12 Temmuz 2020 Pazar

ALADDİN





Walt Disney ve Roy O. Disney tarafından 1923 yılında kurulan Disney ‘in 1937 yılında çektiği ilk uzun metrajı olan “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” animasyonu ile başlayan yolculuğu, ellinin üstünde animasyon ve azımsanmayacak sayıda da bu animasyonların live-action remake’i ile yoluna devam etmektedir. Disney’in, bizleri bu ay “Alaaddin”in live-action’uyla buluşturacak olması vesilesiyle 1992 yapımı animasyonun çok tartışılan ve hiç tartışılmayan yanları ile birliktegelin filmi tekrar hatırlayalım.


“Binbir Gece Masalları” ya da İngilizce’de daha çok “Arabistan Geceleri” olarak bilinen eser, Antoine Galland’ın 1704-1717 yılları arasında yayınladığı ilk çalışması, aynı zamanda da masalların ilk Avrupa çevirisidir. Bu Ortadoğu kökenli halk masallarından, Galland’ın çevirisinden sonra batı dünyası haberdar olmuş, oldukça da keyif almıştır. Zira Batı için oryantalizmi körükleyecekleri bir başka kapı aralanmıştır bu masallarla.  Şehrazat’ın babasına anlattığı masallardan biri olan “Alaaddin” ise en sevilenlerden olur. 1990 yılında Disney’in televizyon için çektiği çizgi film ile seyirciden de olumlu geri dönüş alan “Alaaddin” çok geçmeden Batı’nın en büyük propaganda araçlarından biri olan sinemanın radarına da yakalanır. 1992 yılında “Alaaddin” animasyon olarak perdede boy gösterir.


Disney’in rönesans döneminin en büyük başarısı olan film, dünya çapında 500 milyonun, yerelde ise 200 milyonun üzerinde brüt yaparak bir ilki gerçekleştirir: İlk defa bir animasyon gişede bu kadar büyük bir başarıya imza atmıştır. Filmi sadece animasyonlarla kıyaslamak ise büyük bir haksızlık olur. Zira “Alaaddin” aynı yıl vizyona giren “Batman Dönüyor”u bile gölgede bırakır. “A Whole New World” şarkısı ve filmin tema müziği ile ise Oscar da dâhil birçok ödülün sahibi olur. Disney’in böylesine büyük bir başarıya ezelden beridir düşman bellediği toprakların masalıyla ulaşmasına ne demeli emin değilim. Ama masalı istediği gibi eğip büktüğü, hatta bambaşka bir hale getirdiğini rahatlıkla söylemek mümkün. Film, senaryodan tut da şarkı sözlerine kadar tam anlamıyla beyaz insanın Ortadoğu’ya olan ırkçı ve oryantalist bakışını bir kez daha açık ediyor.


Alan Menken’in bestelediği ve Howard Ashman ve Tim Rice’in sözlerini yazdığı şarkılardan “Arabistan Geceleri” olağanüstü bestesine rağmen kabul edilemez sözleriyle rahatsızlık vermeye başlar ilk andan:

“Deve kervanları çöllerde dolaşır, geldiğim o yerde.
Yüzünü beğenmezlerse kulağını keserler, barbar ama benim evim.”

Seyirciyi selamlayan bu giriş şarkısı aslında tüm filmin niyetini özetler. Zira tüm film, boyunca bu fikriyatına sıkı sıkı sarılır. Film vizyonda kaldığı süre içerisinde ne yazık ki bu sözlerle karşılar tüm seyircilerini. Neyse ki “Amerikan-Arap Ayrımcılıkla Mücadele Komitesi”nin mücadelesi sonucunda filmin video yolculuğunda sözler değiştirilir. Sözlerdeki barbarlık bir nevi iklime atfedilir yeni halinde. Lakin sorun bu şarkı sözleriyle sınırlı değildir ne yazık ki. Karakter çizimleri bile öylesine hesaplıdır ki…


Filmde Alaaddin ve Yasemin hariç diğer karakterleri aşırı iri, kanca burunlu ve çirkin, üstüne üstlük de çok kaba olarak çizen Disney, oryantalist bakış açısını adeta bas bas bağırır. Elinde kılıçlarla ekmek çaldığı için Alaaddin’i kovalayan muhafızların ya da tezgâhtan izinsiz elma alıp aç çocuğa verdiği için Yasemin’in ellerini kesmeye çalışan satıcının varlığı Agrabah Krallığı’na (hayali bir krallık)fazlasıyla ürkütücü bir hava verir. Çocuk izleyici için her biri bir canavarı andıran bu karakterlerden elinde kılıç sallamayan ve daha makul ölçülerde olanların da ya ateş püskürttüğünü, çivilerin üzerine yatığını ya da büyülerle uğraştığına şahit oluruz. Şehir adeta bir sirk alanı gibidir. Çocuğunu, hayvanların esir alındığı ve zulme maruz kaldığı hayvanat bahçelerine götüren ve türünün üstün olduğu palavrasını çocuğuna da aşılamaya çalışan ebeveynlerle Hollywood’un tavrı çok benzerdir. Ortadoğu insanını fazlasıyla abartılı, zavallı ve barbarca çizen batı insanı, daha üstün olduğuna inandırır kendini ve çocuklarını. Yine Yasemin karakterinden devam edersek, her ne kadar özgürlüğüne düşkün, zeki ve kendi kararlarını veren bir karakter gibi çizilmeye çalışılmış olsa da incecik belli bir Arap prensesinin, Hollywood yıldızlarını andıran vücut ölçüleri ve konuşma şekli, onu son tahlilde sadece bir arzu nesnesine dönüştürür. Yasemin karakterinin beyaz bir kadın olan Linda Parkin tarafından seslendirilmesi de cabası. Üstelik filmde bir sahne hariç Yasemin karakterinin dışında kadın görmeyiz. Aslında masalın orijinalinde Alaaddin, annesi ile birlikte yaşar. Fakat ne var ki filmin yazılan ilk senaryosunda anne karakteri olsa da o dönem Disney’in yöneticisi Jeffrey Katzenberg, yeni yazılan halinde anne karakterini istemediğini net bir şekilde dile getirmiştir. Bu anne karakteri filmde de varlığını sürdürseydi halktan bir kadının filmde kendine yer bulması tek bir kadının fiziğiyle ön plana çıkmasını bir nebze de olsa hafifletmiş olacaktı belki.


Lakin bir anne karakterine bile tahammül edemeyen Disney, oryantalist bakışını beslemek adına kaplan beslemek ya da fili binek hayvanı olarak kullanmak gibi ancak Hindistan’da geçen bir masalda muhtemel olabilecek alışkanlıklara bile filmde yer vermekte bir sakınca görmez. Hayvanlar mevzusuna girmişken burada daha büyük bir parantez daha açmamız gerek sanırım. Zira film boyunca kaplan ve fil dışında da birçok defa hayvanları perdede görüyoruz. Kafese kapatılmış kuşlar, habitatından koparılmış kaplan, fil, üzerine binilip hunharca yol kat ettirilen atlar, gösteri yapmak amaçlı kullanılan, esaret altında tutulan yılanlar, papağanlar, maymunlar… Öyle ki hayvanların perdede arz-ı endam ettiği hiçbir anda olumlanacak bir durum görülmez. Disney’in hayvanlarla insanları bu şekilde buluşturarak, hayvan sevgisini ya da insan ile hayvanın dostluğunu aşılayabileceğini zannetmiş olması ne büyük talihsizlik. Onları bencil, paylaşım duygusu olmayan, nefret dolu, ezik ve akla gelebilecek en olumsuz yakıştırmayla bize sunan Disney, bu davranışıyla henüz tam olarak şemalarını oluşturmamış beyinlerin algısını hem de tüm bunları renkli bir oyunun içinde sunarak şekillendirmeyi amaçlıyor kuşkusuz.


Peki, filmin hiç olumlu yanı ya da masala kattığı orijinal bir fikri yok mu? Elbette var. Filmin yaptığı en güzel şey masalda olmayan uçan halıdır. Hem fikir olarak hem de bir pandonim sanatçısıymış gibi filmde oldukça etkin bir yere sahip olmasıyla sadece “Alaaddin” filminin değil Disney’in tüm yapımlarının yaptığı en özgün dokunuştur halı karakteri belki de. Yine o zamana kadar animasyonlarda sadece seslendirme yapan profesyonellerdense ilk defa oldukça tanınan, başarılı bir oyuncunun seslendirme yapması atlanmamalı. Robin Williams’ın, Cin karakterine sesiyle hayat vermiş olmasıyla seslendirmede bir ilke imza atılmıştır. “Alaaddin” filminden sonra animasyon filmlerde tanınmış oyuncular seslendirme yapmaya başlamıştır. Cin karakteri sadece Williams tarafından seslendirilmesiyle değil masaldakinden çok daha derinlikli bir şekilde çizildiği için de önem arz etmektedir. Oldukça zeki, esprili ve dürüst bir karakter olan Cin’nin en önemli vasfı da özgürlüğüne düşkün olmasıdır elbette. Peri masallarındaki klasik mutlu sonu gölgede bırakacak bir vedası vardır Cin’in. Hollywood’un yine filmleriyle aşıladığı âşık ol, evlen, çocuk yap, ailenden uzaklaşma kodlarının tam tersi bir dilek çıkar karşımıza: Cin, özgürlüğünü diler. Böylece adeta farkında olmadan belki de alternatif bir son sunar film.

Bu yazı ilk olarak 2019 yılı Mayıs sayısında "Sinema Se7en"da yayınlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder