Sinema tarihi bilinen ya da bilinmeyen birçok yarıda kalmış proje
ile dolu. Terrence Malick, Quentin Tarantino, Spike Lee, Steven Soderbergh, Sofia
Coppola, Martin Scorsese, Darren Aronofsky, Guillermo del Toro, Orson Welles ve
niceleri yapmaya niyetlendikleri bazı projelerine veda etmek zorunda
kalmışlardır. Fakat şeytanın bacağını kırıp da bir sürü aksilikle karşılaşsa
bile yıllar sonra amacına ulaşan Terry Gilliam gibi örnekler de var tabii.
Gilliam’ın “Don Kişot’u Öldüren Adam” ile olan imtihanı dillere destan olmuştu
bilindiği üzere. İşte James Cameron’un “Alita: Savaş Meleği” ile olan imtihanı
da neredeyse böyle bir şey. Cameron’un ilk olarak kendisi gibi yönetmen
arkadaşı Guillermo del Toro sayesinde Gunnm ile yolu kesişir. Japon manga sanatçısı Yukito Kishiro’nun
1990’da yayınlamaya başladığı seinen türünde (Yetişkinlere yönelik bolca
bağımlılık, seks, şiddet ve kan içeren manga türüdür.)Gunnm isimli manganın ilk
serisinin (seri Last Order adlı ikinci bir seriyle hâlâ yayınlanmaya devam
ediyor) ilk iki bölümünün aynı isimli 1993 yapımı anime uyarlamasını VHS kasetinden
izleyen Cameron adeta büyülenir. Defalarca başa sararak izledikten sonra del
Toro’dan icazet alan Cameron, üzerine daha yoğun kafa patlatmaya başlar. “Yokedici”
(The Terminator) ile hayatımıza giren ve hemen arkasından “Yaratığın Dönüşü”
(Alliens) ile yerini sağlamlaştıran Cameron, “Titanik” (Titanic) ile Oscarlara
boğulmuştu. Böylesine büyük bir zaferin hemen arkasından yeni ve oldukça
heyecan verici bir keşif elbette herkese nasip olmaz. Fakat ne var ki Cameron,
doksanlı yılların sonunda kapıldığı bu heyecanına Avatar vesilesiyle mola
vermek zorunda kalır. Cameron, her ne kadar “Avatar”dan sonra keşfini hayata
geçirmeyi planlasa üzerine bin sayfadan fazla not alsa da son tahlilde yine “Avatar”
aşkı –yoksa esareti mi demek gerek?- üstün gelir. Cameron, “Avatar”ın devam
serilerini çekmek istediği için yine “Alita: Savaş Meleği”ni hayata geçiremez. Lakin
Cameron’un “Alita: Savaş Meleği”nden kopabilmesi de öyle kolay olmaz. Öyle ki
Cameron, Laeta Kalogridis ile birlikte yazdığı senaryoyu neredeyse tamamlamaya
yaklaşır. Fakat son tahlilde Cameron, onu en güvendiği kişilerden biri olan
Robert Rodriguez’e emanet ederek özgür bırakır. Cameron, Alita ile olan bağını Jon
Landau ile birlikte yapımcı olarak sürdürür.
Böylece “Alita: Savaş Meleği”, yolculuğuna Teksaslı asi
yönetmen nam-ı diğer ‘Tek Kişilik Film Ekibi’ ile devam eder. Rodriguez’in işi
kucağına bırakılan yüz seksen sayfa senaryo ve bin sayfadan fazla not ile oldukça
zordur. Zira bir emaneti perde ile buluşturmak bir yandan da büyük bir sorumluktur
ne de olsa. Bugüne kadar hep düşük bütçe ve dar bir ekip ile filmlerini yaratan
Rodriguez, böylesine büyük çaplı bir proje ile nasıl kan uyumunu yakalayabilir?
En önemli soru bu belki de. Fakat bu filmin Rodriguez’i değil Cameron’u
yansıtacağı tahmin edilebilir bir gerçek. Bir auteur yönetmen olan Rodriguez’in
ilk defa kendine özgü bir film yaratmaktansa tasarlanmış bir projeye hayat
vermesi söz konusu. Yani bu filmden bir “Günah Şehri” ya da “Ustura”, “Gitarım
ve Silahım” beklemek hayal kırıklığı yaratabilir. Zira izleyeceğimiz filmin
kesinlikle bir Cameron filmi olacağı tahmin edilebilir bir gerçek.
Tabii tüm bu sürece bir de başka bir yerden daha kapı
aralamak gerek. Cameron’un “Alita: Savaş Meleği” ile tanıştığı dönemde henüz
Cameron’un istediği şeklide filmi perdeye aktaracak bir teknolojiye henüz
ulaşılamamış olunması da önemli bir detay. Cameron’un “Alita: Savaş Meleği”ni
keşfetmesinin üzerinden nerdeyse yirmi yıl geçmiş ve VFX teknolojisinde devrim
yapmıştır. Live-action olarak perdeye yansıyan filmde Alita karakteri bir
istisna. Rosa Salazar’ın hayat verdiği Alita, montion capture (hareket yakalama)
tekniği ile bir anime karakteri olarak perde ile buluşuyor. Gerçek bir oyuncu
tarafından canlandırılıp da anime olarak bizimle buluşan örnekleri daha önce
severek izlemiştik aslında. “Yüzüklerin Efendisi”ndeki Gollum ise bu nadir
örneklerin en unutulmazıydı. Andy Serkis’in Gollum karakterine hayat vermesi
gerçekten de yeni bir çağda oyunculuğun çok yönlü bir noktaya taşındığının da
örneğiydi. Yine Maymunlar Cehennemi’nde Caesar rolünde biz seyircileri
bakışlarıyla can evinden vuran kişinin ta kendisi de Andy Serkis’di. İşte “Alita:
Savaş Meleği”nde de Weta Dijital’in teknolojisiyle anime bir karakter bizlerle
buluşuyor. Fakat bu kez kaskı ve üzerindeki noktalarla kamera karşısına geçen
isim Rosa Salazar. Salazar’ın bu işin altından belki hayatının büyük bir
kısmını buna adayan Serkis kadar olmasa da başarı ile kalktığı fragmanlardan
anlaşılıyor. Lakin fragmanları izleyen seyircinin en çok dillendirdiği ise
Alita’nın kocaman gözlerinin çok rahatsız edici olduğuydu. Tabii ki Alita’nın
Japon animelerinden fırlamış gibi duran kocaman gözleri ilk etapta bir mesafe yaratabilir.
Fakat Cameron’un Eric Saindon ile
birlikte sırf gözlerle bir yıldan fazla bir süre uğraştığı söylenmekte. Üstelik
büyülenerek izlediğimiz Gollum karakterindeki ayrıntıdan çok daha fazlasını
içeriyormuş Alita’nın gözleri. Yine de ilk fragmandan sonra gösterilen tepkiler
sumen altı yapılmıyor. Cameron, gözlerin küçültülmesini değil ama irisin biraz
daha büyültülmesi gerektiğini söylüyor. Böylece seyirciye hem kızgın hem de duygusal
anlarını fazlasıyla geçirecek bir irise sahip oluyor Alita.
Peki, bu kocaman gözleriyle bizleri yaklaşık iki saat
kendine bağlayacak olan Alita, biz seyircilere başka neler vaat ediyor? İleriki
bir yüzyılda (26. Yüzyıl olduğu düşünülmekte) Dünya ikiye ayrılmıştır. Yeni
hayatta ise bilim ve teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun yaşam kalitesi de
bir o kadar düşüktür. Yani tam anlamıyla cyberpunk bir evren karşılıyor bizi. Iron
City denilen bu yerde ona borularla bağlı havada yüzen bir de uydu vardır.
Tiphares denilen bu yüzen uydu tüm çöpünü Iron City’e göndermektedir. Orada ne
olduğu ve nasıl bir yaşam olduğu ise tam bir muammadır. Zira ne hayattaki tek
amacı oraya ulaşmak olan karakterlerimiz ne de biz seyirciler göremeyiz orayı. Bir
nevi arş (Tanrı katı) veya cennet gibidir. Aşağısı ise cezalandırılanların yeri
olan cehennemi andırır. Tabii yukarıdaki bilinmezlik elbette hayal gücünün
sınırlarını zorluyor. Iron City’de ise hayat tüm sefaleti ile devam etmektedir.
İnsanlar ve siborglar (cyborg) bir arada yaşamaktadır. Dr. Dyson Ido (Christoph
Woltz – “Büyük Gözler”, “Sıfır Teorisi”, “Acımasız Tanrı”…) da bir sibernetik
doktordur. Zaten Alita’yı da mesleğini icra etmek için demir yığınında toplayıcılık
yaparken buluyor. Sadece kafası ve boynu vardır Alita’nın. Ido, Alita’yı
kusursuz bir siborga dönüştürüyor. Hafızasını kaybetmiş olan Alita, kendisiyle
ve yetenekleriyle ilgili hiçbir şey hatırlamamaktadır. Zaten Ido da onun
doktoru, babası aslında bir nevi yaratıcısı olarak Alita’nın hiçbir şey
hatırlamasını da istemiyor. Her ebeveyn gibi dizinin dibinde oturmasını ya da
Tanrı gibi sadece ona itaat etmesini istiyor. Bir yandan da yarattığı şeyin
kusursuzluğu karşısında eserine derin bir tutku duyma durumu da söz konusudur. Fakat
Alita, çevresinde keşfe çıktıkça, merakı nedeniyle belaya bulaştıkça yeteneklerini
yeniden keşfetmeye başlıyor ve kısmen de olsa hatırlıyor. Alita çok üstün
güçlerinin olduğunu ve geçmişte panzer kunst denilen bir dövüş sanatını
bildiğini fark ediyor. Bu fark ediş onda elbette geri dönüşü olmayan kırılmalara
sebep oluyor. Alita babasının tüm engellemelerine rağmen tıpkı babası gibi hunter-warrior
(paralı avcı savaşçı) oluyor. Yine bir süre sonra motorball yapmaya başlıyor. Ki
Alita’nın motorball yaptığı sahneler filmin aksiyon yönünden en çok yükseldiği
anlara ev sahipliği yapıyor. Alita, güçlerini keşfettikçe büyüyen, kendini
bulan bir karaktere dönüşüyor böylelikle. Kalbinin sesini dinleyen, âşık olunca
onun için yapamayacağı şey olmayan, ideallerini gerçekleştirmek uğruna
yaratıcısına bile kafa tutan biri Alita. Alita’nın Ido’ya kafa tutuşu bir nevi
Tanrı’ya kafa tutuştur aslında. Yine Alita’nın âşık olduğu Hugo (Keean Johnson)
gibi ya da bir başka sibernetetik doktor Chiren (Jennifer Connelly – “Bir Rüya
İçin Ağıt”, “Akıl Oyunları”…) gibi yukarıya gitmek gibi bir hayali de yoktur.
Gerçekçi, düşmana karşı acımasız ama aynı zamanda da oldukça iyi yürekli
biridir. Alita’nın fragmanda çokça duyduğumuz bir cümlesi aslında onu
tanımlamak için yeterince açıklayıcı. Alita, Mahershala Ali’nin (“Green Book”,
“Ay Işığı”) hayat verdiği Vector’a “Ben asla kötülüğün yanında olmam.” diyor.
Aslında bu cümleyi biraz daha derinleştirebiliriz. Alita, aynı zamanda
kendisini bir nevi kusmuş olan Tanrı katına gitmek istemediği için hem asıl
yaratıcısına hem de idealleri uğruna ona ikinci bir hayatı bahşeden İdo’ya da
kafa tutabilen, kendi hayatına bağımsız bir şekilde yön veren, Hugo’ya
cehennemde yeni bir hayat filizlendirmeyi teklif eden bir karakter. Üstelik
bunu yapanın asıl hayatı yaratan cinsiyet olması da önemli. Düzeni de adaleti
de onlardan el etek çeken Tanrı’dan beklemeyip kendi sağlamaya koyulanlardan
Alita. Ne diyelim beyazperdede de tıpkı mangada olduğu gibi yolu açık, şansı
bol olsun.
Bu yazı ilk olarak 2019 yılı Şubat sayısında "Sinema Se7en"da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder