12 Temmuz 2020 Pazar

A STAR İS BORN



Konsere çıkmaya hazırlanan yorgun bir rocker karşılar seyirciyi. Karakterimizin, karşısındaki sevgi seline karşı hissizleştiği her halinden anlaşılır. Jackson Maine (Bradley Cooper) tam anlamıyla tükenmiş bir karakterdir. Tesadüf eseri gittiği bir barda (drug performans) dinlediği Ally’i (Lady Gaga) artık kendisine zulüm gibi gelen sahneye çıkararak bir nevi kendi kariyerinin ipini de çekmiş olur. Jackson temlisindeki rock müzik yerini Ally üzerinden pop müziğe bırakır.


1937 yılında William A. Wellmaan ve Jack Conway tarafından yönetilen Bir Yıldız Doğuyor, 1954 yılında George Cukor yönetmenliğinde tekrar perde ile buluşmuştu. 1976 yılında ise Frank Pierson ile üçüncü kez seyirci karşısına geçen film, son olarak ilk yönetmenliğine imza atan Bradley Cooper ile tekrar perdede arz-ı endam etmekte. Üstelik Bir Yıldız Doğuyor’un beyaz perde yolculuğu bu kadar ile de sınırlı değil. Zira beş dalda Oscar heykelciğini kucaklayan The Artist’in ve daha nice filmin de en büyük ilham kaynaklarından biri. Defalarca izlenilen, artık fazlasıyla klişe hale gelen hikâye, Cooper’ın Eric Roth ve Will Fetters ile birlikte kaleme aldığı senaryo ile tekrar karşımıza gelse de zamansal güncellemeler dışında pek de özgün bir dokunuş sunmuyor.


Cooper, daha çok 1976 yılındaki çevrimin izinden gittiği için elbette rotasını müzisyenlik üzerinden oluşturuyor. Bu nedenle de Ally rolünde Barbra Streisand gibi hem müzisyenlik hem de oyunculuk konusunda rüştünü ispatlamış bir ismin olması gerekiyordu.  Fakat Gaga’nın ne Barbra Streisand gibi hali hazırda bir Oscarlık (1968 yapımı Funny Girl filmiyle En İyi Akrist) performansı ne de oyunculuk konusunda fazla bir tecrübesi vardır. Açıkçası yaptığı müzikten daha çok giydiği ilginç kostümlerle, danslarla gündemde olan Gaga, Ally rolüne ne yazık ki tam anlamıyla bürünemiyor. Üstelik Cooper’ın belki de kariyerinin en iyi ve Jackson’un hem abisi hem de menajeri Bobby rolünü üstlenen Sam Elliott’ın performansı karşısında Gaga, iyice bocalıyor.


Diğer yandan Cooper'ın her ne kadar oyunculuğunun artık kariyerinin zirvesini bulduğu gözlerden kaçmasa da yönetmenliği için aynı şeyi söylemek ne yazık ki mümkün değil. 1976 yapımı A Star is Born ile neredeyse aynı süreye sahip olan yeni filmimizde birçok sahnenin araya zorla iliştirilmiş gibi gelmesi ve ilk yarıya kadar iyi işleyen hikâye yapısının ikinci yarıya taşınamaması düşünülünce Cooper’ın yönetmenliği kendini sorgulatıyor. Oldukça geniş bir zaman aralığında Ally ile arasında oluşan aşkı da zamanla unutuluşunun verdiği hüsranı da tam olarak özümseyememek ne yazık ki kaçınılmaz. Pop müziğin, rock’ın yerini alması ise öyle kolay olmasa gerek.

Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Aralık sayısında "Sinema Se7en"da yayınlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder