11 Temmuz 2020 Cumartesi

ALİTA BATTLE ANGEL



Sinema tarihi bilinen ya da bilinmeyen birçok yarıda kalmış proje ile dolu. Terrence Malick, Quentin Tarantino, Spike Lee, Steven Soderbergh, Sofia Coppola, Martin Scorsese, Darren Aronofsky, Guillermo del Toro, Orson Welles ve niceleri yapmaya niyetlendikleri bazı projelerine veda etmek zorunda kalmışlardır. Fakat şeytanın bacağını kırıp da bir sürü aksilikle karşılaşsa bile yıllar sonra amacına ulaşan Terry Gilliam gibi örnekler de var tabii. Gilliam’ın “Don Kişot’u Öldüren Adam” ile olan imtihanı dillere destan olmuştu bilindiği üzere. İşte James Cameron’un “Alita: Savaş Meleği” ile olan imtihanı da neredeyse böyle bir şey. Cameron’un ilk olarak kendisi gibi yönetmen arkadaşı Guillermo del Toro sayesinde Gunnm ile yolu kesişir.  Japon manga sanatçısı Yukito Kishiro’nun 1990’da yayınlamaya başladığı seinen türünde (Yetişkinlere yönelik bolca bağımlılık, seks, şiddet ve kan içeren manga türüdür.)Gunnm isimli manganın ilk serisinin (seri Last Order adlı ikinci bir seriyle hâlâ yayınlanmaya devam ediyor) ilk iki bölümünün aynı isimli 1993 yapımı anime uyarlamasını VHS kasetinden izleyen Cameron adeta büyülenir. Defalarca başa sararak izledikten sonra del Toro’dan icazet alan Cameron, üzerine daha yoğun kafa patlatmaya başlar. “Yokedici” (The Terminator) ile hayatımıza giren ve hemen arkasından “Yaratığın Dönüşü” (Alliens) ile yerini sağlamlaştıran Cameron, “Titanik” (Titanic) ile Oscarlara boğulmuştu. Böylesine büyük bir zaferin hemen arkasından yeni ve oldukça heyecan verici bir keşif elbette herkese nasip olmaz. Fakat ne var ki Cameron, doksanlı yılların sonunda kapıldığı bu heyecanına Avatar vesilesiyle mola vermek zorunda kalır. Cameron, her ne kadar “Avatar”dan sonra keşfini hayata geçirmeyi planlasa üzerine bin sayfadan fazla not alsa da son tahlilde yine “Avatar” aşkı –yoksa esareti mi demek gerek?- üstün gelir. Cameron, “Avatar”ın devam serilerini çekmek istediği için yine “Alita: Savaş Meleği”ni hayata geçiremez. Lakin Cameron’un “Alita: Savaş Meleği”nden kopabilmesi de öyle kolay olmaz. Öyle ki Cameron, Laeta Kalogridis ile birlikte yazdığı senaryoyu neredeyse tamamlamaya yaklaşır. Fakat son tahlilde Cameron, onu en güvendiği kişilerden biri olan Robert Rodriguez’e emanet ederek özgür bırakır. Cameron, Alita ile olan bağını Jon Landau ile birlikte yapımcı olarak sürdürür.


Böylece “Alita: Savaş Meleği”, yolculuğuna Teksaslı asi yönetmen nam-ı diğer ‘Tek Kişilik Film Ekibi’ ile devam eder. Rodriguez’in işi kucağına bırakılan yüz seksen sayfa senaryo ve bin sayfadan fazla not ile oldukça zordur. Zira bir emaneti perde ile buluşturmak bir yandan da büyük bir sorumluktur ne de olsa. Bugüne kadar hep düşük bütçe ve dar bir ekip ile filmlerini yaratan Rodriguez, böylesine büyük çaplı bir proje ile nasıl kan uyumunu yakalayabilir? En önemli soru bu belki de. Fakat bu filmin Rodriguez’i değil Cameron’u yansıtacağı tahmin edilebilir bir gerçek. Bir auteur yönetmen olan Rodriguez’in ilk defa kendine özgü bir film yaratmaktansa tasarlanmış bir projeye hayat vermesi söz konusu. Yani bu filmden bir “Günah Şehri” ya da “Ustura”, “Gitarım ve Silahım” beklemek hayal kırıklığı yaratabilir. Zira izleyeceğimiz filmin kesinlikle bir Cameron filmi olacağı tahmin edilebilir bir gerçek.


Tabii tüm bu sürece bir de başka bir yerden daha kapı aralamak gerek. Cameron’un “Alita: Savaş Meleği” ile tanıştığı dönemde henüz Cameron’un istediği şeklide filmi perdeye aktaracak bir teknolojiye henüz ulaşılamamış olunması da önemli bir detay. Cameron’un “Alita: Savaş Meleği”ni keşfetmesinin üzerinden nerdeyse yirmi yıl geçmiş ve VFX teknolojisinde devrim yapmıştır. Live-action olarak perdeye yansıyan filmde Alita karakteri bir istisna. Rosa Salazar’ın hayat verdiği Alita, montion capture (hareket yakalama) tekniği ile bir anime karakteri olarak perde ile buluşuyor. Gerçek bir oyuncu tarafından canlandırılıp da anime olarak bizimle buluşan örnekleri daha önce severek izlemiştik aslında. “Yüzüklerin Efendisi”ndeki Gollum ise bu nadir örneklerin en unutulmazıydı. Andy Serkis’in Gollum karakterine hayat vermesi gerçekten de yeni bir çağda oyunculuğun çok yönlü bir noktaya taşındığının da örneğiydi. Yine Maymunlar Cehennemi’nde Caesar rolünde biz seyircileri bakışlarıyla can evinden vuran kişinin ta kendisi de Andy Serkis’di. İşte “Alita: Savaş Meleği”nde de Weta Dijital’in teknolojisiyle anime bir karakter bizlerle buluşuyor. Fakat bu kez kaskı ve üzerindeki noktalarla kamera karşısına geçen isim Rosa Salazar. Salazar’ın bu işin altından belki hayatının büyük bir kısmını buna adayan Serkis kadar olmasa da başarı ile kalktığı fragmanlardan anlaşılıyor. Lakin fragmanları izleyen seyircinin en çok dillendirdiği ise Alita’nın kocaman gözlerinin çok rahatsız edici olduğuydu. Tabii ki Alita’nın Japon animelerinden fırlamış gibi duran kocaman gözleri ilk etapta bir mesafe yaratabilir. Fakat Cameron’un  Eric Saindon ile birlikte sırf gözlerle bir yıldan fazla bir süre uğraştığı söylenmekte. Üstelik büyülenerek izlediğimiz Gollum karakterindeki ayrıntıdan çok daha fazlasını içeriyormuş Alita’nın gözleri. Yine de ilk fragmandan sonra gösterilen tepkiler sumen altı yapılmıyor. Cameron, gözlerin küçültülmesini değil ama irisin biraz daha büyültülmesi gerektiğini söylüyor. Böylece seyirciye hem kızgın hem de duygusal anlarını fazlasıyla geçirecek bir irise sahip oluyor Alita.


Peki, bu kocaman gözleriyle bizleri yaklaşık iki saat kendine bağlayacak olan Alita, biz seyircilere başka neler vaat ediyor? İleriki bir yüzyılda (26. Yüzyıl olduğu düşünülmekte) Dünya ikiye ayrılmıştır. Yeni hayatta ise bilim ve teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun yaşam kalitesi de bir o kadar düşüktür. Yani tam anlamıyla cyberpunk bir evren karşılıyor bizi. Iron City denilen bu yerde ona borularla bağlı havada yüzen bir de uydu vardır. Tiphares denilen bu yüzen uydu tüm çöpünü Iron City’e göndermektedir. Orada ne olduğu ve nasıl bir yaşam olduğu ise tam bir muammadır. Zira ne hayattaki tek amacı oraya ulaşmak olan karakterlerimiz ne de biz seyirciler göremeyiz orayı. Bir nevi arş (Tanrı katı) veya cennet gibidir. Aşağısı ise cezalandırılanların yeri olan cehennemi andırır. Tabii yukarıdaki bilinmezlik elbette hayal gücünün sınırlarını zorluyor. Iron City’de ise hayat tüm sefaleti ile devam etmektedir. İnsanlar ve siborglar (cyborg) bir arada yaşamaktadır. Dr. Dyson Ido (Christoph Woltz – “Büyük Gözler”, “Sıfır Teorisi”, “Acımasız Tanrı”…) da bir sibernetik doktordur. Zaten Alita’yı da mesleğini icra etmek için demir yığınında toplayıcılık yaparken buluyor. Sadece kafası ve boynu vardır Alita’nın. Ido, Alita’yı kusursuz bir siborga dönüştürüyor. Hafızasını kaybetmiş olan Alita, kendisiyle ve yetenekleriyle ilgili hiçbir şey hatırlamamaktadır. Zaten Ido da onun doktoru, babası aslında bir nevi yaratıcısı olarak Alita’nın hiçbir şey hatırlamasını da istemiyor. Her ebeveyn gibi dizinin dibinde oturmasını ya da Tanrı gibi sadece ona itaat etmesini istiyor. Bir yandan da yarattığı şeyin kusursuzluğu karşısında eserine derin bir tutku duyma durumu da söz konusudur. Fakat Alita, çevresinde keşfe çıktıkça, merakı nedeniyle belaya bulaştıkça yeteneklerini yeniden keşfetmeye başlıyor ve kısmen de olsa hatırlıyor. Alita çok üstün güçlerinin olduğunu ve geçmişte panzer kunst denilen bir dövüş sanatını bildiğini fark ediyor. Bu fark ediş onda elbette geri dönüşü olmayan kırılmalara sebep oluyor. Alita babasının tüm engellemelerine rağmen tıpkı babası gibi hunter-warrior (paralı avcı savaşçı) oluyor. Yine bir süre sonra motorball yapmaya başlıyor. Ki Alita’nın motorball yaptığı sahneler filmin aksiyon yönünden en çok yükseldiği anlara ev sahipliği yapıyor. Alita, güçlerini keşfettikçe büyüyen, kendini bulan bir karaktere dönüşüyor böylelikle. Kalbinin sesini dinleyen, âşık olunca onun için yapamayacağı şey olmayan, ideallerini gerçekleştirmek uğruna yaratıcısına bile kafa tutan biri Alita. Alita’nın Ido’ya kafa tutuşu bir nevi Tanrı’ya kafa tutuştur aslında. Yine Alita’nın âşık olduğu Hugo (Keean Johnson) gibi ya da bir başka sibernetetik doktor Chiren (Jennifer Connelly – “Bir Rüya İçin Ağıt”, “Akıl Oyunları”…) gibi yukarıya gitmek gibi bir hayali de yoktur. Gerçekçi, düşmana karşı acımasız ama aynı zamanda da oldukça iyi yürekli biridir. Alita’nın fragmanda çokça duyduğumuz bir cümlesi aslında onu tanımlamak için yeterince açıklayıcı. Alita, Mahershala Ali’nin (“Green Book”, “Ay Işığı”) hayat verdiği Vector’a “Ben asla kötülüğün yanında olmam.” diyor. Aslında bu cümleyi biraz daha derinleştirebiliriz. Alita, aynı zamanda kendisini bir nevi kusmuş olan Tanrı katına gitmek istemediği için hem asıl yaratıcısına hem de idealleri uğruna ona ikinci bir hayatı bahşeden İdo’ya da kafa tutabilen, kendi hayatına bağımsız bir şekilde yön veren, Hugo’ya cehennemde yeni bir hayat filizlendirmeyi teklif eden bir karakter. Üstelik bunu yapanın asıl hayatı yaratan cinsiyet olması da önemli. Düzeni de adaleti de onlardan el etek çeken Tanrı’dan beklemeyip kendi sağlamaya koyulanlardan Alita. Ne diyelim beyazperdede de tıpkı mangada olduğu gibi yolu açık, şansı bol olsun.

Bu yazı ilk olarak 2019 yılı Şubat sayısında "Sinema Se7en"da yayınlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder