Bir nevi gerilla tarzı çekilen, özgün dilinde ama bulunduğu
coğrafyanın derdinden sıyrılıp daha evrensel meselelere odaklanan Cano, Mehmet
Salih Demir’in ilk uzun metrajı. Cano, büyük sorunlarla boğuşan bir kentte(Diyarbakır)
varoluşsal sıkıntılarının pençesine düşmüş
karakterlerle buluşturur bizi.
Film, isminin işaret ettiğinin tam aksine Cano adlı
karakterin değil Cano’nun arkadaşı İbrahim’in peşine takmakta bizleri. Ortadan
bir anda kaybolan Cano’yu aramaya başlayan İbrahim’in amacı aslında kendini
aramaktır. Zira tıpkı Cano gibi İbrahim de dayanılmaz sıkıntılarla
boğuşmaktadır. Fakat İbrahim, Cano gibi harekete geçememiş, sorunlarıyla
yüzleşmeyi becerememiş arafta yaşayan biridir. Cano’nun kaybolması, İbrahim’i
aslında bir keşif yolculuğuna çıkarır. İbrahim, Cano’nun izini sürerek bakmaya
korktuğu aynanın karşısına geçip benliğiyle yüzleşir.
İbrahim’in Cano’yu arayışında onu kafelere, kıraathanelere,
birahanelere giderken, sokaklarda yürürken görüyoruz. Gittiği yerlerde özellikle
gözlem yapması, zaman hesabı yapmadan, modern hayatın kuşatılmışlığına (iş,
aile, sevgili…) aldırmadan aylak aylak dolaşması akıllara Walter Benjamin’in pasajlar
üzerine denemelerinde bahsettiği flâneur kavramını ve Yusuf Atılgan’ın Aylak
Adam romanının kahramanı C.’yi getirmekte. Fakat bu kent insanlarının aksine filmde
takip ettiğimiz karakterimiz İbrahim’in yolu kırsaldan da geçiyor. Her ne kadar
kırsal gelip geçici bir mekân olsa da film ile ilgili önemli bir noktayı içinde
barındırıyor. İbrahim’in burada yolunun geçtiği mekânların, sonradan filmde de karşımıza
da çıkacak olan Vincent Van Gogh’un ölmeden önce çizdiği Buğday Tarlası ve
Kargalar başta olmak üzere birçok eserini akla getirmesi önemli. Zira Van
Gogh’un tablolarını (Buğday Tarlası ve Kargalar, Yıldızlı Gece, Kuş Yuvası…) andıran
anların içinde hep İbrahim vardır. İbrahim, Cano’yu (kendini) ararken Van
Gogh’un eserlerin içinde dolaşan bir özneye dönüşür.
Sanatın her dalıyla naif bir ilişki içerisine giren minimalist
bir sinema örneği olan film, ışık, oyunculuk, estetik kaygı ve müzik
kullanımında oldukça tasarruflu davranıyor. Fakat filmin tamamına sirayet eden keman
tınıları ortadan kaybolan karakterin adeta varlığını diri tutan bir unsur gibi.
Cano’nun varlığını ya da yokluğunu her an birkaç tınıyla hatırlatan müzikler
İbrahim’in hedeften uzaklaşmasını önlüyor adeta. Müziğin böylesine isabetli
kullanıldığı filmin, beslendiği kara mizah damarı da oldukça kıvamında
seyrediyor. Özellikle İbrahim’in iç sesinden duyduklarımız hepimize kendimizden
tanıdık gelen şeyler olduğu için belki de tebessüm etmemizi sağlıyor.
Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Haziran sayısında "Arka Pencere Mecmua"da yayınlanmıştır.
Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Haziran sayısında "Arka Pencere Mecmua"da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder