Tanrı bizimle!
Prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan ve Yönetmenlerin
15 Gününde En İyi Film ödülünün sahibi olan Gaspar Noe’nin yeni filmi Climax’de
birçok defa karakterler tarafından yineleniyor bu nida: Tanrı bizimle! Fakat
filmin hiçbir anında Tanrı’nın orada olduğuna inanmak pek mümkün değil. Zira
Noe, Tanrı’dan uzakta cehennemin dibine doğru bir yolculuğa çıkarıyor bizi.
Climax, bembeyaz karlarla kaplı uçsuz bucaksız bir arazide
koşturan, kanlar içerisindeki kadının çığlıklarını iliklerimize kadar
hissettiğimiz prolog sahnesi ile başlar. Birazdan izleyeceklerimizin
alıştırmasıdır adeta bu sahne. Ardından ise film boyunca birlikte olacağımız
karakterleri ama en önemlisi Noe’nin, Climax’ı çekerken esinlendiği, selam gönderdiği
ustaları ve eserlerini de tanırız. İki yanına düzgünce videokaset ve kitap yerleştirilmiş
televizyon ekranından karakterlerimizi tanırız. Bir dans grubuna katılmak için
seçmelere katılan profesyonel dansçılarla yüz yüze geliriz. Kendileriyle ilgili
kısa bilgiler veren bu karakterlerin gözlerinin içine içine bakmamızı ister
sanki Noe. Fakat tv ekranının yanındaki videokasetler ve kitaplar da bir yandan
merakımızı kamçıladığı için sadece ekranda konuşan dansçılara odaklanmak
zordur. Dario Argento’nun Suspiria, Pier
Paolo Pasolini’nin Salò o le 120 giornate di Sodoma, Lucio Fulci’nin Zombi, Masaki
Kobayashi ‘nin Harakiri, Luis Buñuel’in Un chien andalou, Andrzej Zulawski’nin Possession
filmi ve Nietzsche, Paul Schrader’in (Taxi Driver) kitapları Murnau, Fritz Lang
ve daha fazlası perdenin her iki yanından göz kırpar. Bahsettiğimiz filmlerin ve
kitapların neredeyse hepsinin buluştuğu ortak noktanın korku ve gerilim olması hemen
dikkat çeker. Zombi ve vampir janrı gibi korku külliyatının alt türleri, sürrealizm,
nihilizm, dışavurumculuk, gotik gibi birçok tür ve akım, Noe’yi böylelikle
filmini fazlasıyla besler. İzlenmesi en zorlu filmlerden biri olan Salò o le
120 giornate di Sodoma, ve diğerlerinin izinden giden bir film izleyeceksiniz
diye ikinci uyarısını da yapar böylelikle Noe. Climax, tüm bu ustaların izinden
giderken kendisiyle artık fazlasıyla özdeşleşmiş olan imzalarından (tekinsiz
uzun koridor, kırmızı ışık, hareketli kamera, uzun planlar, kurgu oyunları,
yakın plan çekimler…) da asla vazgeçmez.
Doksanlı yıllarda yaşanan gerçek bir olaydan yola çıkılarak
çekilen Climax, birbirini tanımayan dansçılardan oluşturulan ve üç gün boyunca
herkesten uzakta bir mekânda ter döken grubun son provasıyla esas mevzuya giriş
yapar. Fransa bayrağının önünde büyük bir salonda dans eden grup, son
akşamlarını partileyerek sonlandırmak niyetindedirler. Fakat içkinin (sangria)
içerisine biri tarafından konulan lsd her şeyi çığırından çıkarır. Hem de bazı
şeyleri geri dönülmez, onarılmaz bir şekilde. Tek gecede ve tek mekânda geçen
film, içinde dansın olduğu bir kâbusa dönüşür adeta. Bu kâbus esnasında genelde
peşinden sürüklendiğimiz karakterlere hayat veren oyuncular pek de aşina
olduğumuz yüzler değildir. Zira Noe, profesyonel dansçı ama amatör oyuncuları
tercih etmiştir. Hareketli kamerasıyla her daim karakterlerinin peşlerinden
ayrılmayan Noe’nin kamerasının en çok radarına giren karakter Selva’ya hayat
veren Sofia Boutella ise dansçılıktan oyunculuğa geçen bir isim. Üstelik rol
aldığı filmlerde (Atomic Blonde, Star Trek: Beyond, Kingman: The Secret
Service) vücut performansı göstermiş biri. Boutella, dansçılık başta olmak
üzere tüm bu tecrübelerini Climax’de başarıyla konuşturuyor.
Farklı etnik kökenlerden ve cinsel yönelimlerden oluşan, fazlasıyla
renkli olan grubun gecenin ilk saatlerinde oldukça hoşgörülü bir profil çizdiği
dikkatlerden kaçmaz. Zaten gecenin ilk saatlerinde tüm renklerin birbiriyle
beraber mutlu olduğu, eğlendiği gözlenir. Fakat bu durum buz dağının görünen
yüzüdür. Tıpkı içinde binbir sorunu, insan hakları ihlalini, sömürüyü
barındıran Avrupa’nın dış dünyaya karşı kendini makyajlayıp farklı yansıtması
gibi karakterlerimizin de hiçbiri aslında göründüğü gibi değildir. İçkiye
katılan lsd, ilkel benliği ortaya çıkarıp maskeleri düşürür. Modern toplumun
koyduğu ahlaki kuralların rafa kalktığı bir gece yaşanır. Aslında farklı
renkleriyle bir arada mutluymuş izlenimi çizen topluluğun daha hafiften
uyuşturucunun etkisine girdiği an ilk öfkesini yansıttığı kişinin grubun tek
Müslüman karakteri olması önemli. Noe, Avrupa’nın kapılarını kapadığı, sınır
dışı ettiği Suriyelilerin durumunun altını çizmek ister. Dışarıda soğuktan
dolayı donarak öleceğini bile bile onu acımadan dışarı atmak tam da sınır dışı
edilen Suriyelilerin durumudur. Sonrasında ise ırkçılığın devamı gelecek, gizlenen
cinsel yönelimler su yüzüne çıkacak, ensest ilişkinin bile yaşanacağı bir yola
girilir. Çıplaklığın bir öneminin kalmadığı, seksin ulu orta yaşandığı, tuvalet
ihtiyacının ulu orta giderildiği, acıma duygusunun unutulduğu, nefretin ise her
şeye sindiği bu ortam, adeta Hieronymus Bosch’un Dünyevi Zevkler Bahçesi
eserindeki manzaraları akla getirir.
Bosch’un üç panelli aynı zamanda kapaklı eseri, adeta
Climax’ın yapısına hayat vermiştir. Filmin prolog sahnesi eserin dış kapağını
temsil ederken; devam eden kısımları ise eserin iç panel kısımlarının
temsilidir. Her şeyin sahte bir mutluluk içinde geçtiği ilk bölüm cennet,
içilen içkinin içindeki lsd’nin etkisiyle yaşanan rahatlık süreci dünya ve her
şeyin çığırından çıkıp yavaş yavaş utanca dönüştüğü son kısım ise cehennemi
temsil eder. Bosch’un eserindeki cehennem panelindeki utanç da tam olarak
Climax’de yaşanır: Kız kardeşiyle birlikte olan karakterin lcd’nin etkisi
geçtikten sonra ilk söylediği şeyin “Babama söyleme” olması tam da bunun
karşılığıdır. Noe tüm bu süreçte şiddeti de utancı da öyle yakından veriyor ki
seyirci olarak o anlara tanık olmaktan kaçmak pek mümkün değil. Uzun plan
sekanslar, sıra dışı (ters açı ve tanrısal bakış) kamera açıları, filmde tanık
olduklarımızın etkisini daha da arttırıyor üstelik.
Climax, tam da başladığı yerde karın göz alabildiğine
bembeyaz uzandığı arazide içinde yeni bir hayat taşıyan karaktere tekrar
çevrilen kamera ile son bulur. İçinde yeni bir hayat taşıyan bu karakterin
Bosch’ın eserinin dış kapağındaki Tanrı’yı temsil ettiğini düşünürsek; Noe’nin
her anlamda son sözü söylediğini söylemek mümkün: Tanrı bizimle değil!
Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Kasım sayısında "Arka Pencere Mecmua"da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder