11 Temmuz 2020 Cumartesi

BEN İS BACK




ABD’de elli yaş altı ölümlerin büyük bir kısmının nedeninin aşırı doza bağlı ölümler olduğunu biliyor muydunuz? Bağımlılıktan kurtulup hayata dönenlerin oranı ise çok az. Zira devletin bağımlılara ve ailelerine verdiği destek yok denecek düzeyde.

Geçen ayki sayıda kaleme aldığım “Güzel Oğlum” yazısına tam da böyle başlamıştım. Şu işe bakın ki aynı yıl içerisinde bu dertten muzdarip bir film daha seyirci karşısına çıkıyor. Gerçek bir hayat öyküsünden yola çıkan “Güzel Oğlum”un devletin bağımlılara verdiği desteğin yetersiz olduğuna değinmesinin yanında “Eve Dönüş” çerçeveyi daha da genişletip, tüm sorumluları ebelemekten geri durmuyor. Zira “Eve Dönüş”te bağımlı olunan madde, kanser hastalarına ya da şiddetli ağrılar çeken insanlara verilmek için üretilen morfin bazlı ilaçlar (opioid). ABD yıllardır birçok insanın bu ağrı kesiciler nedeniyle iflah olmaz birer bağımlıya dönüştüğünü bilmesine rağmen hâlâ satışını durdurmuyor. Şu an uyuşturucuya bağlı ölümlerin yüzde yetmiş altısını opioid sebepli olan ölümler oluşturuyor. İşte yedi yaşında bağımlı olan annesi tarafından terk edilmiş, en yakın arkadaşını aşırı dozdan kaybetmiş olan Peter Hedges, bir yazar ve yönetmen olarak gidişatı kısmen de olsa ifşa ettiği “Eve Dönüş”de opioid mağduru bir genç ile annesinin yirmi dört saatlik mücadelesine bizi ortak ediyor.


Senaristliğiyle (Bir Erkek Hakkında) Oscar’a aday olmuş, şimdiye kadar üç roman yazmış Peter Hedges, hem tecrübelerini, acısını hem de güçlü kalemini “Eve Dönüş” için harekete geçirir. Yönetmen koltuğuna da kendi oturan Hedges, oğlu ile yan yana mücadele verecek anne rolünü ise Oscar’lı (Tatlı Bela) oyuncu Julia Roberts’a emanet eder. Sinemaya yine babasının yönettiği “Şamar Oğlanı” filmiyle adım atan Lucas Hedges, ailesi tarafından monitörden izlenme hissinden hoşlanmadığı halde “Eve Dönüş”ün senaryosunun cazibesinden kendini alamaz. Son yılların yükselen yıldızı, 2016 yapımı “Yaşamın Kıyısında” filmindeki Patrick rolüyle henüz on sekiz yaşında Oscar’a aday olan Hedges, tüm ısrarların da üzerine kendisine Altın Küre adaylığı getiren Boy Esared’in çekimleri tamamlanır tamamlanmaz soluğu “Eve Dönüş” setinde alır.


Toronto Film Festivali’nde prömiyerini yapan, “Eve Dönüş”, film boyunca uğrayacağımız mekânlara hızlı bir bakış atarak başlıyor. Daha sonra kilisede karar kılan görüntü, içeri girerek üç çocuğunu da sahnede izleyen bir annenin haklı gururuna ortak ediyor bizi. Bu huzur dolu anlar ise çok sürmüyor. Ailenin bağımlı çocuğu Ben, rehabilite merkezinden henüz hazır olmamasına rağmen Noel için dönmüştür. Lakin bu dönüş, onu gördüğüne gerçekten de deliler gibi sevinen annesi Holly’i bile fazlasıyla tedirgin etmeye yetiyor.  Ailenin tedirginliği ve Ben’in utancı ve güven vermeyen hali öylesine yoğun bir hissiyat yaratıyor ki hiçbir şey bilmeyen biz seyircinin merak duygusunu kısa sürede ele geçiriyor film. Bu duygunun hemencecik kaybolduğunu söylemek de pek mümkün değil. Yirmi dört saatlik bir zaman zarfında geçen filmde Ben’in yalan söylediğini ve eve dönmesinin altında bir sebep yattığını düşündüren gizem duygusu, yavaş yavaş etkisini yitirse de geçmiş ile yüzleşme anları filmi sürüklemeye devam ediyor.


Noel arifesi olduğu için hep birlikte kiliseye giden ailenin, döndüklerinde evin diğer bireyi olan köpeğin kaybolduğunu fark etmesiyle film, bir yol hikâyesine evriliyor. Ponce’u aramak için yola düşen Holly ile Ben, geçmiş ile yüzleşmeye başlıyorlar. Her ne kadar ilk kısımda kucağımıza ufak tefek nüveler koyulmuş olsa da asıl hikâyeyi bu yolculuk esnasında öğreniyoruz. Üstelik şu işe bakın ki; biz seyirci ile birlikte Holly de birçok şeyi yeni öğrenmektedir. Ben için ise bu bir gecelik yolculuk tüm bağımlılık hayatının bir özetidir. Ben, adeta terapisti tarafından hipnoz edilerek bilinçaltına inilen bir hasta gibidir. Hatırlamaktan korktuğu her şeyle yüzleşir Ben. Yaptıklarının sonuçlarından daha da tiksinir, neden olduğu şeylerin sorumluluğunu ise ilk defa üstlenir. Ben, saatler içerisinde adeta olgunlaşır.


Bu tek gecelik yolculuk sırasında çizilen Amerika panoraması ise içler acısıdır. Opioid’leri satan ama aşırı doza karşı etkili Naloxone gibi acil müdahale ilaçlarını satmayan eczanelerden tut da bağımlılık yapan ilaçları pervasızca yazan doktorlara, öğrencisine cinsel istismarda bulunan öğretmenlere ve en acısı da şehrin bir tarafına itelenmiş, görmezden gelinen bağımlılara kadar uzanıyor görüntü.  Tüm bunlar karşısında Holly kimi zaman kusarak kimi zaman ağlayarak kimi zaman da “Şikâyet ediyorum!” diye avazı çıktığı kadar bağırarak dayanmaya çalışıyor yaşadıklarına. Son olarak elinden geldiğince birçok şeye dokunmayı ihmal etmeyen filmin oldukça kusursuz bir kadın karakter yarattığını da belirtmeden geçmemek gerek. Holly’nin son karedeki Ben’e bakışı ise filmin başındaki kilisedeki bakışından çok farklıdır belki. Ama ne bir utanç ne de pişmanlık barındırmaz tüm yaşananlara ve yaşanacaklara rağmen. Zira sevgi tam da böyle bir şey değil midir?

Bu yazı ilk olarak 2019 yılı Nisan sayısında "Sinema Se7en"da yayınlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder