Konsere çıkmaya hazırlanan yorgun bir rocker karşılar
seyirciyi. Karakterimizin, karşısındaki sevgi seline karşı hissizleştiği her
halinden anlaşılır. Jackson Maine (Bradley Cooper) tam anlamıyla tükenmiş bir
karakterdir. Tesadüf eseri gittiği bir barda (drug performans) dinlediği Ally’i
(Lady Gaga) artık kendisine zulüm gibi gelen sahneye çıkararak bir nevi kendi kariyerinin
ipini de çekmiş olur. Jackson temlisindeki rock müzik yerini Ally üzerinden pop
müziğe bırakır.
1937 yılında William A. Wellmaan ve Jack Conway tarafından
yönetilen Bir Yıldız Doğuyor, 1954 yılında George Cukor yönetmenliğinde tekrar
perde ile buluşmuştu. 1976 yılında ise Frank Pierson ile üçüncü kez seyirci
karşısına geçen film, son olarak ilk yönetmenliğine imza atan Bradley Cooper
ile tekrar perdede arz-ı endam etmekte. Üstelik Bir Yıldız Doğuyor’un beyaz perde
yolculuğu bu kadar ile de sınırlı değil. Zira beş dalda Oscar heykelciğini
kucaklayan The Artist’in ve daha nice filmin de en büyük ilham kaynaklarından
biri. Defalarca izlenilen, artık fazlasıyla klişe hale gelen hikâye, Cooper’ın Eric
Roth ve Will Fetters ile birlikte kaleme aldığı senaryo ile tekrar karşımıza
gelse de zamansal güncellemeler dışında pek de özgün bir dokunuş sunmuyor.
Cooper, daha çok 1976 yılındaki çevrimin izinden gittiği
için elbette rotasını müzisyenlik üzerinden oluşturuyor. Bu nedenle de Ally
rolünde Barbra Streisand gibi hem müzisyenlik hem de oyunculuk konusunda rüştünü
ispatlamış bir ismin olması gerekiyordu. Fakat Gaga’nın ne Barbra Streisand gibi hali
hazırda bir Oscarlık (1968 yapımı Funny Girl filmiyle En İyi Akrist)
performansı ne de oyunculuk konusunda fazla bir tecrübesi vardır. Açıkçası
yaptığı müzikten daha çok giydiği ilginç kostümlerle, danslarla gündemde olan Gaga,
Ally rolüne ne yazık ki tam anlamıyla bürünemiyor. Üstelik Cooper’ın belki de
kariyerinin en iyi ve Jackson’un hem abisi hem de menajeri Bobby rolünü
üstlenen Sam Elliott’ın performansı karşısında Gaga, iyice bocalıyor.
Diğer yandan Cooper'ın her ne kadar oyunculuğunun artık
kariyerinin zirvesini bulduğu gözlerden kaçmasa da yönetmenliği için aynı şeyi
söylemek ne yazık ki mümkün değil. 1976 yapımı A Star is Born ile neredeyse
aynı süreye sahip olan yeni filmimizde birçok sahnenin araya zorla iliştirilmiş
gibi gelmesi ve ilk yarıya kadar iyi işleyen hikâye yapısının ikinci yarıya
taşınamaması düşünülünce Cooper’ın yönetmenliği kendini sorgulatıyor. Oldukça
geniş bir zaman aralığında Ally ile arasında oluşan aşkı da zamanla unutuluşunun
verdiği hüsranı da tam olarak özümseyememek ne yazık ki kaçınılmaz. Pop
müziğin, rock’ın yerini alması ise öyle kolay olmasa gerek.
Bu yazı ilk olarak 2018 yılı Aralık sayısında "Sinema Se7en"da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder