9 Temmuz 2020 Perşembe

CLİMAX



Tanrı bizimle!

Prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan ve Yönetmenlerin 15 Gününde En İyi Film ödülünün sahibi olan Gaspar Noe’nin yeni filmi Climax’de birçok defa karakterler tarafından yineleniyor bu nida: Tanrı bizimle! Fakat filmin hiçbir anında Tanrı’nın orada olduğuna inanmak pek mümkün değil. Zira Noe, Tanrı’dan uzakta cehennemin dibine doğru bir yolculuğa çıkarıyor bizi.

Climax, bembeyaz karlarla kaplı uçsuz bucaksız bir arazide koşturan, kanlar içerisindeki kadının çığlıklarını iliklerimize kadar hissettiğimiz prolog sahnesi ile başlar. Birazdan izleyeceklerimizin alıştırmasıdır adeta bu sahne. Ardından ise film boyunca birlikte olacağımız karakterleri ama en önemlisi Noe’nin, Climax’ı çekerken esinlendiği, selam gönderdiği ustaları ve eserlerini de tanırız. İki yanına düzgünce videokaset ve kitap yerleştirilmiş televizyon ekranından karakterlerimizi tanırız. Bir dans grubuna katılmak için seçmelere katılan profesyonel dansçılarla yüz yüze geliriz. Kendileriyle ilgili kısa bilgiler veren bu karakterlerin gözlerinin içine içine bakmamızı ister sanki Noe. Fakat tv ekranının yanındaki videokasetler ve kitaplar da bir yandan merakımızı kamçıladığı için sadece ekranda konuşan dansçılara odaklanmak zordur.  Dario Argento’nun Suspiria, Pier Paolo Pasolini’nin Salò o le 120 giornate di Sodoma, Lucio Fulci’nin Zombi, Masaki Kobayashi ‘nin Harakiri, Luis Buñuel’in Un chien andalou, Andrzej Zulawski’nin Possession filmi ve Nietzsche, Paul Schrader’in (Taxi Driver) kitapları Murnau, Fritz Lang ve daha fazlası perdenin her iki yanından göz kırpar. Bahsettiğimiz filmlerin ve kitapların neredeyse hepsinin buluştuğu ortak noktanın korku ve gerilim olması hemen dikkat çeker. Zombi ve vampir janrı gibi korku külliyatının alt türleri, sürrealizm, nihilizm, dışavurumculuk, gotik gibi birçok tür ve akım, Noe’yi böylelikle filmini fazlasıyla besler. İzlenmesi en zorlu filmlerden biri olan Salò o le 120 giornate di Sodoma, ve diğerlerinin izinden giden bir film izleyeceksiniz diye ikinci uyarısını da yapar böylelikle Noe. Climax, tüm bu ustaların izinden giderken kendisiyle artık fazlasıyla özdeşleşmiş olan imzalarından (tekinsiz uzun koridor, kırmızı ışık, hareketli kamera, uzun planlar, kurgu oyunları, yakın plan çekimler…) da asla vazgeçmez.


Doksanlı yıllarda yaşanan gerçek bir olaydan yola çıkılarak çekilen Climax, birbirini tanımayan dansçılardan oluşturulan ve üç gün boyunca herkesten uzakta bir mekânda ter döken grubun son provasıyla esas mevzuya giriş yapar. Fransa bayrağının önünde büyük bir salonda dans eden grup, son akşamlarını partileyerek sonlandırmak niyetindedirler. Fakat içkinin (sangria) içerisine biri tarafından konulan lsd her şeyi çığırından çıkarır. Hem de bazı şeyleri geri dönülmez, onarılmaz bir şekilde. Tek gecede ve tek mekânda geçen film, içinde dansın olduğu bir kâbusa dönüşür adeta. Bu kâbus esnasında genelde peşinden sürüklendiğimiz karakterlere hayat veren oyuncular pek de aşina olduğumuz yüzler değildir. Zira Noe, profesyonel dansçı ama amatör oyuncuları tercih etmiştir. Hareketli kamerasıyla her daim karakterlerinin peşlerinden ayrılmayan Noe’nin kamerasının en çok radarına giren karakter Selva’ya hayat veren Sofia Boutella ise dansçılıktan oyunculuğa geçen bir isim. Üstelik rol aldığı filmlerde (Atomic Blonde, Star Trek: Beyond, Kingman: The Secret Service) vücut performansı göstermiş biri. Boutella, dansçılık başta olmak üzere tüm bu tecrübelerini Climax’de başarıyla konuşturuyor.


Farklı etnik kökenlerden ve cinsel yönelimlerden oluşan, fazlasıyla renkli olan grubun gecenin ilk saatlerinde oldukça hoşgörülü bir profil çizdiği dikkatlerden kaçmaz. Zaten gecenin ilk saatlerinde tüm renklerin birbiriyle beraber mutlu olduğu, eğlendiği gözlenir. Fakat bu durum buz dağının görünen yüzüdür. Tıpkı içinde binbir sorunu, insan hakları ihlalini, sömürüyü barındıran Avrupa’nın dış dünyaya karşı kendini makyajlayıp farklı yansıtması gibi karakterlerimizin de hiçbiri aslında göründüğü gibi değildir. İçkiye katılan lsd, ilkel benliği ortaya çıkarıp maskeleri düşürür. Modern toplumun koyduğu ahlaki kuralların rafa kalktığı bir gece yaşanır. Aslında farklı renkleriyle bir arada mutluymuş izlenimi çizen topluluğun daha hafiften uyuşturucunun etkisine girdiği an ilk öfkesini yansıttığı kişinin grubun tek Müslüman karakteri olması önemli. Noe, Avrupa’nın kapılarını kapadığı, sınır dışı ettiği Suriyelilerin durumunun altını çizmek ister. Dışarıda soğuktan dolayı donarak öleceğini bile bile onu acımadan dışarı atmak tam da sınır dışı edilen Suriyelilerin durumudur. Sonrasında ise ırkçılığın devamı gelecek, gizlenen cinsel yönelimler su yüzüne çıkacak, ensest ilişkinin bile yaşanacağı bir yola girilir. Çıplaklığın bir öneminin kalmadığı, seksin ulu orta yaşandığı, tuvalet ihtiyacının ulu orta giderildiği, acıma duygusunun unutulduğu, nefretin ise her şeye sindiği bu ortam, adeta Hieronymus Bosch’un Dünyevi Zevkler Bahçesi eserindeki manzaraları akla getirir.


Bosch’un üç panelli aynı zamanda kapaklı eseri, adeta Climax’ın yapısına hayat vermiştir. Filmin prolog sahnesi eserin dış kapağını temsil ederken; devam eden kısımları ise eserin iç panel kısımlarının temsilidir. Her şeyin sahte bir mutluluk içinde geçtiği ilk bölüm cennet, içilen içkinin içindeki lsd’nin etkisiyle yaşanan rahatlık süreci dünya ve her şeyin çığırından çıkıp yavaş yavaş utanca dönüştüğü son kısım ise cehennemi temsil eder. Bosch’un eserindeki cehennem panelindeki utanç da tam olarak Climax’de yaşanır: Kız kardeşiyle birlikte olan karakterin lcd’nin etkisi geçtikten sonra ilk söylediği şeyin “Babama söyleme” olması tam da bunun karşılığıdır. Noe tüm bu süreçte şiddeti de utancı da öyle yakından veriyor ki seyirci olarak o anlara tanık olmaktan kaçmak pek mümkün değil. Uzun plan sekanslar, sıra dışı (ters açı ve tanrısal bakış) kamera açıları, filmde tanık olduklarımızın etkisini daha da arttırıyor üstelik.

Climax, tam da başladığı yerde karın göz alabildiğine bembeyaz uzandığı arazide içinde yeni bir hayat taşıyan karaktere tekrar çevrilen kamera ile son bulur. İçinde yeni bir hayat taşıyan bu karakterin Bosch’ın eserinin dış kapağındaki Tanrı’yı temsil ettiğini düşünürsek; Noe’nin her anlamda son sözü söylediğini söylemek mümkün: Tanrı bizimle değil!

Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Kasım sayısında "Arka Pencere Mecmua"da yayınlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder