pek de aynı keyfi vermiyor. Bu efsane müzisyenlerin yanında edebiyat dünyasından Charles Bukowski ve F. Scott Fitzgerald gibi ustalara selam göndermeyi de ihmal etmeyen “Güzel Oğlum” her ne kadar sinemadaki bağımlılık ile mücadele konusundaki büyük açığı bir nebze olsa kapatsa da tam anlamıyla yeterli olamıyor. Zira mevzu bağımlılık olduğunda çerçeve çok daha büyük ne de olsa. Nic’in renginde ve sınıfında olmayan ve en önemlisi de onunki gibi bir aileye sahip olmayan binlercesi için sonuç hep hüsran ne yazık ki. Ne diyor Joh Lennon, filme ismini veren şarkısının ilk nakaratında:

“Kapat gözlerini.
Hiç korkun olmasın.
Canavar artık gitti.
O artık yok ve babacığın burada.”
Peki ya babası yanında olmayanlar?

Bu yazı ilk olarak 2019 yılı Mart sayısında "Sinema Se7en"da yayınlanmıştır.  




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder